28 Şubat devlet faciasının 16. senesinde illaki de bir 28 Şubat siyasi
yorum yazısı gerekmiyor, bu alanda söylenecek şeylerin çoğu söylendi,
gerisi artık yargının işi.
Yorum yazımda geleceğim sonuç aşamasının siyasi uzantılarından da 28 Şubatçıların hiç hoşlanmayacağını düşünüyorum; hatta bir adım daha ileri gidersem, böyle bir siyasi çerçevenin 28 Şubat ve benzeri devlet facialarının en kalıcı, etkili ilacı olacağını da ileri sürmek mümkün.
Gelelim rekabet kavramının değiştiğini düşündüğüm çerçevesine ve bu değişimin 28 Şubat zihniyeti ile kurmaya çalışacağım ilişkisine.
İktisat bilimindeki, rekabet hukukundaki rekabet kavramı ağırlıklı olarak mal ve hizmet ticareti üzerinedir; rekabette hakkaniyet, etkinlik ağırlıklı olarak mal ve hizmet ticaretinde mal ve hizmetlerin akışını, yönünü, satışını faktör verimlilikleri dışında başka faktörlerin belirlememesi üzerine tanımlanmıştır.
Hangi mal ya da hizmet daha verimli üretiliyor ise, yani rakip mal ve hizmetlerle eşit kalitede daha ucuz ise tüketicinin o mala yönelmesi rekabet alanının özüdür.
Rekabet alanı son yüzyılda dış ticaretin büyük gelişimi ile yavaş yavaş küresel (Dünya Ticaret Örgütü) ya da bölgesel (mesela AB) olarak tanımlanmaktadır; David Ricardo’dan yani 1815’ten beri, İngiltere ve Portekiz, kumaş-şarap dış ticareti üzerinden öğrendiğimiz kadarıyla da küresel rekabeti ve ticareti ülkelerin faktör verimlilikleri belirlemekte, mutlak ya da nispi olarak hangi ülke hangi üretim faktöründe daha rekabetçi ise üretimde o faktörü ağırlıklı olarak kullanan ülke o malın dünya ya da bölge tedarikçisi olmakta, mallar küresel ya da bölgesel olarak dolaşmakta, rekabet otoriteleri de, mesela AB Komisyonu, Dünya Ticaret Örgütü, ulusal rekabet kurumları da bu sürecin rekabete en uygun biçimde işlemesine özen göstermektedirler zira her ülkenin en avantajlı olduğu malı üretmesi hem ülke hem de dünya refahı için çok önemlidir.
David Ricardo’dan beri bildiğimiz bu kuramın uygulama çerçevesi acaba 21. yüzyılda ne ölçüde geçerli olacaktır? 21. yüzyılda küresel mal ve hizmet ticareti artacak mı, daralacak mıdır?
Ülkeler hâlâ üretim maliyetlerinde mutlak ya da nispi avantajlı oldukları malları üretecek ve bu avantaj üzerinden küresel dış ticaret yapısı mı oluşacaktır?
Yoksa 21. yüzyıl artık, küresel ya da bölgesel olarak, malların ve hizmetlerin değil de üretim faktörlerinin ya da isterseniz aktörlerinin çok büyük seyyaliyet, mobilite kazanacağı, her mal ve hizmetin daha fazla maliyet avantajı taşıyan ülke ya da bölgede değil, tüketiciye en yakın yerde üretileceği ve böylece küresel, bölgesel ticaretin büyük ölçüde daralacağı bir yüzyıl mı olacaktır?
Bu iki genel ticaret çerçevesi yani malların üretim avantajı olduğu yerlerde üretilmesi ve küresel, bölgesel olarak satılması ile üretim faktörlerinin talebin yanına giderek üretim yapması iki farklı rekabet ve buna bağlı olarak da iki farklı siyaset, demokrasi çerçevesi ortaya çıkaracaktır; malların maliyet avantajı olduğu bölgede üretilip satılması geleneksel rekabet hukukunu, teorisini, aynı malların talebe en yakın yerde üretilmesi ise vergi matrahını ülkeye, bölgeye çekme, çekebilme temelli büyük ve yeni bir rekabet alanı oluşturacaktır.
Malların üretim avantajı olduğu yerlerde üretildiği ve küresel ticarete konu olduğu rikardocu model 28 Şubat siyasi modellerine çok daha açık ve yakın bir modeldir; maliyet üzerinden yaşanan, yaşanacak rekabet iç piyasayı, ücretleri, ücretleri yukarıya çekmeye aday gelişmeleri baskıladığı, baskılayabildiği ölçüde ekonomik olarak sınırlı ama siyaseten daha kapalı toplumlara yol açabilecektir.
Siyaseten kapalı toplum modeline, iktisaden ise dünyaya açıklığa dayalı olacak bir modelin orta vadede sürdürülebilirliği kuşkuludur ama belirli bir zaman diliminde uygulanabileceği de görülmektedir; 70’lerin Şili’si, daha öncelerin Güney Kore’si, bugünün Çin Halk Cumhuriyeti örnek gösterilebilir ve 28 Şubat zihniyetinin bu modellere de yakınlığı malumdur.
28 Şubat zihniyetinin en sevmediği, en sevmeyeceği ekonomik ve bu ekonomik modelin belirleyeceği siyasi model rekabet alanının mal ve hizmet üretiminden vergi matrahı çekme rekabetine evrileceği çerçeve olacaktır; yukarıda belirtmeye gayret ettiğim gibi mal ve hizmet ticareti ve bu ticaret temelli rekabet modelleri baskıcı, anti-demokrasi, anti hukuk devleti toplumlara açık olabilir iken, mutlaka olur demiyorum, sermaye, beşeri sermaye, vergi matrahı çekme ve bu cazibe ekseni üzerinden zenginlik arayan toplumlar, ülkeler, birlikler kapalı toplum, anti hukuk devleti maceralarına tanım gereği kapalı olacaklardır.
Sermayenin, vergi matrahının, küresel tasarrufların bir ülkeye, bir coğrafyaya teveccüh göstermesi o bölgenin, o ülkenin kendisine gelecek kaynaklara, bu kaynakların üreticilerine, sahiplerine giriş ve çıkış koşullarının aynı olacağı konusunda tartışmasız, geri dönüşsüz güvence vermesine bağlıdır ve bir iktisatçı için hukuk devleti yasal güvence, maç oynanırken kuralların, yönetim çerçevesinin değişmemesi demektir; günün önemine dayalı olarak 28 Şubat zihniyeti diye adlandırdığım darbeci, anti demokrasi, anti hukuk devleti zihniyetin en nefret ettiği model doğal olarak hukuk devletinin, evrensel hukukun temel girdi olacağı ekonomik modeldir. Vergi matrahı çekebilme üzerine rekabet temelli bir ekonomik model evrensel hukuk normları eksiksiz yürürlükte olmadan zenginlik üretemeyeceğinden darbecilerin, hukuk devleti düşmanlarının en sevmeyeceği modeldir, zira darbeci yönetimler de, Pinochet örneğini hatırlayalım, iktisadi büyüme perspektifi olmaksızın ayakta duramazlar.
Önümüzdeki on yıllarda küresel mal ve hizmet ticaretinde büyük ölçüde daralma beklenmelidir zira artık mallar maliyet açısından en avantajlı yerde değil, tüketiciye en yakın yerde üretileceklerdir, mal ticaretinin yerini vergi matrahı akışkanlığı alacaktır.
Böyle bir küresel ekonomik modelin üreteceği siyasi modeller de rikardocu ve onu izleyen senelerde geliştirilen daha sofistike dış ticaret modellerininkinden farklı olacaktır ama en büyük farkı ise 28 Şubatçı zihniyetin artık hiçbir ülkede geçerli olamayacağı, darbeci siyasi modellerin iktisadi temellerinin ayaklarının altından kaydığıdır.
e.karakas@zaman.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder