25 Şubat 2013 / CEMAL A. KALYONCU
28 Şubat’ı
Başbakanlık’ta yaşayan Mehmet Bican, fiili darbeyi Amerikalılarla
görüşen Tansu Çiller’in önlediğini ileri sürüyor. Darbe olacakmış gibi
hazırlanan gazetelerin çöpe gittiği de rivayetler arasında.
‘Gazeteler manşetlerine atacak
başlıkları, yazarlar köşelerinde savunacakları görüşleri telefonla
Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Çevik Bir’e sormayı âdet edinecek, medya
patronları istifa ettirmek için bakanların peşlerinde koşacak, büyük
sermayenin sahipleri partilerinden ayrılmaları için milletvekillerine
ikna turları düzenleyeceklerdir. Başta yargı olmak üzere her kesimden
temsilciler, Genelkurmay’da düzenlenen irticayla ilgili brifingleri
veren paşaları ayakta karşılayarak, gelecekte adına ‘postmodern darbe’
denilecek girişime alkış tutacaklardır.’
Böyle anlatıyor, 28 Şubat sürecinde medyayı, 1963’te, Akşam, Vatan ve Son Baskı gazeteleri ile gazetecilik mesleğine başlayan Mehmet Bican. Ki Bican, 1993’ten beri, Tansu Çiller DYP lideri ve başbakan olduktan iki ay sonra, onun basın müşaviri olarak yakınında bulunan bir isimdi.
Mehmet Bican, aslında, 2007 yılında, Başbakanlık Halkla İlişkiler Başkanlığı’ndan emekli olduğunda yayına hazır olmasına rağmen, zemini ve zamanı gelmediği için bekletip geçen yıl temmuz ayında, “28 Şubat’ta Devrilmek” kitabını çıkarmıştı. Kitap, o süreçte basının sadece askerlerin emrinde olmadığını da yoğun bir şekilde gözler önüne seriyordu. Bican ile medyanın 28 Şubat’taki sınavını konuştuk. Ve öğrendik ki Bican 12 Eylül darbesini Türkiye’de en erken öğrenenlerden biriydi.
-28 Şubat’ta Devrilmek kitabınızda askerlerle birlikte siyasilerin de yoğun bir şekilde medyayı kullandığını hissediyoruz. Kullanılmaya hazır bir medya var sanki. Medya bu noktaya nasıl geldi?
Refahyol iktidarını götüren kişiler, gruplar, olayların başında o dönemde medya da vardı. Türkiye’de medya bir iktidarı iktidar yaptığı gibi, götürmesini de bilir. Bunu geçmişteki tecrübelerinden Türk halkı biliyor. Biz de gazeteciler olarak biliyoruz.
Ancak 28 Şubat döneminde medyanın çok önemli bir konumu vardı. Bir tezgâhın, komplonun içinde buldu medya kendisini o tarihte. Neydi o komplo? Birtakım iç ve dış güçler, Tansu Çiller’i ve Necmettin Erbakan’ı iktidardan götürme planlamasını yapmışlardı. Bu planlama içinde medya da görevini ziyadesi ile yerine getirdi.
-Nasıl getirdi mesela?
Medyaya yardımcı olan unsurlar o tarihte harekette idi. Bunların en başında Doğu Perinçek, İşçi Partisi lideri olarak geliyordu. Onun yanında DYP’li muhalifler, milletvekilleri, üçüncüsü, bir türlü iktidar olmayı beceremeyen, ancak başbakanlık koltuğuna oturmak için büyük heves duyan Mesut Yılmaz ve onun ANAP adlı siyasi örgütü medyaya yardımcı oldular.
Örnek olarak veriyorum, İP lideri Refahyol iktidarı sürerken hiç yoktan, palavradan haberlerle ortaya çıkmasını çok iyi bildi. İşte ‘Tansu Çiller 500 milyar lirayı örtülü ödenekten götürdü’ falan diye. Kocasının uyuşturucu madde kaçakçısı olduğunu iddia etti. Çiller yalanladı bunları. Ama haberler yabancı basında yer aldı.
-Peki Perinçek bunu niye yaptı?
Perinçek oyunun bir parçasında rol alan kahramanlardan biri idi. Başka kahramanlar da vardı. Sabah’ın patronu, Milliyet’in patronu. Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne ve AB’ye girmesini istemeyen büyük patronlar vardı. Bunlar hiç üretmeden paralarını bankalara yatırıp faiz gelirleri ile geçinen insanlar. İsterler mi Avrupa’nın ileri teknolojisi ile yarışmayı? O tarihte istemiyorlardı.
-Medya bu hâle nasıl geldi peki?
O tarihe kadar karşılıksız teşvik uygulamaları vardı medyada. Çiller Sultanahmet Meydanı’nda düzenlediği mitingde kimlerin ne kadar aldığını açıklamıştı. Ve korkunç tepki aldı. Orada Sabah Grubu’nun, Milliyet Grubu’nun, büyük patronların -onlar da var-, karşılıksız teşviklerden nasıl yararlandıklarını anlattı. Özal zamanında kurulmuş, devam ediyordu o düzen. Bu muslukları kapatan Çiller’dir.
-Medya üzerine üzerine gelince o da muslukları mı kapattı?
Yok, hayır. Çiller’in kafasındaki planlamada vardı bu husus. Çünkü devlet, terörle mücadele dolayısıyla korkunç para kayıplarına uğramış. Onu bir şekilde karşılaması lazım. Onlardan biri idi bu. Bir de dünyanın neresinde var, her sene on milyonlarca doların belli kişilere peşkeş çekilmesi?
-90’lı yıllardaki gibi bir süreç medyada yaşanmış mıydı daha önce?
Böyle bir düzen sadece 28 Şubat döneminde yaşandı. Ankara temsilcilerinin Genelkurmay Başkanlığı’na telefon ederek ertesi günkü manşeti görüştüklerini ben açıklamadım, Sabah Grubu’nun patronu bizzat kendisi açıklamıştır.
-Medya patronları bakanların peşinden koşuyordu da diyorsunuz…
Tabii. Mesela DYP’li bakanlardan birkaçının Doğan Grubu tarafından istifaya zorlandığını, istifa ettirildiğini… Refahyol hükümeti kurulurken, ‘bu hükümette görev almayın’ falan diye… Benim duyumlarımdır onlar.
-Büyük sermaye sahipleri partilerinden ayrılmaları için milletvekili ikna turları yapıyor demişsiniz yine.
Evet. Tabii DYP’den 20 milletvekili gitti. Kaynakları bunların şu anda açıklanamaz ama bu, Türkiye’nin gerçeği ve bilinen bir şey. O dönemde bunlar oldu. Cumhurbaşkanı DYP’li milletvekillerini, bakanları çağırarak ‘Ayrılın, ihtilal geliyor!’ dedi.
Salim Ensarioğlu, dönemin DYP’li Bakanı, TV’de ‘13 Haziran gecesi ihtilal olacağını bana bizzat Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel söylemiştir’ diyor. Bu sadece bir itiraf. Benim bildiğim olaylar var. Başkanlık divanında konuşuluyor, grupta konuşuluyor. GİK toplantısında konuşuluyor. Ee, biz kendi aramızda konuşuyoruz, ihtilal olacak diye. Herkes 13 Haziran’da (1997) ihtilali bekliyor Türkiye’de.
-Hatta 13 Haziran, cuma gününe denk geliyor. Onun için inandırıcı bir tarih!
İhtilal olacak diye herkes panik içinde. O tarihte bir rahatsızlık geçirmiştim. Doktor tavsiyesi üzerine her akşam bir saat yürüyordum Çankaya’da. O akşam bir polis arkadaşla karşılaştım. ‘Sen ne arıyorsun burada? Herkes masalarını boşaltıyor başbakanlıkta.’ dedi. 13-14 Haziran gecesi ihtilalinden söz ediyorum. Öyle bir ihtilal havası estirilmişti ki…
-Siz pek inanmıyorsunuz. Blöf müydü onlar yani?
Darbeyi yapacak insanlar belli. Topu ile tüfeği ile silahlı kuvvetler yapacak. Ama çok iyi biliyorum ki darbeden yana değil o tarihte silahlı kuvvetler.
-Nereden bu kadar emin olabiliyorsunuz?
Çok eminim, çünkü (İsmail Hakkı) Karadayı’nın, Çevik Bir’in bu konudaki görüşlerini biliyorum. Yani bunlar benim dostum, yakınlarım falan değil ama aynı mahalde görev yapmamız dolayısıyla, ben Başbakanlık’tayım onlar karşı binada, işte gelip gidiyorlar. Çiller’le görüşüyorlar, Başbakan Erbakan’la konuşuyorlar falan. O konuşmalardan bize sızan bilgiler var.
-O ikisi yapmasa da darbeye hevesli olan başkaları var…
O konuda bir yorum yapacak durumda değilim. O günü anlatayım size. Çiller’in özel kalem müdürü Akın İstanbullu ertesi gün bana dedi ki ‘Akşam darbe olacakmış. Gazeteler de manşetlerine darbeyi koymuşlar ancak darbe olmadığı için on binlerce gazete çöpe gitmiş.’ Şimdi bu bir espri ile söylenen bir laf da olabilir. Ama içinde gerçeği ifade eden unsurlar da taşıyabilir.
Ben bunu Tansu Çiller’e sordum. ‘Efendim akşam darbe olacaktı, neden olmadı?’ diye. Tansu Çiller bu olaydan benim haberdar olmama biraz şaşırdı ve itiraf etti. ‘Darbeyi ben durdurdum’ dedi. ‘Birkaç günden beri bu darbe lafı Türkiye’de ciddi şekilde dolaşıyordu.
Ben Amerikalı yetkililerle konuştum, mesajlar gönderdim.’ Çevik Bir o tarihte biliyorsunuz Amerika’da idi. ‘Onlar Türkiye’ye yönelik mesajlar verdiler, TV’lere çıktılar. Türkiye’de demokrasinin yıkılmaması gerektiğini, parlamenter rejimin devam etmesi gerektiğini vurguladılar.
Darbe yok kardeşim’ dedi Çiller. ‘Darbe olursa da ben bunu önlemeye muktedirim. Tankın üzerine de çıkarım, önüne de yatarım’ diyordu Çiller. Karadayı Paşa, resmen Çiller’e ‘silahlı kuvvetler darbeyi düşünmüyor’ dedi.
-Zaten hiçbir zaman demez ki darbeyi düşünüyoruz diye.
‘Darbeyi Türkiye’de pompalayan bir tek adam var. O da Mesut Yılmaz’ dedi. Muhalefet döneminde sürekli olarak darbeyi pompaladı adam. Sonra Demirel aldı bayrağı. Yani bir askerî eylem olarak ele almazsanız, darbeyi Demirel yaptı.
Darbe değil midir yani? Refah Partisi ile Çiller’in DYP’si hükümet olabilecek kadar bir milletvekili sayısını toparlamış ve de bunu imza altına almış, Süleyman Bey’e götürüyor, ‘Biz bu hükümeti kuracağız’ diyor. MGK kararlarına imza atılmış. MGK kararları o tarihte uygulanıyor. Bir şey dediği yok yani askerin. Ama birileri çıkıyor ‘darbe olacak’ diyor.
-Amerika’dan onay çıksaydı darbe olmaz mıydı?
28 Şubat sürerken benim Çevik Bir’le bir görüşmem oldu. ‘Çevik Bir’le sen neden görüşüyorsun kardeşim?’ diyebilirsiniz. Çevik Bir’i ben çok yakından tanıyorum.
-Nereden geliyor tanışıklık?
Ben Ankara’da, 28. Tümen’de, istihkam taburunda, 1966’da askerlik yaparken Çevik Bir de o tarihte orada üsteğmen olarak görev yapıyordu. Yıllar geçtikten sonra onu (Kenan) Evren Paşa’nın başyaveri olarak gördüm.
Ben de TRT’de haber müdürü idim o dönemde. Evren Paşa’nın bütün iç ve dış seyahatlerine ben gittim. Çevik Paşa da o tarihte kurmay albaydı. O seyahatlerde bulunuyordu. Gazetecilerle de arası çok iyiydi Çevik Bir’in. Dolayısıyla ilişkimi hiç kesmedim.
Yani beni de o tarihte çok sever. Ardından emekli olduğunda birkaç kere İstanbul’da buluştuk, konuştuk. Çevik Paşa’nın, o dönemde bana söylediği şuydu. Silahlı kuvvetlerde Tansu Çiller’in RP ile koalisyon kurmasına karşı insanlar bulunuyor…
Şimdi diyeceksin ki subaylara ne? Hayır. Bunu sokaktaki vatandaş da söylüyor. Dolayısıyla silahlı kuvvetlerin içinde böyle insanların bulunması da çok önemli bir olay. Bunu çok safiyetle bana söylüyor.
-Ne zaman?
13 Eylül 96’da.
-Hükümet 28 Haziran’da kurulmuş.
Bana diyor ki ya çok tepki görüyor bu olay. ‘Hatta’ diyor ‘bazı yüksek rütbeli subaylar bu yüzden emekliliğini istediler. Biz kendilerini ikna ettik.
Çiller TSK’ya bir söz verdi.’ ‘Türkiye’nin seçimden sonra istikrarlı bir hükümet kurabilmesi için Erbakan’la ortaklık kurmamız şart. Bakın bazı formüller denendi. Olmadı. Ben Refah grubuyla ittifak hâlindeyim.
Protokolümüzü de hazırladık. Bu grubu kuracağız. Siz bana güvenin.’ diyor bir konuşma içinde Çiller, askerlere. Yani güvence veriyor.
Çevik Paşa’nın ifadelerini söylüyorum size. Bunu bana Çevik Bir ifade ediyor. Yani böyle bir sohbet arasında diyor ki ‘Bizim ihtilal falan yapmaya niyetimiz yok.’
Ama Türkiye’de herkes darbe bekliyor, Çiller döneminde. Yani Çiller başbakan olduktan sonra muhaliflerle çatışması oldu. Çiller’in uygulamalarından şikayetçi olan DYP içindeki muhalifler Hüsamettin Cindoruk’u yine Süleyman Bey’in bir operasyonu ile başbakan yapmak istiyorlardı.
Ve darbe korkusu salmaya başladılar Türkiye’ye. Bu, Mesut Yılmaz’ın da işine geldi. O da çünkü DYP’li muhaliflerle hükümet kuracaktı.
‘SHP’den, CHP’den ayrılın, bu (Murat) Karayalçın’la, Deniz Baykal’la falanla filanla gitmez, DYP-ANAP ortaklığı kurulsun’ diyenlerin ortaya döktüğü bir formüldü bu. Ve ‘bugün darbe olacak, 3 gün sonra darbe olacak’ diye Tansu Hanım’ın üzerine gidiyorlardı, daha o zaman.
-28 Şubat’ta Devrilmek kitabının 2003-04’te yayımlanması söz konusu oldu mu? Öyle bir şey duydum…
Kitabı ben çok önce bitirdim. 2007’de emekli olduğumda kitaplar elimde vardı. Ve işte zamanı gelsin, yayımlarım falan diye bakıyordum meseleye.
-Neden bu kadar geç kaldı peki?
28 Şubat güncelliğini hiç yitirmedi. Komisyon kuruldu. O tarihte yayınevi ‘basalım bunu’ dedi.
-Kitaba koymadığınız veya kitaptan çıkardığınız şeyler var mı?
Yazmışsınız 600 sayfa olmuş. Tabii ki bir bölümünü çıkarıyorsunuz. Şimdi onları söyleyemem size, yani yazılmamış şeyler. Mesela Tansu Çiller’in çevresi, dostları, efendim benim çevrem, konuşmalar bilmem neler yani.
-2007’de emekli oldunuz…
Ben Tayyip Bey’le de çalıştım. Halkla ilişkiler başkanıydım, onun başbakanlığı sürecinde.
-O zaman bu 27 Nisan’ı da yaşadınız orada?
Tabii.
-Onlarla ilgili ayrı kitap mı yazacaksınız?
(Gülüyor) Şimdi 12 Eylül’ü yazıyorum. Sanıyorum 12 Eylül’de çıkacak. Çünkü ben 12 Eylül’de TRT’de nöbetçi müdürdüm. O günü, O Gece başlığı altında yazmaya başladım. Evren Paşa’yı yazıyorum.
-O gece ne oldu? Darbeden en son kimin haberi oldu!
İlk önce benim haberim oldu. Saat 18.30 civarında. TRT’de o gün de ihtilal olacak diye konuşuluyordu. Herkes Türkiye’de darbeleri bekliyor yani; bugün ihtilal olacak, yarın ihtilal diye.
Millî Savunma Bakanlığı’na bakan bir gazeteci arkadaşımız vardı, Tevfik Fikret Dinçer diye. Silahlı kuvvetlerdeki kişilerle arası çok iyiydi. Ben nöbetçi haber müdürüydüm TRT’de.
Tevfik geldi, saat 18 sıralarında. ‘Bu akşam ihtilal var. Çok önemli bir kaynak bana iletti’ dedi. Evren Paşa, ‘Tefo’ diye çağırıyordu Tevfik’i. Yani bu kadar da samimi idi askerlerle. ‘Bu gece darbe var ama kimseye söyleme’ dedi. Ben söylemedim.
-Hiç kimseye söylemediniz…
Söylemedim.
-Pişman mısınız?
Yok. Sonra akşam 9-9.30 sıralarında Doğan Kasaroğlu, TRT Genel Müdürü, bana telefon etti. Genelkurmay’dan telefon ettiğini söylemiyor bana ama.
Bazı bilgiler verdi. İşte radyolar yarın şu saatte açılsın, bu saatte açılsın diye. Silahlı kuvvetler, çünkü bildiri yayımlayacak saat 4’te. Ben anladım vaziyeti.
O da bana söylemedi. Ben de ona söylemedim. Çünkü komutanlar ona Genelkurmay’da ‘İhtilal olacağını sakın kimseye söyleme. Ama bu tedbirleri TRT alsın’ demişler.
-Sizi askerlerin yanından, Genelkurmay’dan arıyor.
Sonra öğrendik tabii, o an söylemiyor. Oraya götürmüşler onları, TRT genel müdürü olarak. Sonra saat galiba 10.30 sıralarında bir denizci albay, birkaç kişi ile birlikte bizi enterne ettiler.
Haber dairesi başkanının odasına soktular. Oradaki konuşmalarımız var. Sonra bültenleri nasıl hazırlayacağımız yolunda talimatlar aldık. Gece yarısından sonra tanklar yola çıkınca TRT’nin etrafını çevirdiler. Şimdi olay bu.
-Enterne edilirken direnen oldu mu?
Yok, hayır.
-Darbe beklenen bir şey olduğu için mi?
Bana ‘Kim buranın sahibi?’ dediler. ‘Ben Mehmet Bican efendim, nöbetçi müdürüm.’ ‘Arkadaşları toplayın, herkes, odacı dâhil’ dediler.
-Siyasilerle yakınlığınız var mıydı? Ecevit’in haberi olduğunu düşünüyor musunuz bundan?
Ecevit’in haberi olmuştu tabii. Ve hatta, daha sonra kitaplardan edindiğim bilgi o gece Genelkurmay’ı aramış onlar. Tabii böyle bir şey olmadığını öğrenmişler.
Ama saat 1-2’den sonra herkesin haberi oldu. Bir de yani haberi olsa ne olacak? Süleyman Bey’in haberi oldu, ne oldu yani! O da biliyordu. Yapılacak bir şey yok ki. Süleyman Bey ‘Benim ikinci bir ordum yok ki’ dedi.
-Medyamız bizim niye böyle? Asıl soru bu ama… Neyse dönelim 27 Nisan’a. O gece neler oldu?
Valla istersen 28 Şubat’ta bırakalım.
-27 Nisan’ı biraz açalım.
Açmayalım, açmayalım. Ben o tarihte emekliyim artık.
-27 Nisan gecesi ne oldu mesela?
Bilmiyorum.
-12 Eylül’de ‘darbe yapmıyorsunuz’ diye askere mektup yazan, kitapta ismini vermediğiniz kimdi? ‘Çiller’in en yakın genel başkan yardımcısı, kurmaylardan biri’ dediğiniz kişi?
Onu söylemem size. Demirel’in bir bakanı, onun adamlarından biri. Şu anda o mektup askerî tarih kurumunun arşivindedir.
-Yazan hayatta mı?
Hayatta. Çok yaşlandı tabii, yani 73-74 yaşlarında. Ama aktif siyaseti bırakmış vaziyette.
-Nereli?
Karadenizli.
-28 Şubat süreci yargılanıyor. Çevik Bir içeride, Karadayı dışarıda.
Çevik Bir’in de dışarıda olmasını arzuluyorum. Herhangi bir suçunun olduğunu da kabul etmiyorum.
-O süreci yaşamış birisi olarak…
Evet.
-O süreç ne kadar sıkıntılı idi sizin için?
Çok sıkıntılıydı. O sıkıntılı dönemi ayrıldıktan sonra da yaşadım. Çiller’le birlikte bizi de yok etmeye çalıştılar. Çünkü biz Çiller’in yakın ekibindendik.
-Kim yok etmeye çalıştı?
Şimdi ben gazeteciyim. En azından bu meslekte devam edebilirdim. Bakın şimdi 65 yaşındayım ve dışarıdayım.
-Bu kitaptan sonra imkânı yok zaten. Dokundurmadığınız medya grubu yok.
O zaman bütün medya grupları ile benim iyi ilişkilerim vardı. Bana iş teklif edebilirlerdi, çalışabilirdim, değil mi? Ama kimseye de bir kırgınlığım yok.
Burada Türkiye’nin sorunları söz konusu olduğu için medyadan, medyanın yanlışlıklarından, kendi yanlışlıklarımızdan söz ediyorum.
Tansu Çiller’i, kocasını, çocuklarını eleştiriyorum kitaplarımda. Yani ben parçalandım, Çiller lime lime edilirken ben dışarıda kaldım diye bir şeyim yok benim. Bu saatten sonra zaten artık bir şey olmaz.
1944 yılında Balıkesir’de doğan Mehmet Bican, 1963’te, Akşam, Vatan ve Son Baskı gazeteleri ile gazetecilik mesleğine başladı. Gençlik Hareketleri adlı bir kitap yazan Bican, 1969’da, TRT’ye muhabir olarak girdi, haber müdürlüğüne kadar yükseldi.
12 Eylül 1980 gecesi TRT’de nöbetçi haber müdürü olduğundan darbeyi en erken haber alanlardan biriydi. 1982-84 arasında Tercüman’da, 89 yılına kadar da Anadolu Ajansı’nda haber müdürlüğü yapan Bican, sonraki süreçlerde AA Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinde de bulundu.
90’da, yeni teşkil edilen RTÜK’te görev aldı. Yıldırım Akbulut’un daveti ile, solcu kimliğine rağmen Başbakanlık Basın Müşavirliği’ne getirildi. Mesut Yılmaz’la yıldızı barışmayınca kendisini Millî Savunma Bakanlığı’nda buldu.
Süleyman Demirel başbakan olarak gelince, o da başbakanlığa döndü. 1993’te SHP’li Erman Şahin’in danışmanlığını yaptı. Aynı yıl Çiller’in basın müşaviri oldu. Refahyol’dan sonra, Cumhurbaşkanı Demirel, hükümet kurma görevini Mesut Yılmaz’a verince, Bican bu sefer Tarım Bakanlığı’nda uzman olarak görevlendirildi.
Danıştay kararı ile geldiği görevinden ertesi gün Orman Bakanlığı’nda vazife verildi kendisine. Bülent Ecevit’in 1999’da başbakan olması ile tekrar koltuğuna kavuşan Bican, Başbakanlık Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı’ndan 2007’de emekli oldu.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile Afganistan Savaşı’nı izleyen, TRT’de Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği de yapmış Bican, TRT eski haber spikerlerinden Gülen Bican ile evlidir.
Böyle anlatıyor, 28 Şubat sürecinde medyayı, 1963’te, Akşam, Vatan ve Son Baskı gazeteleri ile gazetecilik mesleğine başlayan Mehmet Bican. Ki Bican, 1993’ten beri, Tansu Çiller DYP lideri ve başbakan olduktan iki ay sonra, onun basın müşaviri olarak yakınında bulunan bir isimdi.
Mehmet Bican, aslında, 2007 yılında, Başbakanlık Halkla İlişkiler Başkanlığı’ndan emekli olduğunda yayına hazır olmasına rağmen, zemini ve zamanı gelmediği için bekletip geçen yıl temmuz ayında, “28 Şubat’ta Devrilmek” kitabını çıkarmıştı. Kitap, o süreçte basının sadece askerlerin emrinde olmadığını da yoğun bir şekilde gözler önüne seriyordu. Bican ile medyanın 28 Şubat’taki sınavını konuştuk. Ve öğrendik ki Bican 12 Eylül darbesini Türkiye’de en erken öğrenenlerden biriydi.
-28 Şubat’ta Devrilmek kitabınızda askerlerle birlikte siyasilerin de yoğun bir şekilde medyayı kullandığını hissediyoruz. Kullanılmaya hazır bir medya var sanki. Medya bu noktaya nasıl geldi?
Refahyol iktidarını götüren kişiler, gruplar, olayların başında o dönemde medya da vardı. Türkiye’de medya bir iktidarı iktidar yaptığı gibi, götürmesini de bilir. Bunu geçmişteki tecrübelerinden Türk halkı biliyor. Biz de gazeteciler olarak biliyoruz.
Ancak 28 Şubat döneminde medyanın çok önemli bir konumu vardı. Bir tezgâhın, komplonun içinde buldu medya kendisini o tarihte. Neydi o komplo? Birtakım iç ve dış güçler, Tansu Çiller’i ve Necmettin Erbakan’ı iktidardan götürme planlamasını yapmışlardı. Bu planlama içinde medya da görevini ziyadesi ile yerine getirdi.
-Nasıl getirdi mesela?
Medyaya yardımcı olan unsurlar o tarihte harekette idi. Bunların en başında Doğu Perinçek, İşçi Partisi lideri olarak geliyordu. Onun yanında DYP’li muhalifler, milletvekilleri, üçüncüsü, bir türlü iktidar olmayı beceremeyen, ancak başbakanlık koltuğuna oturmak için büyük heves duyan Mesut Yılmaz ve onun ANAP adlı siyasi örgütü medyaya yardımcı oldular.
Örnek olarak veriyorum, İP lideri Refahyol iktidarı sürerken hiç yoktan, palavradan haberlerle ortaya çıkmasını çok iyi bildi. İşte ‘Tansu Çiller 500 milyar lirayı örtülü ödenekten götürdü’ falan diye. Kocasının uyuşturucu madde kaçakçısı olduğunu iddia etti. Çiller yalanladı bunları. Ama haberler yabancı basında yer aldı.
-Peki Perinçek bunu niye yaptı?
Perinçek oyunun bir parçasında rol alan kahramanlardan biri idi. Başka kahramanlar da vardı. Sabah’ın patronu, Milliyet’in patronu. Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne ve AB’ye girmesini istemeyen büyük patronlar vardı. Bunlar hiç üretmeden paralarını bankalara yatırıp faiz gelirleri ile geçinen insanlar. İsterler mi Avrupa’nın ileri teknolojisi ile yarışmayı? O tarihte istemiyorlardı.
-Medya bu hâle nasıl geldi peki?
O tarihe kadar karşılıksız teşvik uygulamaları vardı medyada. Çiller Sultanahmet Meydanı’nda düzenlediği mitingde kimlerin ne kadar aldığını açıklamıştı. Ve korkunç tepki aldı. Orada Sabah Grubu’nun, Milliyet Grubu’nun, büyük patronların -onlar da var-, karşılıksız teşviklerden nasıl yararlandıklarını anlattı. Özal zamanında kurulmuş, devam ediyordu o düzen. Bu muslukları kapatan Çiller’dir.
-Medya üzerine üzerine gelince o da muslukları mı kapattı?
Yok, hayır. Çiller’in kafasındaki planlamada vardı bu husus. Çünkü devlet, terörle mücadele dolayısıyla korkunç para kayıplarına uğramış. Onu bir şekilde karşılaması lazım. Onlardan biri idi bu. Bir de dünyanın neresinde var, her sene on milyonlarca doların belli kişilere peşkeş çekilmesi?
-90’lı yıllardaki gibi bir süreç medyada yaşanmış mıydı daha önce?
Böyle bir düzen sadece 28 Şubat döneminde yaşandı. Ankara temsilcilerinin Genelkurmay Başkanlığı’na telefon ederek ertesi günkü manşeti görüştüklerini ben açıklamadım, Sabah Grubu’nun patronu bizzat kendisi açıklamıştır.
-Medya patronları bakanların peşinden koşuyordu da diyorsunuz…
Tabii. Mesela DYP’li bakanlardan birkaçının Doğan Grubu tarafından istifaya zorlandığını, istifa ettirildiğini… Refahyol hükümeti kurulurken, ‘bu hükümette görev almayın’ falan diye… Benim duyumlarımdır onlar.
-Büyük sermaye sahipleri partilerinden ayrılmaları için milletvekili ikna turları yapıyor demişsiniz yine.
Evet. Tabii DYP’den 20 milletvekili gitti. Kaynakları bunların şu anda açıklanamaz ama bu, Türkiye’nin gerçeği ve bilinen bir şey. O dönemde bunlar oldu. Cumhurbaşkanı DYP’li milletvekillerini, bakanları çağırarak ‘Ayrılın, ihtilal geliyor!’ dedi.
Salim Ensarioğlu, dönemin DYP’li Bakanı, TV’de ‘13 Haziran gecesi ihtilal olacağını bana bizzat Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel söylemiştir’ diyor. Bu sadece bir itiraf. Benim bildiğim olaylar var. Başkanlık divanında konuşuluyor, grupta konuşuluyor. GİK toplantısında konuşuluyor. Ee, biz kendi aramızda konuşuyoruz, ihtilal olacak diye. Herkes 13 Haziran’da (1997) ihtilali bekliyor Türkiye’de.
-Hatta 13 Haziran, cuma gününe denk geliyor. Onun için inandırıcı bir tarih!
İhtilal olacak diye herkes panik içinde. O tarihte bir rahatsızlık geçirmiştim. Doktor tavsiyesi üzerine her akşam bir saat yürüyordum Çankaya’da. O akşam bir polis arkadaşla karşılaştım. ‘Sen ne arıyorsun burada? Herkes masalarını boşaltıyor başbakanlıkta.’ dedi. 13-14 Haziran gecesi ihtilalinden söz ediyorum. Öyle bir ihtilal havası estirilmişti ki…
-Siz pek inanmıyorsunuz. Blöf müydü onlar yani?
Darbeyi yapacak insanlar belli. Topu ile tüfeği ile silahlı kuvvetler yapacak. Ama çok iyi biliyorum ki darbeden yana değil o tarihte silahlı kuvvetler.
-Nereden bu kadar emin olabiliyorsunuz?
Çok eminim, çünkü (İsmail Hakkı) Karadayı’nın, Çevik Bir’in bu konudaki görüşlerini biliyorum. Yani bunlar benim dostum, yakınlarım falan değil ama aynı mahalde görev yapmamız dolayısıyla, ben Başbakanlık’tayım onlar karşı binada, işte gelip gidiyorlar. Çiller’le görüşüyorlar, Başbakan Erbakan’la konuşuyorlar falan. O konuşmalardan bize sızan bilgiler var.
-O ikisi yapmasa da darbeye hevesli olan başkaları var…
O konuda bir yorum yapacak durumda değilim. O günü anlatayım size. Çiller’in özel kalem müdürü Akın İstanbullu ertesi gün bana dedi ki ‘Akşam darbe olacakmış. Gazeteler de manşetlerine darbeyi koymuşlar ancak darbe olmadığı için on binlerce gazete çöpe gitmiş.’ Şimdi bu bir espri ile söylenen bir laf da olabilir. Ama içinde gerçeği ifade eden unsurlar da taşıyabilir.
Ben bunu Tansu Çiller’e sordum. ‘Efendim akşam darbe olacaktı, neden olmadı?’ diye. Tansu Çiller bu olaydan benim haberdar olmama biraz şaşırdı ve itiraf etti. ‘Darbeyi ben durdurdum’ dedi. ‘Birkaç günden beri bu darbe lafı Türkiye’de ciddi şekilde dolaşıyordu.
Ben Amerikalı yetkililerle konuştum, mesajlar gönderdim.’ Çevik Bir o tarihte biliyorsunuz Amerika’da idi. ‘Onlar Türkiye’ye yönelik mesajlar verdiler, TV’lere çıktılar. Türkiye’de demokrasinin yıkılmaması gerektiğini, parlamenter rejimin devam etmesi gerektiğini vurguladılar.
Darbe yok kardeşim’ dedi Çiller. ‘Darbe olursa da ben bunu önlemeye muktedirim. Tankın üzerine de çıkarım, önüne de yatarım’ diyordu Çiller. Karadayı Paşa, resmen Çiller’e ‘silahlı kuvvetler darbeyi düşünmüyor’ dedi.
-Zaten hiçbir zaman demez ki darbeyi düşünüyoruz diye.
‘Darbeyi Türkiye’de pompalayan bir tek adam var. O da Mesut Yılmaz’ dedi. Muhalefet döneminde sürekli olarak darbeyi pompaladı adam. Sonra Demirel aldı bayrağı. Yani bir askerî eylem olarak ele almazsanız, darbeyi Demirel yaptı.
Darbe değil midir yani? Refah Partisi ile Çiller’in DYP’si hükümet olabilecek kadar bir milletvekili sayısını toparlamış ve de bunu imza altına almış, Süleyman Bey’e götürüyor, ‘Biz bu hükümeti kuracağız’ diyor. MGK kararlarına imza atılmış. MGK kararları o tarihte uygulanıyor. Bir şey dediği yok yani askerin. Ama birileri çıkıyor ‘darbe olacak’ diyor.
-Amerika’dan onay çıksaydı darbe olmaz mıydı?
28 Şubat sürerken benim Çevik Bir’le bir görüşmem oldu. ‘Çevik Bir’le sen neden görüşüyorsun kardeşim?’ diyebilirsiniz. Çevik Bir’i ben çok yakından tanıyorum.
-Nereden geliyor tanışıklık?
Ben Ankara’da, 28. Tümen’de, istihkam taburunda, 1966’da askerlik yaparken Çevik Bir de o tarihte orada üsteğmen olarak görev yapıyordu. Yıllar geçtikten sonra onu (Kenan) Evren Paşa’nın başyaveri olarak gördüm.
Ben de TRT’de haber müdürü idim o dönemde. Evren Paşa’nın bütün iç ve dış seyahatlerine ben gittim. Çevik Paşa da o tarihte kurmay albaydı. O seyahatlerde bulunuyordu. Gazetecilerle de arası çok iyiydi Çevik Bir’in. Dolayısıyla ilişkimi hiç kesmedim.
Yani beni de o tarihte çok sever. Ardından emekli olduğunda birkaç kere İstanbul’da buluştuk, konuştuk. Çevik Paşa’nın, o dönemde bana söylediği şuydu. Silahlı kuvvetlerde Tansu Çiller’in RP ile koalisyon kurmasına karşı insanlar bulunuyor…
Şimdi diyeceksin ki subaylara ne? Hayır. Bunu sokaktaki vatandaş da söylüyor. Dolayısıyla silahlı kuvvetlerin içinde böyle insanların bulunması da çok önemli bir olay. Bunu çok safiyetle bana söylüyor.
-Ne zaman?
13 Eylül 96’da.
-Hükümet 28 Haziran’da kurulmuş.
Bana diyor ki ya çok tepki görüyor bu olay. ‘Hatta’ diyor ‘bazı yüksek rütbeli subaylar bu yüzden emekliliğini istediler. Biz kendilerini ikna ettik.
Çiller TSK’ya bir söz verdi.’ ‘Türkiye’nin seçimden sonra istikrarlı bir hükümet kurabilmesi için Erbakan’la ortaklık kurmamız şart. Bakın bazı formüller denendi. Olmadı. Ben Refah grubuyla ittifak hâlindeyim.
Protokolümüzü de hazırladık. Bu grubu kuracağız. Siz bana güvenin.’ diyor bir konuşma içinde Çiller, askerlere. Yani güvence veriyor.
Çevik Paşa’nın ifadelerini söylüyorum size. Bunu bana Çevik Bir ifade ediyor. Yani böyle bir sohbet arasında diyor ki ‘Bizim ihtilal falan yapmaya niyetimiz yok.’
Ama Türkiye’de herkes darbe bekliyor, Çiller döneminde. Yani Çiller başbakan olduktan sonra muhaliflerle çatışması oldu. Çiller’in uygulamalarından şikayetçi olan DYP içindeki muhalifler Hüsamettin Cindoruk’u yine Süleyman Bey’in bir operasyonu ile başbakan yapmak istiyorlardı.
Ve darbe korkusu salmaya başladılar Türkiye’ye. Bu, Mesut Yılmaz’ın da işine geldi. O da çünkü DYP’li muhaliflerle hükümet kuracaktı.
‘SHP’den, CHP’den ayrılın, bu (Murat) Karayalçın’la, Deniz Baykal’la falanla filanla gitmez, DYP-ANAP ortaklığı kurulsun’ diyenlerin ortaya döktüğü bir formüldü bu. Ve ‘bugün darbe olacak, 3 gün sonra darbe olacak’ diye Tansu Hanım’ın üzerine gidiyorlardı, daha o zaman.
-28 Şubat’ta Devrilmek kitabının 2003-04’te yayımlanması söz konusu oldu mu? Öyle bir şey duydum…
Kitabı ben çok önce bitirdim. 2007’de emekli olduğumda kitaplar elimde vardı. Ve işte zamanı gelsin, yayımlarım falan diye bakıyordum meseleye.
-Neden bu kadar geç kaldı peki?
28 Şubat güncelliğini hiç yitirmedi. Komisyon kuruldu. O tarihte yayınevi ‘basalım bunu’ dedi.
-Kitaba koymadığınız veya kitaptan çıkardığınız şeyler var mı?
Yazmışsınız 600 sayfa olmuş. Tabii ki bir bölümünü çıkarıyorsunuz. Şimdi onları söyleyemem size, yani yazılmamış şeyler. Mesela Tansu Çiller’in çevresi, dostları, efendim benim çevrem, konuşmalar bilmem neler yani.
-2007’de emekli oldunuz…
Ben Tayyip Bey’le de çalıştım. Halkla ilişkiler başkanıydım, onun başbakanlığı sürecinde.
-O zaman bu 27 Nisan’ı da yaşadınız orada?
Tabii.
-Onlarla ilgili ayrı kitap mı yazacaksınız?
(Gülüyor) Şimdi 12 Eylül’ü yazıyorum. Sanıyorum 12 Eylül’de çıkacak. Çünkü ben 12 Eylül’de TRT’de nöbetçi müdürdüm. O günü, O Gece başlığı altında yazmaya başladım. Evren Paşa’yı yazıyorum.
-O gece ne oldu? Darbeden en son kimin haberi oldu!
İlk önce benim haberim oldu. Saat 18.30 civarında. TRT’de o gün de ihtilal olacak diye konuşuluyordu. Herkes Türkiye’de darbeleri bekliyor yani; bugün ihtilal olacak, yarın ihtilal diye.
Millî Savunma Bakanlığı’na bakan bir gazeteci arkadaşımız vardı, Tevfik Fikret Dinçer diye. Silahlı kuvvetlerdeki kişilerle arası çok iyiydi. Ben nöbetçi haber müdürüydüm TRT’de.
Tevfik geldi, saat 18 sıralarında. ‘Bu akşam ihtilal var. Çok önemli bir kaynak bana iletti’ dedi. Evren Paşa, ‘Tefo’ diye çağırıyordu Tevfik’i. Yani bu kadar da samimi idi askerlerle. ‘Bu gece darbe var ama kimseye söyleme’ dedi. Ben söylemedim.
-Hiç kimseye söylemediniz…
Söylemedim.
-Pişman mısınız?
Yok. Sonra akşam 9-9.30 sıralarında Doğan Kasaroğlu, TRT Genel Müdürü, bana telefon etti. Genelkurmay’dan telefon ettiğini söylemiyor bana ama.
Bazı bilgiler verdi. İşte radyolar yarın şu saatte açılsın, bu saatte açılsın diye. Silahlı kuvvetler, çünkü bildiri yayımlayacak saat 4’te. Ben anladım vaziyeti.
O da bana söylemedi. Ben de ona söylemedim. Çünkü komutanlar ona Genelkurmay’da ‘İhtilal olacağını sakın kimseye söyleme. Ama bu tedbirleri TRT alsın’ demişler.
-Sizi askerlerin yanından, Genelkurmay’dan arıyor.
Sonra öğrendik tabii, o an söylemiyor. Oraya götürmüşler onları, TRT genel müdürü olarak. Sonra saat galiba 10.30 sıralarında bir denizci albay, birkaç kişi ile birlikte bizi enterne ettiler.
Haber dairesi başkanının odasına soktular. Oradaki konuşmalarımız var. Sonra bültenleri nasıl hazırlayacağımız yolunda talimatlar aldık. Gece yarısından sonra tanklar yola çıkınca TRT’nin etrafını çevirdiler. Şimdi olay bu.
-Enterne edilirken direnen oldu mu?
Yok, hayır.
-Darbe beklenen bir şey olduğu için mi?
Bana ‘Kim buranın sahibi?’ dediler. ‘Ben Mehmet Bican efendim, nöbetçi müdürüm.’ ‘Arkadaşları toplayın, herkes, odacı dâhil’ dediler.
-Siyasilerle yakınlığınız var mıydı? Ecevit’in haberi olduğunu düşünüyor musunuz bundan?
Ecevit’in haberi olmuştu tabii. Ve hatta, daha sonra kitaplardan edindiğim bilgi o gece Genelkurmay’ı aramış onlar. Tabii böyle bir şey olmadığını öğrenmişler.
Ama saat 1-2’den sonra herkesin haberi oldu. Bir de yani haberi olsa ne olacak? Süleyman Bey’in haberi oldu, ne oldu yani! O da biliyordu. Yapılacak bir şey yok ki. Süleyman Bey ‘Benim ikinci bir ordum yok ki’ dedi.
-Medyamız bizim niye böyle? Asıl soru bu ama… Neyse dönelim 27 Nisan’a. O gece neler oldu?
Valla istersen 28 Şubat’ta bırakalım.
-27 Nisan’ı biraz açalım.
Açmayalım, açmayalım. Ben o tarihte emekliyim artık.
-27 Nisan gecesi ne oldu mesela?
Bilmiyorum.
-12 Eylül’de ‘darbe yapmıyorsunuz’ diye askere mektup yazan, kitapta ismini vermediğiniz kimdi? ‘Çiller’in en yakın genel başkan yardımcısı, kurmaylardan biri’ dediğiniz kişi?
Onu söylemem size. Demirel’in bir bakanı, onun adamlarından biri. Şu anda o mektup askerî tarih kurumunun arşivindedir.
-Yazan hayatta mı?
Hayatta. Çok yaşlandı tabii, yani 73-74 yaşlarında. Ama aktif siyaseti bırakmış vaziyette.
-Nereli?
Karadenizli.
-28 Şubat süreci yargılanıyor. Çevik Bir içeride, Karadayı dışarıda.
Çevik Bir’in de dışarıda olmasını arzuluyorum. Herhangi bir suçunun olduğunu da kabul etmiyorum.
-O süreci yaşamış birisi olarak…
Evet.
-O süreç ne kadar sıkıntılı idi sizin için?
Çok sıkıntılıydı. O sıkıntılı dönemi ayrıldıktan sonra da yaşadım. Çiller’le birlikte bizi de yok etmeye çalıştılar. Çünkü biz Çiller’in yakın ekibindendik.
-Kim yok etmeye çalıştı?
Şimdi ben gazeteciyim. En azından bu meslekte devam edebilirdim. Bakın şimdi 65 yaşındayım ve dışarıdayım.
-Bu kitaptan sonra imkânı yok zaten. Dokundurmadığınız medya grubu yok.
O zaman bütün medya grupları ile benim iyi ilişkilerim vardı. Bana iş teklif edebilirlerdi, çalışabilirdim, değil mi? Ama kimseye de bir kırgınlığım yok.
Burada Türkiye’nin sorunları söz konusu olduğu için medyadan, medyanın yanlışlıklarından, kendi yanlışlıklarımızdan söz ediyorum.
Tansu Çiller’i, kocasını, çocuklarını eleştiriyorum kitaplarımda. Yani ben parçalandım, Çiller lime lime edilirken ben dışarıda kaldım diye bir şeyim yok benim. Bu saatten sonra zaten artık bir şey olmaz.
Mehmet Bican kimdir?
Şeyh Mehmet Bican ve Envar-ül Aşıkin gibi kitapları olan Ahmet Bican Efendi’nin torunlarından Mehmet Bican’ın ailesi aslen Kafkasyalı, fakat aile zamanla Gümülcine’ye yerleşmiş.1944 yılında Balıkesir’de doğan Mehmet Bican, 1963’te, Akşam, Vatan ve Son Baskı gazeteleri ile gazetecilik mesleğine başladı. Gençlik Hareketleri adlı bir kitap yazan Bican, 1969’da, TRT’ye muhabir olarak girdi, haber müdürlüğüne kadar yükseldi.
12 Eylül 1980 gecesi TRT’de nöbetçi haber müdürü olduğundan darbeyi en erken haber alanlardan biriydi. 1982-84 arasında Tercüman’da, 89 yılına kadar da Anadolu Ajansı’nda haber müdürlüğü yapan Bican, sonraki süreçlerde AA Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinde de bulundu.
90’da, yeni teşkil edilen RTÜK’te görev aldı. Yıldırım Akbulut’un daveti ile, solcu kimliğine rağmen Başbakanlık Basın Müşavirliği’ne getirildi. Mesut Yılmaz’la yıldızı barışmayınca kendisini Millî Savunma Bakanlığı’nda buldu.
Süleyman Demirel başbakan olarak gelince, o da başbakanlığa döndü. 1993’te SHP’li Erman Şahin’in danışmanlığını yaptı. Aynı yıl Çiller’in basın müşaviri oldu. Refahyol’dan sonra, Cumhurbaşkanı Demirel, hükümet kurma görevini Mesut Yılmaz’a verince, Bican bu sefer Tarım Bakanlığı’nda uzman olarak görevlendirildi.
Danıştay kararı ile geldiği görevinden ertesi gün Orman Bakanlığı’nda vazife verildi kendisine. Bülent Ecevit’in 1999’da başbakan olması ile tekrar koltuğuna kavuşan Bican, Başbakanlık Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı’ndan 2007’de emekli oldu.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile Afganistan Savaşı’nı izleyen, TRT’de Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği de yapmış Bican, TRT eski haber spikerlerinden Gülen Bican ile evlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder