Popüler Yayınlar

27 Nisan 2013 Cumartesi

Dink faciasının altıncı senesi ve Yargıtay 2006

17 Ocak 2013


Hrant Dink cinayetinin altıncı senesine (19 Ocak 2007) geldik. 

Cinayet ve sonrasına ilişkin bilgiler, gelişmeler ileride Türkiye üzerine çalışma yapmak isteyenler için muazzam bir kaynak, bir vaka etüdü niteliğinde; vakanın kökeninde bir Yargıtay kararı var ama cinayet sonrası gelişmeler de çok ilginç, bu kararda Dink’in cezalandırılması doğrultusunda oy kullananlar önlenemez bir yükselişe konu oluyorlar, HSYK’ya giden Ali Suat Ertosun, Yargıtay başkanı olan Hasan Gerçeker ve en son olarak ombudsman seçilen (!) Nihat Ömeroğlu ilk aklıma gelen isimler.

Bu cinayet sürecinde önemli halkalar olan Şişli 2. Asliye Ceza kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları da Türkiye hukuk tarihine, cezalar lehine oy kullanan hakimlerin isimleriyle beraber, birer kara leke olarak yazıldılar, işlendiler.

Bu çirkin görüntü çok boyutlu bir mesele, hukuk cehaleti boyutu var, hukuku aşırı ölçüde siyasallaştırma boyutu var, belirli bir ideolojinin hukukun evrensel ilkelerinin çok üzerine taşınmışlığı var, kibir boyutu var.

Hrant Dink’in cinayet öncesi genel yayın yönetmenliğini yaptığı Agos Gazetesi’nin 14 Aralık 2012 tarihli sayısında “Dink suçsuz diyen üyeye uyarı” başlıklı bir haber-yazı yayımlandı; o meşum kararda Dink’in yazısının suç teşkil etmediği yönünde oy kullanan ve bunu daha önce de arkadaş sohbetlerinde dile getiren Yargıtay üyesi Sayın Salih Zeki İskender şöyle diyor:

“O dönemde HSYK’ya adaydım, hatta tartışmaları çok net hatırlıyorum. Esen hava farklıydı, bugünkü gibi değildi. Sohbet havası içerisinde birçok kez Dink’e mahkumiyet yönünde oy kullanmazsam seçimlerde ters etki yapacağı söylendi.

Ben böyle bir şeyi ne vicdanıma ne de meslek ahlakıma sığdıramadım ve oyumu o şekilde verdim.” İşte size 2006 senesinden bir Türkiye Yargıtay manzarası, güler misiniz, ağlar mısınız, bilemiyorum, takdirlerinize bırakmak muhtemelen en iyisi; ancak benim bugünkü yazımda, meseleyi asla kişiselleştirmeden, ele almak istediğim konu bu korkunç karar sonrası mükafaten Yargıtay başkanlığı görevine gelen ya da getirilen Hasan Gerçeker’in muhtemelen telefonla Agos Gazetesi’ne verdiği demeç.

14 Aralık tarihli Agos gazetesinin 3. sahifesinde Yargıtay eski Başkanı Hasan Gerçeker şöyle diyor: “Aradan çok zaman geçti. O zaman öyleydi, pozitif hukuk öyle gerektiriyordu.

Yıllar geçtikten sonra bu konuları karıştırmanın âlemi yok. Sıradan bir davaydı bizim için. Eğer çok rahatsızlarsa 159. madde kaldırılabilirdi. Ama o dönem AİHM çok özümsenmemişti. Bilirkişi raporu hakimi bağlamaz, bunu kabul etmiyoruz.

Karar doğru da olabilir, yanlış da olabilir, bu tartışılabilir.” Evet, inanmayabilirsiniz ama bir Yargıtay eski Başkanı aynen böyle buyuruyor. Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir demeç.

Gazete yazılarımda çok eskiden beri aynı noktanın altını çiziyorum, Türkiye’nin en büyük meselelerinin en başlarında yüksek mahkeme yargıçlarının çok büyük bölümünün evrensel hukukla ilişkisi, evrensel hukuk ilkelerini tanımazlıkları geliyor.

Evrensel hukuk derken de, doğal olarak, dönemin en gelişmiş hukuk sistemlerine gönderme yapıyorum. Gelelim Yargıtay eski Başkanı  Hasan Gerçeker’in verdiği demecin, böyle bir analizi ne kadar hak ediyor bilemem ama, kendimce çözümlemesine.

Başlarken Hasan Gerçeker’den özür de dilemem gerekebilir zira bu zat-ı muhterem, bu demecinde “Yıllar geçtikten sonra bu konuları karıştırmanın âlemi yok” diye buyurmuş ama ne yapalım, bizler neyin ne zaman konuşulacağını pek bilemeyen kişileriz, Dink cinayetinin 6. senesinde kalemimiz gidiveriyor bu konuları yazmaya.

O dönemlerde 9. Ceza Dairesi başkanlığı ve arkasından da Yargıtay başkanlığı gibi çok önemli görevlerde bulunan Hasan Gerçeker’in bir hukukçu olarak pozitif hukuka ilişkin söyledikleri bence hukuk fakültelerinde bir hukukçu nasıl olmamalı başlığı altında okutulmayı hak ediyor.

Hasan Gerçeker, muhtemelen TCK 301’e gönderme yaparak “pozitif hukuk böyle gerektiriyordu” diyebilmiş. Hasan Gerçeker’e sormak lazım, Anayasa maddeleri, mesela yürürlükteki Anayasa’nın 2004 senesinde değiştirilen 90. maddesi pozitif hukukun bir parçası değil midir?

2004 senesinde AK Parti’nin kanımca on senelik iktidar döneminin en muhteşem siyasal icraatı olarak değiştirilen Anayasa’nın 90. maddesinin son cümlesi şöyle diyor: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Hasan Gerçeker, acaba, 2004 değişikliğinin üzerinden iki sene geçtikten sonra hâlâ bu maddeyi okuma zahmetine girmemiş mi idi? Yoksa, daha vahim olmak üzere okumuş ama Anayasa 90 değişikliğini TCK 159 ya da 301 kadar içine sindirememiş mi idi?

Bir hukukçu, üstelik Yargıtay başkanlığı gibi bir hukuk kariyerinin en üst noktalarına kadar tırmanabilen bir hukukçu Anayasa maddesinin ve bu maddeye göre de AİHM kararlarının, mesela 1976 tarihli Handyside kararının da pozitif hukukun bir parçası olduğunu bilmez mi?

Bir Yargıtay hakimi için “Ama o dönem AİHM çok özümsenmemişti” ifadesi ne anlama geliyor? Bilebildiğim kadarıyla, AİHM Türkiye Devleti’nin yargı yetkisini tanıdığı bir kurum ve kararları bağlayıcı. Kararları bağlayıcı olan bir yargı kurumunu özümsemek ya da özümsememek ne demektir?

Bir yargıcın kararları bağlayıcı bir kurumun kararlarını, Anayasa 90’ı adeta tanımamış olması bir suç, ya da en azından çok vahim bir görev yanlışı değil midir? Ancak anlaşılan, Hasan Gerçeker ve aynı doğrultuda rey kullanan arkadaşları TCK 301 gibi bir maddeyi Anayasa 90 ve gerektirdiği sonuçlarından çok daha iyi benimsemişler ve özümsemişler o tarihte.

Hasan Gerçeker, demecinin sonunda, ‘Karar doğru da olabilir, yanlış da olabilir.’ diyor ve bunu 2012 senesinde söylüyor. Oysa, AİHM’nin bu konuda iki sene önce verdiği karar Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bu hukuk ayıbı kararını hukuken geçersiz kılmış durumda. Hasan Gerçeker hâlâ “karar doğru da olabilir” derken acaba neyi kastediyor, kimlere, nerelere selam gönderiyor?

Hasan Gerçeker’in demecinin üzerinde bu kadar durmayı gerektirmediği ortada ama bu tür açıklamalar yüksek yargının durumunu sergilemesi açısından, demeci verenin kişiliğinden, öneminden bağımsız olarak, çok önemli.

Hasan Gerçeker emekli olduktan sonra da Türkiye Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu Başkanlığı’na getirildi; bu seçimi yapanları da kutlamaktan başka şey elimden gelmiyor ama sektöre yakışmadığını iddia etmek de kolay değil doğrusu.
e.karakas@zaman.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder