Üstad Said Nursi, insanları “ehl-i rahat ve ehl-i taharri” olmak üzere iki gruba ayırır.
Aydın’ın zihni rahattır, Aydınlanma’nın inşa ettiği zeminde sorunsuz olarak ilerler; kesin bilgiyi tabiattan akıl ve bilimle elde edeceğini düşünür; bu da zaten bilim adamlarının işidir.
Rahatlık, bilgiyi internetten, medyadan ve harcı alem yollardan tedarik eden orta seviyedeki okur yazarlara doğru indikçe zihin bayağılaşır.
Genel kültürün zihinleri yönlendirdiği hakikati tahrifatın ve suistimalin “milli eğitim” marifetiyle yapıldığı bir evrende ne hikmet ve irfan, ne tefekkür ve felsefe, ne de sanat ve edebiyat olur.
Bilim adamları, akademisyenler, uzmanlar ve stratejistler zihinleri blokaj altına alır; onların ürettiği kültürü popçular ve topçular medya, spor, eğlence, magazin, resmi ve sivil mecraları kullanarak toplumsallaştırır.
Kültür toplumsallaştıkça, bireyler sürünün tekil varlıkları haline gelir. Kültürle yoğrulmuş bir toplumu yönlendirmek, etkilemek daha doğrusu determine etmek çok kolaydır.
Kaliteli olana talep olmadığından mesela mimaride Sinan çıkmaz; kimse Itri’den zevk almaz; Baki veya Fuzuli’nin zaten dilinden anlayan yok.
Sinan’ın mimarisinde bilgi, irfan ve estetik (iman, İslam ve ihsan) bir arada mezcedilmiştir. Göz nuru, hasbi emek, bilgi, statik hesaplar, geometri iç içedir.
Sanat aynı zamanda adalet arayışıdır. Ufacık bir ayrıntı yerli yerinde değilse uyumsuzluk gözünüzü rahatsız eder, çünkü o çizgi, o renk veya ufacık nesne yerli yerine konulmamıştır.
Sinan’ın mimarisinde yapılar sadece mekâna uyum sağlamaz; ruh, maddi tabiat ve evrenin kozmik düzeniyle de uyum içindedir.
Muhafazakâr iktidarın yeniden yapılandırdığı kadim şehirde insan ruhuna batan gökdelenler, sefertası tipi yükselen Babil kuleleri, hırsın ve şehvetin gözlerini kararttığı tecavüzcüler gibi o narin camilerin, çeşme ve medreselerin etrafını kuşatmaktadırlar.
“Tefahür ve tekasür”ün kışkırttığı bu büyüme çılgınlığı başarı ve meşruiyetin ölçüsü olmuştur.
Dinler ve dinlerin manevi öğretileri rahatlık yerine çileyi, hırs ve ihtiras yerine kanaatkârlık ve tevazuyu öne çıkarıyorlar.
Nefsi azdırarak değil, ona karşı mücahede ederek kurtulmak mümkün. Bu bakış, araçların çoğaltılmasına izin vermez, dini ve manevi aklı öne çıkarmayı gerektirir.
Araçların bolluğu amaçla beraber anlamın da kaybolması demektir. Evlerimize bakalım, eşyalarla doldurduğumuz bu evler neden huzur vermiyor?
Çünkü eşyanın çokluğu huzuru sağlamıyor. Sanki yüce Allah bizden sevgi ve şefkati aldı. Konfor arayışı, insanoğlu için daha rahat ve huzurlu bir hayat sunması beklenirken, paradoksal olarak huzursuzluğun kaynağı olması ilginç bir yere tekabül etmekte.
Zihinler sathileştikçe politik demagoji siyasi mücadelede etkili araç olmaya başlar. Hayat faaliyetlerinin temel yönelimi konformizme endekslenebildiği ölçeklerde kitleler özgürlüklerini kaybeder.
Rahat hayat peşinde koşan insan, kendini ilahi isimlerin tecelli ettiği ayna mesabesinde görmez. Çünkü hakikatin bilgisine ve ahlaki yüksek zevke merakı yoktur.
Güneşin aydınlattığı dünyada varlıkların aynada daha iyi yansıması için üstünü sürekli cilalayıp (takva ve ibadetle) parlatmak gerekir.
Konfor arzusu, aynanın üstünü kirletir, pas tutmasına yol açar. Pekiyi dinler, kadim gelenekler, hikmet ve irfan öğretileri “nefsi dizginleyin; şehveti iffetle, bilgiyi hikmetle, kuvveti adaletle dengeleyin” derken yalan mı söylediler veya yanıldılar mı? Modern dünya, milyonlarca sene sonra mı insana doğru yolu gösterdi?
http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/rahat-arayisi_2070814.html