14 Nisan 2013
NURİYE AKMAN
PROTESTOCUYU mu tutacağım, yoksa protesto edileni mi?
Kendimi bu kıskaca almadan gittim İstiklal’e.
“Doğu
dairesi” anlamına gelen 230 yaşındaki CERCLE d’ORİENT binasıyla
Yeşilçam Sokak’a uzanan İsketinj Apartmanı, İpek, Rüya ve Emek
sinemalarını görmeye.Zihnimde yılan hikâyesi temalı bir film: Mal sahibi SGK’nın, 25 yıllığına Kamer İnşaat’a kiralamasıyla açılıyor perde. Yapacak, işletecek ve devredecek de halk isyanlarda.
Yıllarca süren davalar, yürütmeyi durdurma kararları. Siyasilerin “iki doğru arasında bir yanlış” beyanları, inmeyen tansiyon, işgaller, yürüyüşler, barikatlar, biber gazları, tekme tokatlar...
KİMSE pozisyonunu değiştirmiyor. Yaparızcılarla, yaptırmayızcılar hep aynı noktada. Sorumlu daima karşı tarafın arasında ve arkasında.
Hep ötekilerin başının altından çıkıyor kötülükler. Kimsenin diğerine güveni yok. “Pis rantiyeci müteahhit” gözüyle bakıyor biri diğerine. O diğeri de ona “Nostalji azgınları! Arkalarında başka güçler var” mantığıyla...
YIKTIRMAYIZ! Zaten yıkmıyoruz ki, yapıyoruz! Külahıma anlat sen onu! Replikleri böyle çünkü “maksimum koruma” değerleri farklı. Yapanlar, projelerini “azı ticaret, çoğu koruma” diye tanımlıyor.
Yaptırmak istemeyenler “tam tersi, çoğu ticaret, hatta tamamı” diyorlar. Özetle kimi anılarına sarılmış, kimi hayallerine. Ama işte gittim gördüm. Geçmiş ile geleceğin kesiştiği yerde an var, bir enkaz yani. Akan çatılar, dökülen duvarlar, kırılan bozulan süslemeler, bitler, pireler, fareler var.
REHBER eşliğinde dolaşıyorum enkazı. Fonda inşaat makinelerinin gürültüsü. Zemini güçlendirmek için açılan kuyular sanki yutacak beni. Bu kadar mı temelsizmiş burası?
Beton kırıkları, demir teller, paslı çivilere düşeceğim. Bitlendim mi acaba, ya bir fare atlarsa üstüme? Bir korku filmi bu. Tarihi kuşlar gagalamış; bir kanadı devlet, bir kanadı vatandaş olan vahşi kuşlar.
Hep birlikte yıkmak için çırpınmışlar. Biraz cehaletten biraz kasten, çürümeye göz yumulmuş. Ölmelere doyamamış binalar ama o süreçte çıt çıkmıyordu ahaliden. Dışı hatıraların kremasıyla sıvanmış ya, içinin çürümüşlüğü dikkatlerden uzaktı.
FİLMİ biraz geriye sarıyorum. 1993’te vahşi kuşun devlet kanadı, bu tarihi kompleksin yekpare AVM olmasına yeşil ışık yakıyor ve altının otoparklığına. Haliyle isyana meşruiyet kazandırıyor bu karar. Yıllar sonra ciddi değişim geçiriyor proje, eskisine oranla makulleşiyor biraz ama kimseyi ikna edemiyor.
“Harap olsun, benim olsun” diye restoratörlere ölçüm bile yaptırmıyor kiracılar. Müşterilerine saklanmış bir pislik içinde hizmet edip çöküşü hızlandırıyorlar. Durdurun bu yıkımı! Tamam da kim yapsın yenisini? Galiba asıl mesele bu.
FİRMA bu arada davaları kazanmış. Büyük sinemalar tek başlarına iş yapmıyor diye Emek’e on küçük kardeş getirmesi kesinleşmiş.
Hem apartman dairesinden yapıldığı için bir fuayesi bile yokmuş ki, hatta kendine has bir binası. Apartman boşluklarının arası tak tak kapatılmış da çatı yapılmış vaktiyle. Şimdi orijinal şekli ve malzemesiyle taşınıyormuş dört kat yukarıya.
Özgün halinde bulunup balkona dönüştürülen locaları yeniden yapacaklarmış, tıkış tıkış fuayeyi de genişletiyorlarmış. Zemin ve birinci katta dükkânlar, bir üstünde yeme içme mekânları olacakmış. Keşke köfte-patates kokusu sinmeseydi üstüme, çarşıdan geçmeseydim veya asansörle çıkmasaydım seyredeceğim filme.
NEYLERSİN ekonomi yoksa sanat da olmuyor. 50 milyon dolarlık bir projeden bahsediyoruz. Eğer Emek’in özgün halini gerçekten koruyup birebir ölçülerinde yeniden yapacaklarsa, kimse kusura bakmasın, bunda karşı çıkılacak bir yan yok.
Çünkü restorasyon yerinde yapılsa bile yıkmak gerekiyor, çatısından zemine kadar o derece çürümüş, deprem bir yana üflesen kendiliğinden çökecek. Kazandığı savaşın hakkını versin firma yeter. Mutlu sonla bitsin bu hikâye.
FİLMİN en acıklı sahnesine gelince. “Emek yoksa ben de yokum” tutkusuyla mesleği bir süreliğine bırakan Atilla Dorsay, projenin aslından haberi olmadığını belirtiyor, “Ben minyatürünü yapacaklar sanmıştım.” diyor.
Dilerim tüm protestocu kurum ve kişiler gelecek yıl sinemanın gala gecesini teşrif ederler. O vakte kadar herkes hatıralarına sahip çıkar ve açılışta ruhlarından bir parça üfler yeni Emek’e. Gönül mekânlara sığmaz. Arınmak için bütün kayıtlardan özgür olması gerekir.
Bir zamanlar maziye bak...
DOĞU Dairesi’nin mimarı İstanbul doğumlu bir levanten Alexandre Vallauri. Yabancı diplomatlar, azınlıklar ve ileri gelen Osmanlı zevatın, kısacası zenginlerle muktedirlerin toplanma mekânı Cercle d’Orient Kulübü için çizdiği projesi hayata geçtiğinde 33 yaşında ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nde hocaydı. Bu beş katlı görkemli binanın zemini pasaj. Yukarıda otel olarak kullanılan kısmı da var, kumar oynanan kısmı da, şarap mahzenleri de. Elini kolunu sallayarak giremiyorsun, parolayı bilmen gerekiyor.
MOBİLYALARI binlerce altın harcanarak İngiltere ve Fransa’dan getirilmiş. Kapılarından tavanlarına kadar stilize edilmiş bitki, melek, kuş, ejderha, istiridye, meşale figürleriyle süslenmiş. En başta mülk kime aitti öğrenemedim ama 1891’de Abraham Paşa, 1898’de Osmanlı Bankası, 1919’da Manukyan Efendi görünüyor sahibi. 1943’te İstanbul Belediyesi satın alıyor. Fransızca ismi terk edilip Büyük Kulüp olarak anılıyor. 1957’de Emekli Sandığı’nın mülkiyetine geçiyor.
ANA bina ve aynı parseldeki diğer binalar pek çok kez yangınlardan hasar görüyor. Bakımsızlık, ilgisizlik, cehalet de var tabii. Has malzeme kayıplarına niteliksiz malzemelerle müdahale ediliyor. Bugün karo mozaik zemini tanınmaz halde, duvarlar, tavanlar, merdivenler de öyle. Vallauri’nin planı bozulmuş, bir ucubeye dönmüş bina.
EMEKLİ Sandığı’nın oluncaya kadar, Rum Atletik Jimnastikhanesi, İstanbul Avcılar Kulübü, Yeni Sirk, buz pateni sahası, tiyatro ve Melek Sineması duraklarından geçen, defalarca el, ad ve dekor değiştiren Emek Sineması’na gelelim. Salon kısmı 545, balkonu 210, sahnesi 90 metrekarelik barok ve rokoko bezemelerle donatılmış güzelim mekân sefil durumda. Yirmi yıl önce sadece süslemeleri yenilenmiş, ciddi bir tamirat görmemiş, o altın yaldızlarla dalga geçer gibi büro malzemesi kılıklı çirkin koltuklar aynen bırakılmış. Ve halen korunuyor o koltuklar. Bitine, piresine rağmen, ne olur ne olmaz, hesap sorulur korkusundan...
‘Projeyi bilmiyorlar ki’
Levent Gündoğdu (Kamer İnşaat’ın ortaklarından, Turkmall CEO’su):
“GÖSTERİ yapanların çoğu mikrofon uzatıldığında ‘biz projeyi bilmiyoruz ki’ diyorlar. Önce öğrenip sonra protesto etselerdi. Bazılarıyla görüştük. Gerçekleri anlayınca hemen geri çekildiler. İsimlerini vermek istemiyorum. Hepsi sinema için önemli kişiler, ama pozisyonları itibarıyla bize söylediklerini kamuoyuna açıklayamadılar.
BEYOĞLU’nda son kalan gösteri salonlarından biri Emek. Tabii ki buranın sanatla birebir ilişkili bir derneğe verilmesini birileri düşünebilir, devletin parası ile burayı işletebilirdi. İKSV böyle bir çıkış yaptı. Burası bize verilsin, devlet de bizi sübvanse etsin dedi. Biz burayı kendi imkânlarımızla yapacağız. Bir yükümlülüğün altına girdik.
Sözleşme gereği üzerimize düşen her şeyi yapmak zorundayız.”
‘Kültür mekanları taşınmaz’
Görgün Taner (İKSV Genel Müdürü):“BİZ zamanında altı aylık süre talep ettik, özel sektör ve kamunun mali yükü paylaşacağı bir öneri geliştirelim dedik. Hiçbir sonuç alamadık. Asla Emek Sineması ve Cercle d'Orient binasının İKSV'ye tahsis edilmesi gibi bir talebimiz olmadı. Biz burası kâr amacı gütmesin, sadece kültürel amaçlar doğrultusunda kullanılsın dedik. Başka da bir şey demedik. İKSV elebaşıymış, protestoların arkasında biz varmışız, bilmem neymiş! Sadece gülerim ben buna.
KÜLTÜR mekânları taşınmaz. Nasıl Eyfel'e, ortadan Sen Nehri geçecek, iki metre yana alalım tarzında bir şey yapılamıyorsa Emek'in de bir kültürel miras olarak yerinde tutulması lazım. Orada yaşanmışlıklar var. Havası, atmosferi vesairesi, bu çok başka bir konu, bir zihniyet meselesi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder