02 Ocak 2012
Geçtiğimiz hafta, Star Gazetesi
yazarı Mustafa Akyol, Demokrat Hukukçular Derneği’nin merkezinde bir sunum
yaptı. ‘Müslüman Liberal Olabilir mi’ başlıklı bu sohbette aldığım notlardan
bir kısmını, bugün sizinle paylaşacağım. Bu gün ağırlıklı olarak sadece,
Akyol’un sunumunu aktaracağım.
Bir sonraki yazıda da hem sunum hakkında, hem de
genel olarak, ‘İslam devleti kavramına liberal bir okuma denemesi’ yapmaya
çalışacağım.
Aşağıdaki
metin, sohbet notları olduğu için, normal bir makaleden beklenmesi gereken
özelliklere sahip olmayabilir. Bu yüzden metindeki paragraflar arasında
kopukluk olabilir. İhtiva ettiği konular bakımından, liberalizmin her bir alt
başlığı, bir paragrafta özetlenmeye çalışmaktadır.
Şimdi sözü, Akyol’a
bırakıyorum:
-Bireycilik
(birey hürriyetinin merkezde yer alması)
-Hürriyet
-Eşitlik
Yukarıdaki
özellikleri eksenine alan liberalizm, modern çağda gelişen bir ideolojidir.
Modern öncesi çağda da bu üç özellik vardı. İslamiyet’te de vardı. Ancak, modern çağda, hürriyete saldırılar fazla olduğu için, hürriyeti savunma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Özellikle sanayi devrimiyle ortaya çıkan modern devletlerin, hürriyeti kısıtlamaları karşısında, hürriyeti savunmak, liberalizm ile beraber ortaya çıkmıştır.
Modern öncesi çağda da bu üç özellik vardı. İslamiyet’te de vardı. Ancak, modern çağda, hürriyete saldırılar fazla olduğu için, hürriyeti savunma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Özellikle sanayi devrimiyle ortaya çıkan modern devletlerin, hürriyeti kısıtlamaları karşısında, hürriyeti savunmak, liberalizm ile beraber ortaya çıkmıştır.
Thomas,
‘modern devlet, bir ejderhadır.’ diyor. Modern devlet, vergi topluyor,
çocuğumuzu eğitiyor, bürokrasisi var, polisi var ve çok geniş kapsamlı bir
memur ordusu var. Bu canavar, bize tahakküm edebilir. Devletin kurucusu da
düşmanı da Thomas Hobbs’dur.
Hürriyeti
savunma adına, Avrupa’da iki damardan söz edebiliriz: Birincisi, Fransa’da
Voltaire, Rousseau gibi düşünürlerin geliştirdiği hürriyet fikridir. Bu
hürriyet fikri, kilise karşıtı bir söylem geliştirmiştir. Bu yüzden Fransız
devrimi kilise karşıtıdır.
İkinci
damar, Anglo-sakson damarıdır. İngiltere’de, kral, yetkilerini devretmeye başladığı
için, hürriyet, bir sınıf mücadelesi şeklinde gelişiyor. Bu damarda hürriyet,
dine karşı bir tavır olarak gelişmiyor. Bilakis, dine karşı tarafsız kalarak
gelişiyor. John Locke, ‘İngiltere’de çok kilise var. Bunlardan hangisinin doğru
olduğunu Allah bilir.’ Kimse kendisini tek görmüyor.
İslam
tarihinde de Mürcie mezhebi, ‘kimin doğru olduğunu, Allah bilir’ fikrini
savunuyor. Burada da çoğulculuk vardır. Bu görüş ile anglo-sakson anlayışında
paralellikler var.
Prüten mezhebi, Amerika’ya özgürlük için gidiyor. Devlet, tarafsız olsun. İsteyen istediği gibi dinini yaşasın diye.
Bu yüzden, özgürlük, Amerika’da dini özgürlük biçiminde gelişirken, Fransa’da dinden özgürlük, yani dine karşı özgürlük biçiminde gelişiyor.
Yaratıcının her insana verdiği, çiğnenemez hakları vardır. Hükümetler, bu hakları korumak için vardır(ABD bildirgesinden).
İki türlü
liberalizmden söz edebiliriz:
1-Siyasi liberalizm
2-İktisadi liberalizm
Demokrasinin
temel kuralı, seçimlerdir. Yani, yönetim, seçilenlerce oluşturulur. Bu günkü
liberalizmde ise, uygulamaların hukuka uygun olması önemlidir. Demokratik
çoğunluğun, bireyin haklarına aykırı davranmaması gerekir. Bu bakımdan,
liberalizme göre, hak ve özgürlüklerin bir üst şemsiyesinin olması lazım.
Başkasına
zarar vermediği sürece, insanın özgürlüğüne dokunulamaz. ABD’de birçok yerde,
pazar günü içki satılamaz. Washington’da, umuma açık yerlerde içki satılmaz.
ABD’de içkinin doğrudan yasak olduğu yerler de vardır.
ABD’de dini
özgürlüklerin sınırı çok geniştir. Siz, ‘biz, şu şu fikirleri olanlar, bir
cemaat olarak yaşamak istiyoruz’ diyebilirsiniz. Mesela Amish tarikatı,
elektrik öncesi bir dünyada yaşıyorlar, elektriksiz yaşıyorlar. Çocuklarını,
devlet okuluna göndermiyorlar. Okullarda, müfredatı da seçme hakkı var.
İsrail’de
İsrail devletinin gayri meşru olduğunu savunan gruplar var. Bunlara göre,
İsrail devletinin kurulması için, Mesih’in gelmesi gerekiyordu. Oysa ki Mesih,
henüz gelmemiştir. Mesih, henüz gelmeden devlet kurulduğu için, bu devlet,
meşru değildir. Ve İsrail devleti bu topluluğu yok etmeye çalışmıyor, belli
mahallerde yaşama hakkı veriyor.
İngiltere’de
insanlar, isterlerse kendilerine özel bir hukukun uygulanmasını isteyebilirler.
Hatta, son yıllarda, İslam şeriatının uygulanabileceğine dair teklifler var ve
bu teklifler çok da yadırganmıyor. Hatta kısmen uygulanıyor.
Bir toplum,
siyasi liberalizmi kabul ettikten sonra, ister dindar bir toplum olur, isterse
seküler bir toplum olabilir. Liberalizm, birey hak ve özgürlüklerinin
korunmasıdır. Aslında bu gün, bizim, demokrasi dediğimiz birçok özellik, siyasi
liberalizmdir.
İktisadi
liberalizm ise, devletin iktisadi hayata girmemesidir. Ya da daha az
girmesidir. Bu, liberalizmi kapitalizme paralel hale getiriyor.
İslamiyet’teki
adalet konusunu da bu şekilde düşünebiliriz. İslamiyet, zekat ile, bireylere
hayırseverlik görevi veriyor. Komşusu aç iken, tok yatılmasını doğru bulmuyor.
Bu, temelde sivil bir iştir. Bu da liberal bir çerçevede uygulanabilir.
Mesela
ABD’de hayırseverlik geleneği vardır. Yılda 700 milyar dolar civarında bir
hayır işi vardır. Bu, bütçenin yüzde ikisini teşkil etmektedir. Fransa’da da
devletin hayır kurumları var. Oysa ki, sivil bir hayırseverlik de olabilir.
Faizsiz bir
hayat tarzı istemek de bir liberal tavırdır. Liberalizm, itikadi bir öneride bulunmuyor.
Sivil bir öneride bulunuyor.
Liberalizm
ile İslamiyet’in çatışma alanları:
1-Ridde: Dinden çıkanın, öldürülmesi olarak bilinen irtidad, aslında siyasi bir meseledir. Savaşta, saf değiştirmenin adıdır. İslam tarihinde, bazı sultanlar, hoş görmediği adamları ‘mürted’ olarak ilan edip öldürtüyorlardı.
2-Namaz kılmayanın öldürülmesi de yine içtihad yoluyla ortaya çıkan durumlardandır. Kıyas yoluyla ortaya konmuş. Bu yüzden yine, kıyas yoluyla yeni bir içtihad ile yenilenebilir.
3-Eşcinsellik gibi konular da yine liberalizm ile İslamiyet’in çatışma alanlarına dahildir.
Liberalizmin,
dinle çatışmaya başladığı yer, benim liberalizmimin son bulduğu yerdir. Bu
yüzden, liberalim diye, her türlü rezaleti benimsemek zorunda değilim.
Eşcinsel
evlilik de liberal ahlak ile çatışıyor. Liberal olup, eşcinsel evliliği
savunmaktansa, taaddüd-ü zevcat fikri daha makul görünüyor.
Bu çatışma alanlarına rağmen, dindarlar, liberal bir ekonomik düzende yaşayabilirler. Liberal ekonomik düzenler, devletin müdahaleci olduğu sistemlerden daha iyidir.
Bu çatışma alanlarına rağmen, dindarlar, liberal bir ekonomik düzende yaşayabilirler. Liberal ekonomik düzenler, devletin müdahaleci olduğu sistemlerden daha iyidir.
‘Devlet
bizim olursa problem olmaz’ demek, İslamiyet adına söylenemez. Devletin yaptığı
haksızlıklar, İslam’a mal edilir. ‘Sadece hak, benim mesleğimdir’ derseniz, bu,
sistemi, otoriterliğe götürür.
Vakıf
sistemi de sivil bir alandır. Bizde de Fransız sistemi gibi, hayır işlerinde
devlet tekeli var ve Kızılay, hayır işlerinde tekel sahibidir. Liberal sistem
ise, fiiliyatta daha da başarılıdır.
İktisadi liberalizmin olmadığı yerde, insan çalışmak istemez. Özel teşebbüs ve özel mülkiyetin olduğu yerde, insan, işe daha fazla sarılır. Böyle birisi, zekatı kendisi vermek ister, devlet eliyle değil.
Liberalizmin
bir başka örneği de üniversitelerdir. ABD’de üniversiteleri, sivil insiyatif
kuruyor. Türkiye’de ise devlet kuruyor.
Şeriat devleti düşüncesinde, ‘hangi şeriat?’ diye sormak lazım. Farklı şeriatlar var. Taliban şeriatı, İran Şii şeriatı, Vahhabi şeriatı. Bunlardan herhangi birisini alıp, diğerlerinin üstüne oturtamazsınız. İslamiyet, özünde bir çoğulculuk barındırıyor.
Modern
çağda, Müslüman entelektüel, modern devletin şeklini değiştirip, islam
devletini hayal etmeye başladı. ‘Hakiki şeriat’ diye bir elbise bulup, herkese
uygulatamazsınız.
Çoğulculuk, liberal bir ortamda yaşayabilir. Dini çoğulculuk da bu ortamda yaşayabilir. İçtihad kapısının açık olması, bu konuda bize kolaylıklar sağlamaktadır.
‘Zorunlu din
dersi olsun mu?’ sorusu, modern bir sorudur. Zorunlu din dersinde, Alevi ve
diğerleri ne yapsın? Liberalizme göre, çocuğun sahibi, ailedir, devlet
değildir. Liberal devlet, laik olmayabilir. Laiklik, liberalizmin olmazsa olmaz
şartı değildir.
Bu günkü Kürt sorununda, Kürtlerin kendi kendisini yönetme hakkı, liberal siyasi bir mücadele olarak okunabilir.
500 yıl
önce, liberalizm ihtiyacı yoktu. Çünkü, hak ve özgürlükler bu kadar tehdit
altında değildi. Dolayısıyla, bu gün hak ve özgürlükleri savunmak adına,
liberal olunabilir. Devletin, hak ve özgürlüklere müdahale etmesine karşı,
liberalizm, bireyi önceliyor. Modern devlet, nüfus cüzdanı vererek, bireyi
tanımlıyor, sınırlıyor. Mesela İngiltere’de, nüfus cüzdanı yok. Ve bu,
liberalliğin bir gereğidir.
16 Ocak 2012
Bugün,
‘Müslüman Liberal olabilir mi?’ sorusuna cevap bulmaya çalışacağım. Aslında,
soruyu tersinden de sorabiliriz? Liberal, Müslüman olabilir mi?
Her iki
soruda da bir ön yargı bulunmaktadır. Ve zımni olarak, Müslüman ve liberalin,
önce bir birine zıt iki ayrı dünya görüşünü temsil eden kişileri tavsif
ettiğini kabul etmekte, sonra da bu iki ayrı dünya görüşü sahiplerinin, aynı
çevreyi paylaşabilip paylaşamayacağını sormaktadır.
Bu ön yargı
yerine, liberalizmin ve İslamiyetin ne olduğunu birer cümle ile özetlemeye
çalışarak yola çıkalım. İslamiyet, içinde akletmeyi de barındıran ve fakat
hükümlerini vahye dayandıran ilahi hükümler mecmuasıdır. Liberalizm ise, aklı
eksenine alan ve fakat ilahi hükümleri de akıl ile tartan dünyevi bir
ideolojidir.
Bu kısa
tarifte özetlemeye çalıştığım şey, İslamiyetin bir din olduğu, liberalizmin ise
bir ideoloji olduğudur. Dolayısıyla, bu yazıda dinin çok geniş olan kapsama
alanını, bir ideolojinin sınırlı kapsama alanı ile karşılaştırmanın abes
olduğunu vurgulamalıyım.
Farklı anlam
kümelerini içinde barındırmasına rağmen, ikisinin de dünyevi bir sorunu çözmek
konusunda, ilkelerini karşılaştırmak mümkündür. Söz gelimi İslamiyetin ekonomik
sahaya ilişkin ilkeleri nelerdir? Liberalizmin ekonomik ilkeleri nelerdir?
sorusunu sormak ve cevaplamaya çalışmak, anlamlı bir çabadır.
Yine
liberalizmin, devlet aygıtı karşısındaki duruşu ile, dinin devlet aygıtı
karşısındaki duruşu arasında karşılaştırmalar yapmak, hatta bazı kavramları
ödünç almak mümkündür.
Bediüzzaman,
tarih boyunca, felsefenin, dinle barışık olması halinde insanlığın parlak
devirler geçirdiğini belirtmektedir.
Bu
karşılaştırmayı, liberalizm ile ilgili de yapabiliriz. Liberalizm, dayandığı
akli sonuçları, vahyin hükümleri ile çatışma biçimine sokarsa, liberalizm ayrı
bir yolda, İslamiyet ayrı bir yolda gider. Dinle barışık felsefe gibi
liberalizm de vahiyle barışık giderse, bu insanlığın dünyevi selameti
bakımından daha hayırlı bir sonuç verebilir.
Liberalizm
hakkında özet bir bilgi vermek, yukarıdaki noktaları karşılaştırmaya yardımcı
olabilir.
Fransız ihtilalinin kökeninde üç önemli kavram vardır. Liberte (serbestlik), freternite (kardeşlik) ve egalite (kardeşlik). Bunlardan liberte, liberal düşüncenin kaynakları arasındadır. Bireycilik, özgürlük ve eşitlik ilkelerinden yola çıkan liberalizm, bir aydınlanma felsefesi ürünüdür. Aydınlanma felsefesinin ürünü olması, yer yer onu, bütün aydınlanma ideolojileri ile paralel sonuçlara götürmüştür.
Bir ideoloji
bir siyasal düşünce olmasına rağmen, liberalizm, daha çok iktisadi teorilere
dayandığından dolayı kapitalizmle paralel bir düşünce yapısı olarak
algılanmıştır. Gerçekten de liberalizmin ilk yüzyılı, kapitalist süreçlerle
anılır. Bu yüzden liberal düşünce yapısı ilk kuruluş yüzyılında, ‘daha az
devletçi daha çok bireyci’ olmasına rağmen, yol açtığı kapitalist süreçlerden
dolayı, bir yandan bireyci, öte yandan devletçi bir görünümdedir.
Bu çelişki,
yani hem devletçi hem de bireyci olması daha çok birey menfaatine ilişkindir.
Devlet, bireyin menfaatlerini korumak, geliştirmek ve daha çok büyütmekle
meşgul olmalıydı. Bireyin menfaatleri ne kadar geliştirilirse, toplumun
menfaatleri de o denli büyüyecek ve sonuçta devletin çıkarları büyümüş
olacaktı.
Böylece,
sonuçta devletin çıkarlarını büyütmeyi hedefleyecek şekilde bir birey hakkından
söz edilebilirdi. Son tahlilde, söz konusu olan, birey de olsa devlet de olsa
fayda, ana eksendeydi.
Menfaatler, daha çok ekonomik olanlardı. Zira fayda
olmadan ekonomik özgürlük, ekonomik özgürlük olmadan bireysel mülkiyet,
bunların hepsi olmadan da mutluluk olamazdı.(J.Bentham) Mutluluk dediğimiz,
bireysel mutluluktu. Bireysel mutluluğun temelinde de hazz vardı. Devletin
amacı, bireysel hazzı maksimize etmekti.(J.S.Mill)
Bireysel
hazzı gaye edinmek, bireysel hazzı maksimize etmek, hazzcılıkla sonuçlanmış ve
bu güne geldiğimizde insanoğlu, zevki uğruna yapmayacağı bir şey kalmamıştır.
Hatta, işkence ve insan öldürmeyi bile zevkleri arasına almıştır. Bu gün
gelinen noktada, hazzcılık ‘her şey zevk için’ şeklinde sloganlaştırılmaktadır.
Tam da
burada, Bediüzzaman’ın bu günkü batı medeniyetinin gayesi olarak, ‘nefsin
hevesatlarını arttırmak’ ve ‘hacat-ı beşeriyeyi tezyid için bazı lehviyat’
olarak tespit etmesini hatırlamak gerekir.
Bireysel
hazz dediğimiz kişisel menfaatler, herkese kafi gelmediğinden dolayı, çatışma
ve kriz ortamlarının doğması kaçınılmazdır. Nitekim dünya savaşları bu fikrin
bir sonucudur. 1929, 1970 ve 2008 yılından beri bütün dünyayı etkisi altın alan
finansal ve ekonomik kriz, yine aşırı tüketim ve aşırı üretim anlayışının bir
krizidir.
Yine 20.
asır öncesi döneminde liberalizm, her ne kadar devletin müdahalesine karşı
dursa da, devletin, iktisadi güçler arasında tarafsız kalmasını savunarak,
küçük sermaye ve emeğe karşı gittikçe büyüyen kapitalist sermayenin ezici
gücüne karşı hiçbir şey yapmamıştır.
Hatta, ‘Laissezfaire,
laissepasse’’Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ diyerek, kapitalist
düşünce yapısının oluşumuna zemin hazırlamıştır.
Sonuçta,
ulus-devletin daha belirleyici olduğu, kapitalin belli kişilerde toplanması,
sermaye ile emek arasındaki uçurumun daha da arttığı bir dünya kuruldu.
Bu gün geldiğimiz noktada, liberalizm denince, daha çok özgürlük, daha az devlet, daha çok demokrasi gibi kulağa hoş gelen söylemlerle beraber, eşcinsel evlilik, mutlak bir kadın-erkek eşitliği gibi sevimsiz özgürlük söylemleri de mevcuttur.
Bunun yanında, çılgınca tüketim özgürlüğü, kapitalizmin üçüncü dünya
ülkelerine karşı saldırısına karşı liberal düşüncenin diyeceği çok fazla bir
şey yoktur.
30 Ocak 2012
Liberalizmi değerlendirmeye devam
ediyorum. Bir önceki yazımda, liberalizmin fikir babalarının sözlerinden,
liberal felsefeyi anlamaya çalışmıştım. Özetlersek, geçtiğimiz yüzyılın küresel
kapitalizmi, büyük ölçüde liberalizme dayanmaktaydı.
Her ideoloji gibi, liberalizm de değişken olduğundan dolayı, bu günkü liberal düşünce ile on dokuzuncu yüzyıl liberalizmi arasında farklar oluşmuştur. Liberalizmin ilk yüzyılı, sanayi devriminin etkisini açık bir şekilde taşımaktadır.
Yirminci yüzyılda ise liberalizm, yüzyıl boyunca cereyan eden
savaşları üreten küresel bir kapitalizm icat etmişti. Bu yüzden, liberalizm,
yavrusu olan kapitalizm ile yüzleşmesi gerekiyor.
Kapitalizmin
gelir dengesizliğini doğurmasından dolayı, bazı liberaller, sosyal demokrasinin
bazı kavramlarını kullanmaktadır. Buna rağmen liberalizm, kapitalist piyasa
mekanizmasına bir çok enstrüman sağlamaktadır. Bu yüzden, kapitalizmin bütün
olumsuz yönlerini liberalizmin hanesine yazmak durumundayız.
Yirmi
birinci yüzyılda, liberalizmin sosyal demokrasi ile karşılıklı etkileşiminden
söz etmek mümkündür. Sosyal demokrasi, devletin sosyal politikalara öncelik
verip, ekonomik olarak daha düşük gelir grubunu teşkil eden vatandaşlara devlet
desteğini savunmaktadır.
Oysaki liberalizm, devletin bu tür sosyal politikalar
takip etmesine karşı çıkmaktadır. Her ne kadar bazı liberaller, sosyal
demokrasinin bu olumlu yönünü kabullenseler bile, genel olarak liberalizm, devlet
desteğine karşı çıkmaktadır. Bu olumsuzluğu da liberalizmin hanesine yazmak
gerekir.
Özgürlüğü,
sınırsız serbestlik biçiminde algılayan liberalizm, eşcinsel evlilik, kadın ve
erkek eşitliği ve bunun paralelinde feminizm gibi konularda da sınırsız özgürlükçüdür.
Bu özgürlükçü tavır, toplum çoğunluğunun özgürlüğünü, eşcinselin özgürlüğüne
feda etmektedir. Liberalizm ideolojik bir doktrin iken, cinsiyetçiliğin
saldırganlığını özgürlük olarak kabullenmektedir.
Siyasi
liberalizm, kendisini bazen iktisadi liberalizmden ayrıştırmaktadır. Sadece
birey özgürlüğü ve devlet karşıtlığı ekseninde kendisini tanımlamaktadır.
Dünyadaki kapitalist ekonomik buhran, iktisadi liberalizmin popülaritesini
azaltırken, siyasi liberalizmin popülaritesini arttırmıştır.
Bugün Türkiye toplumunda liberal düşünce denince, daha çok siyasi liberalizmden beslenen bir düşünce kulübü akla gelmektedir. Liberal düşünce, bir ideolojiden çok, bir düşünce ekolü gibi görünmektedir.
Geçtiğimiz
yüzyılda sosyal demokrat kesimle bazen aynı ortak paydayı paylaşan liberalizm,
bu gün kendisinin dışındaki fikir ve gruplardan olumlu tepkiler almaktadır.
Katı devletçi Kemalist elitin dışındaki birçok kesimin liberal düşüncenin etki
alanına girdiği gözlenmektedir.
Bu etki, iktidar çevrelerinin önemli bir kısmında ve bazı dindar gruplarda da kendisini göstermektedir. Bunun anlamı, liberal ekolün en azından bir kısım düşünceleri, dindar camia tarafından kabul görmektedir.
Bu
satırların yazarı da devlete karşı bireyin özgürlüğü, devletin küçülmesi ve
zulüm aracına dönüşmemesi, ekonomide serbest piyasa anlayışı, devletin bütün
kesimlere karşı eşit mesafede davranması, ideolojisiz devlet, bütün fikirlerin
serbest dolaşımı konularında liberal düşüncenin bazı enstrümanlarının
kullanılmasına katılmaktadır.
Liberal düşüncenin,
dindar kesime bakışı, diğer bütün kesimlere bakışı gibidir. Bu açıdan, herkese
eşit mesafededir ve özgürlükçüdür. Liberal düşünceye göre her türlü görüş,
iktidara gelme potansiyeli bakımından eşittir. “Liberal Müslüman olabilir mi?”
sorusu önemsizdir.
Zira, liberal olan, diğer düşünce yapılarına nötr
bakmaktadır ve ilgisizdir. Liberal biri, elbette Müslüman da olabilir. Ancak,
katı bir liberalizm ideolojisine sahip birisi için, İslamiyet, diğer din ve
düşünce yapıları gibi bir yapıdır.
Ancak, Müslüman
birisinin liberal oluşu, önemlidir. Zira genel olarak Müslümanlar, devletçi bir
düşünce yapısına sahiptirler.
Devletçi olmak, bireye karşı devleti öncelemek,
devleti kutsal kabul etmek, devlet yöneticilerinin yaptıklarını ‘halife’ ve
‘emir-ülmü’minin emri’ gibi görmektedirler.
Ulu-l emrin yaptıklarına da dini
bir motif verilince, devletin bütün yaptıkları, dini bir meşruiyet kılıfı
içinde sunulmaktadır.
Böyle olunca, dindarların önemli bir çoğunluğu, devletin yaptığı zulümlere, zulüm dememekte; haksızlıklara haksızlık dememektedirler, diyememektedirler.
Diyemeyince de demokrasi, adalet, hak ve hukuk kavramları, böyle bir dindar
için ikinci üçüncü derecede korunması gereken değerler olarak kalacaktır.
“Müslüman,
liberal olur mu?” sorusu, bu tür Müslümanlar için önemlidir ve gereklidir. Daha
açık söylemek gerekirse, sözünü ettiğimiz bu kesimlerin liberalleşmesi, liberal
düşünce adına değil, İslamiyet adına önemlidir.
Bu açıdan bakıldığında,
Müslümanın liberalleşmesi, dininden feragat etmesi, başka bir ideolojiyi dinine
dahil etmesi değil, bilakis, kendi dini normlarına dönüşü ifade ediyor.
İslamın
kendi normlarında, bu günkü anlamda devleti kutsayan, bu günkü anlamda devleti
hedefleyen bir ‘İslam devleti’ anlayışı mevcut değildir.
Ne ayetlerde ne de
hadislerde, bu günkü modern devletin izlerini bulmak mümkün değildir. İslam
düşünce mirasının hiçbir yerinde, bu günkü jakoben ulus-devletin, tepeden
inmeci, insan hak ve hukukunu hiçe sayan uygulamalarının örneklerini bulmak
mümkün değildir.
Müstebit hükümdarlar gelip geçmiş olabilir. Ancak bunlar,
İslamın istibdadı meşru gördüğüne delil olamaz. Bediüzzaman hazretleri de
ikinci meşrutiyet sırasında, ‘İslamiyetin, istibdada müsait olduğunu
zannedenler’ olduğundan bahisle, onları şiddetle eleştirmektedir.
İslam düşünce
tarihi, devlet kavramına yaklaşımda ilim ehlinin hep mesafeli durduğunun
örnekleriyle doludur. Yaşayan İslamın bu günlere taşıyıcısı olan dört mezhep
imamının devlete karşı mesafeli duruşu, dört halife devrinde, Hz. Ali (ra)
dönemi hariç, devleti yönetme konusunda sahabeler arasında bir mücadelenin
olmaması, İslamın sadece devlet eliyle yaşanacak ve yaşatılacak bir din
olmadığını ortaya koymaktadır.
İslam ana
damarını teşkil eden ehl-i sünnetin ulemasının büyük çoğunluğu, devlet
kademelerinde görev almaktan çekinmişlerdir.
Devlet eliyle, bir mezhebin resmi
mezhep haline gelmesi ise münferit bir vak’adır ve bu da ehl-i sünnet
çizgisinde değil, mu’tezile mezhebinin iktidara gelmesinden sonradır.
Gerçekten de
Abbasiler zamanında, Halife Me’mun halife olduktan kısa bir süre sonra 30-40
yıl boyunca mu’tezile mezhebi, devletin resmi mezhebi haline gelmiş ve diğer
mezhep saliklerine hayat hakkı tanınmamıştır.
Bir çok ehl-i sünnet alimi,
devlet eliyle Kur’anın mahluk olduğunu kabul etmeye zorlanmış, kabul
etmeyenlerin bir kısmı öldürülmüş veya işkence çektirilmiştir.
Hambeli
mezhebinin ana kurucusu kabul edilen Ahmed bin Hambel bile, yıllarca işkence
görmüş ve yerinden yurdundan sürülmüştür. İtikadi bir tartışma alanında kalması
gereken Kur’anın mahluk olduğu fikri, sadece tartışma alanında kalmamış, siyasi
alana da taşınmıştır.
Öyle anlaşılıyor ki, resmi mezhep anlayışı, mu’tezile tarafından İslam düşünce tarihine miras bırakılmıştır. Ve yine iktidar eksenli bir İslami düşünce yapısı da yine mu’tezile tarafından bize miras bırakılmıştır.
Zira, Mu’tezile
iktidardan düştükten sonra, ehl-i sünnet çizgisindeki bazı halifeler de
mu’tezile alimlerine baskı yapmışlardır.
Bu tarihten
sonra, ‘İslam devlet’lerinde, zaman zaman mezheplerin resmi ideoloji haline
gelmesinden söz edebiliriz. Devletin resmi bir mezhebinin olmasına karşı çıkmak
gerekir.
Buna karşı çıkmanın adı, liberalizm olabilir, laiklik olabilir, ya da
başka bir isim bulunabilir. Ancak adı ne olursa olsun, devletin resmi bir
mezhebi olmamalıdır.
Osmanlı’nın
son döneminde, teşebbüs-ü şahsi ve adem-i merkeziyeti savunan Prens Sabahattin
ve takipçileri de, ‘ahrar’ fırkasını kurmuşlardı.
O dönemdeki ahrar, bu günün
liberalleri idi. Bediüzzaman da ahrarı, genel olarak desteklemekte ve
özgürlükçü fikirlerini savunmaktadır.
Bu güne
geldiğimizde, istibdada karşı, özgürlükçü, hak ve adalet savunucuları ile
birlikte el ele vermek, hak ve hakikatin bir gereğidir. Bu, liberaller için de
geçerlidir.
Hıristiyan ruhanileri ile de ortak müştereklerde buluşan bir mü’min,
liberallerle de ortak müştereklerde buluşabilir. Müştereklerde buluşmak,
onların yanlış fikirlerini de savunmayı gerektirmemektedir.
Öyle ise,
bir Müslümanın liberal olması, bir liberalin Müslüman olmasından evladır.
http://www.risalehaber.com/musluman-liberal-olabilir-mi1-12273yy.htm internet sayfasından alınmıştır.
Bir araba dolusu laf-i guzaf..
YanıtlaSilMustafa Akyola birkac yil once, bir yil boyunca su soruyu sordum: Liberalizm de Komunizm/Sosyalizm/Fascizm?v.s. gibi HerkeseYekYasalci degil mi? Allah Kitabinda "De ki! "senin yasan sana, benim yasam bana!"" demiyor mu? Siz liberalistlerse "Bizim Yasa herkese yeter!" demiyor musunuz? Siz liberalistler, komunistler gibi aslinda 19yy sonlarinda anarsitlerin HerkeseYekYasalcilara karsi YokYasa pesinde helak olduklarini gordukten sonra GecikmeliYokYasalcilar olarak turemediniz mi? Siz liberalistlere/komunistlere gore YokYasanin bilinmez bir gelcekte EVREN tarafindan gerceklestirilebilmesi icin hem nitel hem de nicel kosullarin olusmasi gerekli degil mi?
Simdi buraya aktarilan bu yazilar sorularima cevap mi?
Lutfen elinizi vicdaniniza koyup siz karar verin.