24 Nisan 2013
CENAP ÇAKMAK
I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'de yaşayan Ermenilere reva görülen
muamelenin soykırım olup olmadığı artık Türkiye'de de tartışılıyor.
Konunun tartışılabilir hale gelmesi elbette çok önemli bir gelişme.
Sorunun bu denli keskin bakış açıları ile ele alınmasına aslında o kadar gerek yok. Hiç şüphesiz meydana gelen ölümler için üzüntü belirtilir, ölenler ve geride kalanlar, çaresizlikten ötürü dinini değiştirip yeni bir kimlik edinmek zorunda kalanlar adına empati yapılır.
Bütün bunlar insan olmanın bir gereği olarak hiç de itiraz edilmeyecek şeyler. Hatta olayların soykırım olduğu da söylenebilir. Ancak bugün bir Ermeni soykırımı olduğu görüşünü benimseyenler ekseriyetle Türkiye'nin en azından özür dilemesi gerektiğini de iddia ediyorlar.
Buna göre bu son derece masum bir istek ve onca mağdurun hatırasından bunu esirgememek gerekiyor. Bu son derece mantıklı ve insanî bir yaklaşım gibi görünebilir. Ancak devlet için özür çok daha farklı bir anlam ifade eder. Kaldı ki devletin özrünün insanî bir tarafının olacağını düşünmek de çok mantıklı değildir.
Özür dilediğinde devlet halk adına mı özür dilemiş olacaktır? Suç isnadı mümkün olmayan devletin özrü gerçekten de acıları hafifletir nitelikte midir? Peki, buna rağmen, yani insanî bir değer taşımayacak olsa bile, Türkiye Ermeni soykırımı nedeniyle özür dilerse ne olur?
Basitçe ve kısaca söylemek gerekirse yalın bir özür doğrudan doğruya Ermeni soykırımının Türkiye tarafından tanındığı anlamına gelir. Ermeni soykırımının tanınması da Türkiye'nin sorumlu olduğunu gösterir. Türkiye'nin bir devlet olarak Ermeni soykırımından dolayı uluslararası hukuk nezdinde sorumlu olması da en azından yüklü miktarda tazminat ödemesini gerektirir.
Bu da aslında bize Ermeni soykırımı iddialarının Türkiye açısından niye sorun olduğunun çerçevesini çiziyor. Ermeni soykırımı bağlamında sorumlu devlet olarak Türkiye'ye yöneltilebilecek üç ana talep bulunuyor: Özür dileme ve tanıma, tazminat ödeme, toprak.
Sınırları uluslararası hukuk tarafından tanındığı ve dolayısıyla korunduğu için Türkiye'nin aslında toprak konusunda ciddi bir endişesinin olması için bir neden bulunmuyor. Ancak yine de Ermenistan'ın hâlâ Türkiye'nin sınırlarını mevcut haliyle tanıdığını açık bir şekilde ilan etmekten kaçınması Türkiye tarafından dikkate alınıyor.
Elbette Ermenistan'ın böyle bir zorunluluğu yok. Ayrıca açık bir şekilde Türkiye'nin sınırlarını tanımadığını ilan etmediği de dikkate alındığında zımnen sınır açısından bir sorun olmadığı da söylenebilir.
Ancak tazminat çok daha somut bir çerçeve üzerine oturan bir ihtimal. Türkiye'nin devlet olarak Ermeni soykırımından sorumlu olduğunun tespiti halinde yüklü bir tazminat ödeme yükümlülüğünden söz etmek mümkün. Söz konusu sorumluluğu tespit etmek ise şu an için bakıldığında ancak iki yolla mümkün.
Birincisi ve tabii ki en objektif olanı Uluslararası Adalet Divanı (UAD) yargısı, ikincisi ise Türkiye'nin bu sorumluluğu kabul etmesi. Bu noktada belki soykırım ile ilgili sorumluluğun altını kısaca çizmek aydınlatıcı olabilir.
Bir uluslararası suç olan soykırım ile bağlantılı bireysel ve kolektif sorumluluktan söz edilebilir. Bugün için cezai sorumluluk anlamına da gelen bireysel sorumluluğu kovuşturmak mümkün değil. Aslına bakılırsa Ermeni soykırımı davasını güdenlerin de zaten böyle bir kaygı ve amacı bulunmuyor.
Pratikte zaten bu suçun muhtemel zanlılarını yargılamak mümkün değil. Mümkün olsaydı bile bunun Türkiye ile hiçbir ilgisinin olmaması gerekirdi. Kolektif sorumluluk söz konusu olduğunda ise soykırım suçunun işlenmesinde devletin rolü tartışma konusu olur.
Devlet şayet bu suçun işlenmesinde öncü ve kolaylaştırıcı bir rol üstlenmişse sorumlu addedilir. Bireysel sorumluluğun müeyyidesi ceza yargılaması iken kolektif sorumluluğun müeyyidesi kabaca tazminattır denilebilir.
Bireysel sorumluluğun Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde tespiti, yukarıda da belirtildiği gibi, artık mümkün gözükmüyor. Gerek muhtemel zanlıların hayatta olmaması gerekse soykırım suçunun 1948 yılında, yani iddialara konu olan I. Dünya Savaşı'ndan çok sonra tanımlanmış olması buradaki en önemli engeller.
Ancak soykırımdaki devlet sorumluluğunu hâlâ tartışmak mümkün. Burada soykırım suçunun sonradan tanımlanmış olmasının bir önemi bulunmuyor. Şayet, mesela UAD olayları soykırım olarak tanımlar ve bundan Türkiye'yi de devlet olarak sorumlu tutarsa o zaman Türkiye uluslararası hukuk nezdinde yasal olarak sorumlu olur. Bu takdirde de en geçerli yol olarak tazminat ödemek zorunda kalır.
Peki mesele UAD'nin önüne gelirse nasıl gelir ve gelirse ne olur? UAD sadece devletler arası ihtilafları çözen bir uluslararası yargı organı. Dolayısıyla mesela bu örnekte Türkiye ile Ermenistan arasında bir ihtilaftan söz etmek mümkün olursa Divan meseleyi karara bağlayabilir.
Ancak bunun için söz konusu ihtilaf ile ilgili olarak her iki devletin de Divan'ın yargı yetkisini kabul etmesi gerekir. Ermeni soykırımı iddialarını dile getirenler ise böyle bir yargılamayı gereksiz buluyor. Bunun en temel nedeni Ermeni soykırımının kendilerince tartışmaya açık bir yanının olmaması.
Yani meseleyi Divana taşımaya razı olmak, olayların çok düşük bir ihtimal de olsa soykırım olmaması ihtimalini de kabul etmek anlamına geleceğinden böyle bir yola tevessül etmiyorlar. Bunun yerine de kendilerince kesin olan bu soykırımın Türkiye tarafından kabul edilmesini talep ediyorlar.
Türkiye ne yaparsa bu talebi kabul etmiş olur? Açık bir tanıma, özür vb. ifadeler de dâhil olmak üzere Türkiye'nin devlet olarak 1915 olaylarının soykırım olduğunu ima eder herhangi bir tutumu devlet sorumluluğunu da beraberinde getirebilir.
Bir devletin tek taraflı kararları ve hatta açıklamaları kendisini bağlayabilir, yani hukuki sonuçlar doğurabilir. Yine mesela üst düzey bir devlet görevlisinin bir konuşması bile böylesine bir sonuca gidecek yolun ilk adımları olabilir.
Herkes dilediğince özür dileyebilir; ama devlet adamları böylesi tercihi yaparken devleti sorumluluk altına sokacak bir süreci başlatabilirler. Bu son derece ciddi bir tercih ve tam da bu nedenle Ermeni soykırımı için özür dileyenler aynı tavrı devletten beklerken çok da haklı değiller.
*Doç. Dr., Osmangazi Üniversitesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder