Popüler Yayınlar

ALİ NİHAT TARLAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ALİ NİHAT TARLAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2013 Perşembe

‘Lügatle pehlivanlık olmaz...’ - Hilmi Yavuz

Türkiye’de akademik ya da entelektüel hayatta, rahmetli Ali Nihat Tarlan Hoca’nın bir özdeyişinin, sıklıkla unutulduğu söylenebilir: Tarlan Hoca’nın, o özdeyişi, ‘Lügatle pehlivanlık olmaz!’ idi...

Ali Nihat Hoca, bu özdeyişle, yazımından ve anlamından emin olsak bile, bir kelime konusunda sözlüğe bakmanın muhtemel bir yanlışlığa düşmeyi önleyebileceğini dile getirmekteydi.

‘Lügatle pehlivanlık olmaz!’ özdeyişinin, sadece, kelimelerin yazımı ve anlamlarıyla sınırlandırılması söz konusu değil elbette.

Bilgi aktarımı için de geçerli bir özdeyiş bu! Hafıza-i beşerin sadece nisyan ile malul olmadığını; ama zaman zaman doğru olanı değil, yanlış olanı doğruymuş zannıyla hatırlamakla da malul olduğunu unutmamak gerek...

Adını vermek istemiyorum: Ama bir üniversitemizde siyaset bilimi dersi vermekte olan Prof. Dr. unvanlı bir hanımefendinin, geçen hafta bir gazetemizde yayımlanan bir makalesinden söz etmek istiyorum.

Makale, ilahiyat fakültelerinden felsefenin zorunlu ders olmaktan çıkarılması üzerineydi...

Yazı elbette klasik Aydınlanmacı söylemle, ‘orta çağ karanlığı’ndan bahis açıyor ve sözü İslamiyet’e getirerek ‘Allah’[ın], fanilerin [...] nasıl giyinecekleriyle, günlük yaşamlarıyla ilgilenen Tanrı Zeus’ olmadığını öne sürüyordu.

Doğrusu, Allah’ın [c.c.] Zeus’la karşılaştırılmasını anlamış değildim: Monoteist bir dinin tanrısı ile, politeist bir dinin tanrısı arasında bir mukayese nasıl sözkonusu olabilirdi ki?

Üstelik, öne sürülen argüman da doğru değildi: Zira Vahiy, Müslüman insanın giyimi konusunda olduğu kadar günlük yaşamları üzerinde de apaçık hükümler getirmekteydi.

Daha uzağa gitmeye gerek yok: Tesettür konusuna, giyim ve gündelik yaşama ilişkin Vahiy ayetlerini hatırlamak yeterliydi...

Prof. Dr. hanımefendi, İslam felsefesinin yol açıcılığını, haklı olarak yüceltirken şunları yazmıştı:

‘Öte yandan, akılcılığı benimseyen Endülüs Emevi devleti, İbni Rüşt, İbni Memun gibi, yazgıcı İslam felsefesi karşısında kişiyi yücelten ve irade özgürlüğünü öne çıkaran İslam felsefesine ortam sağlayarak Avrupalı filozofların gözünü açmıştır.’

Beni bağışlasınlar ama hangisini düzelteyim.

Bir: İbni Rüşt veya İbni Memun değil, İbn Rüşd ve İbn Meymun olmalıydı;

İki: Bu cümleden İbn Meymun’un bir ‘İslam filozofu’ olduğu anlamı çıkıyor:

Oysa, İbn Meymun [Maimonides] Müslüman değil, bir Musevi filozofudur: Malumu ilam kabilinden söyleyeyim: Avrupalılar İslam filozoflarının adlarını Latinize ederken

[İbn Sina’nın Avicenna; İbn Rüşd’ün Averroes olması gibi!],

Araplar da, bazı pagan, Hıristiyan ve Musevi filozof ve bilim adamlarının adlarını Arapçalaştırmışlardır

[Ptolemaios’un Batlamyus; Platon’un Eflatun, Maimonides’in İbn Meymun olması gibi!]

Değerli hocamız, İbn Meymun’u, adına bakarak Arap ve Müslüman zannetmiş olmalı!

Üç: İrade özgürlüğü meselesinin İslam’da tartışmalı bir konu olduğu bilinir. Avrupalı oryantalistler, Eş’ariliği ve dolayısıyla Gazali’yi, bir tür Cebrilikle itham etmişlerdir; ama bu hiçbir kayıt ve koşulda doğru değildir.

Prof. Dr. hoca hanımefendi, bu konuda, bendenizin naçiz bir makalesine bakabilir: ‘İslam’da İnsan Özgürlüğü Üzerine Felsefi Bir Deneme’ [‘İslam’ın Zihin Tarihi’ içinde, Timaş Yayınları].

Ali Nihat Hoca ne kadar haklı: Lügatle pehlivanlık olmaz!..