Mustafa ÖZCAN
Adalet ve
zulmün birçok tarifi ve birçok bağlamı varsa da bunlardan en akılda
kalıcılardan ve gönle hitap edicilerden birisi şudur: Adalet, fıtrata uygunluk;
zulüm ise fıtrat dışılıktır. Fıtratın dışına çıkmaktır.
Zulmün de iki basamağı
vardır. Kadim kültürümüzde ve anlayışımızda buna ifrat ve tefrit ayaklar
dendiği gibi veks ve şatat da denebilir. Şatat ölçüyü ağdırmak yani ifrat
basamağıdır.
Veks ise ölçünün altında kalmak ve tefrit boyutudur. Şatat
fazlalık, veks ise noksanlıktır. Adalet ise bunların dengelenmesi ve ikisinin
sağlamasıdır.
Hayat denge üzerinde seyrettiğinden dolayı dengesizlik geçici bir
statüdür. Hiçbir zaman kalıcı olmaz. Bu itibarla da eslaf: "El Küfrü
yedumu / Ve'z zulmu la yedum" demişlerdir.
Haramın
binası olmaz deyimini hatırlatırcasına yine bu bağlamda "Beytü'z-zalimi
harabun velev bade hinin / Bir müddet sonra olsa da zalimin evi haraptır,
harabattır" denmiştir.
Bunun geçmişten geleceğe güzel Türkçe'mizdeki tam
karşılığı şudur: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Adalet oku gecikse
de şaşmaz.
Haramın ocağı olmadığı gibi zulmün de ocağı yoktur. Biraz gecikerek
de olsa hak ve adalet elbetteki tecelli eder. Cenab-ı Hakk imhal eder ama asla
ihmal etmez.
İnsana toparlanması için bir süre verilir. Buna imhal; yani mühlet
verme denilir. Adalette kusur eden ve zulmeden bu fırsatı değerlendirirse zaten
adalet yerini bulur.
Bunun yolu da zalimin ihkak-ı hak etmesi ve kul hakkını
iade etmesidir. Aksi taktirde, zulmünde temadi eder ve haksızlıkta devam ederse
verilen süre dolduğunda çeşitli suretlerde ve hadise düzeyinde adalet ensesine
biner.
Şah-ı
Geylani'nin de dediği gibi, dünya daru'l-hikmet olduğundan dolayı burada adalet
ve zulmün cezalandırılması bazen açıktan olsa bile, genelde perdelidir.
Bazen
de suç ile ceza arasında denge sağlanamayabilir ve suç tam karşılık
bulmayabilir. Bu, muhakemenin öbür dünyada devam edeceğinin bir göstergesidir.
Dünya daru'l-hikmet olduğundan dolayı burada işler adalet-i izafiye ile yürür.
Adaletin tamamı burada tecelli etseydi ve muhakemenin tamamı burada görülecek
olsaydı mahkeme-i kübraya bir şey kalmayacaktı.
Dolayısıyla orası, burasının
bir devamı niteliğinde olmayacaktı. Bu da hikmete ters olurdu. Bu itibarla,
açıkça şunu söyleyebiliriz: Bu dünya da adalet-i izafiyeye gayet uygundur ve
hikmete de ters düşmez. Adalet-i mutlakanın tecelli yeri ise ise daru'l-kudret
olan ahirettir. Öteki dünyadır. Burası aynı anlamda dar-ı imtihan, orası ise
dar-ı cezadır.
Hz. Ali
(k.v.) adaleti şöyle tasvir etmektedir: "Eşyayı ve nesneleri yerli yerinde
kullanmak ve yerli yerine koymaktır..."1 Yerlerinden
aldığınızda ve onları değiştirdiğinizde zulmetmiş olursunuz. Fıtri olan ise her
şeyin insicamlı ve uyumlu olmasıdır.
Bu tariften yola çıkarak şöyle bir
benzetme yapmamız mümkündür: Diyelim ki, iki öküzü bir boyunduruk altına alıp
onunla tarla sürüyorsunuz.
Ancak öküzlerden birisi tembel ve serkeş. Diğeri
uyumlu ve emre muti. Serkeş olan sürekli geride kalarak diğerine eziyet eder.
Bu öküzler birbirinin dengi olmadığından ve yanlış kullanıldıklarından cefakar
olanı hakkında zulüm irtikap edilmektedir. Bu basit misalden de anlaşılacağı
gibi eşyayı yerli yerinde ve dengeli kullanmazsak zulme davetiye çıkarmış
oluruz.
Zulmün mefhum u muhalifinden de adaletin tarifine ulaşıyoruz. O da
eşyayı yerli yerinde ve düzgün bir biçimde kullanmaktır.
Bir hadis-i
kudsîde Cenab-ı Hakk, kendinden haber vererek kendisine zulmü yasakladığı gibi
kulları arasında da zulmü yasakladığını beyan eder.
Bu manada zulüm, gücün
suistimali ve yanlış ve kontrolsüz kullanılmasıdır. Zulüm, muhal-farz, sahibini
nübüvvet dairesinden düşürdüğü gibi velayet dairesinden de ıskat eder.
Cenab-ı
Hakk'ın cahil dostu yoktur. Dost edinmek istediğinde esbabını halk ederek
halilinin cehaletini izale eder. Allah'ın dostları da incelikler aleminden veya
nefis çöllerinden geçtikten sonra huzura vasıl olur ve kabul edilirler.
Hz.
İbrahim'in duasına mukabil Cenab-ı Hakk, "Zalimler benim ahdime eremez ve
nail olamazlar" buyurmuştur. Nübüvvet hanesine mensup olsa da zalim manen
oraya intisaplı değildir.
Haneden olmasa bile ehl-i salah manen peygamberin
varisidir. Hz. Lut'un karısı, Hz. Nuh'un çocuğu ve Hz. İbrahim'in babası buna
örnektir. Bu itibarla, bu anlayış Ehl-i Beyt'in tarifinde de geçerli olmuştur.
Metafizikî veraset fizikî verasetten önemli ve önceliklidir.
Buna
mukabil, Cenab-ı Hakk üç zümrenin duasını geri çevirmez. İftara kadar
oruçlunun, adil olan imamın, yani devlet reisinin ve mazlumun duası.
Bu
kapsamda olan üç sınıftan iki sınıfın makbuliyet nedenleri adalet ve zulme
maruz kalmaktır. Bundan dolayı, dinin en temel rükünlerinden birisi adalettir.
Ve Kur'an-ı Kerim nasıl namazla birlikte daima zekatı anıyorsa, küfürle de
birlikte zulmü anmaktadır. Yer yer birbirlerinin eş anlamlısı olarak da zikre
konu edilmektedir.
Adalet ve muadelet, denge ve eşitlik sağlanması
anlamındadır.2 Mutezile'nin beş temel esasından birisi adalettir.
Ancak onlar adalet-i izafiye meselesini idrak edemediklerinden dolayı mutlak
adalet namına yer yer sapma göstermişlerdir.
Bu meselenin uzantısı olarak kesb
ve iktisap yerine kulların amellerinin yaratılmasını da yine kullara isnat
etmişler ve Cenab-ı Hakk'ı devreden çıkarmışlardır.
Onlar tam sorumluluk için
tam yetki isterler. Bu ise rububiyetin alanına girmektir. Keza adalete mugayir
ve kayırma olarak gördüklerinden şefaatı da reddederler.
Adalet, mükafat ve
mücazatta eşitliktir. Cenab-ı Hakk bu yönüyle kullarına adaleti emretmiştir.
Bununla birlikte af kapsamını da açık bırakmıştır.
Bu manada bir ayet-i
celilede "Allah, adaleti ve ihsanı emreder" buyurulmuştur. Adalet
amellere eşit muamele ise ihsan da hayra daha fazla, şerre ise daha az mukabele
etmektir.
Müteveffa
Papa John Paul de "İnnallahe ye'muru bil'adli ve'l ihsani" ayetinin
manasına ve mantığına uygun olarak şunları söylemiştir:
"Affetmek, kişisel
bir tercihle insanın şerre şer ile mukabele dürtüsünü bastırmasıdır. Affetmek
bir zayıflık gibi görünmekle birlikte, hakikatte büyük manevi güç ve ahlaki
cesaret gerektirir."3
Papa'nın bu sözlerini yorumlayan Prof.
Dr. Thomas Michel'e göre, yaraları sarmak için adalet tek başına yeterli
değildir. Aynı zamanda affetmeyi de bilmemiz lazım.
İşte bu af ve safh
makamıdır. Bu manada İslamiyet hanefiyyetü's semha (bağışlayıcı bir din) ve
mahaccetü'l beyzadır (beyaz yol). Adalet zekat gibidir.
Af ise sadaka.
Dolayısıyla Cenab-ı Hakk tek başına adaletin yetmediği için affı ve ihsanı
getirdiği gibi zekat da kifayet etmediği için sadaka gibi bağışları da teşvik
etmiştir.
Çünkü daima hal ve harekatımızda istemeden de olsa maksadı aşan
yönler bulunabilir. Bunların ilacı adaletle birlikte affu safh'dır. İhsan
makamı her boyutta artı bir makamdır. İbadette Allah'ı görür gibicesine ibadet
etmek olduğu gibi adalette de af veya ikram makamıdır.
Bununla
birlikte geçmişte kalan ve tövbekar olanların tecavüzlerini bağışlamak
centilmenliktir. Bunun hilafına, nadan olan ve zulmünde devam niyeti izhar eden
insanları bağışlamak zulme razı olmak ve ona aracı olmaktır.
Bu açıdan mazlumun
da pasif bir şekilde zulmü desteklememesi gerekir. Küfre rıza küfür olduğu gibi
zulme rıza da zulümdür ve bunu yapanlar genellikle tasvip ettikleri veya sessiz
kaldıkları zulmün acı tadını tadarlar.
Mazlumların çeşitli yollarla zulmü
bertaraf etmeleri en azından zulme mekan olan bölgeyi terk etmeleri gerekir.
Mevlana Celaleddin Rumi'nin babası Sultanu'l-Ulema Bahauddin Veled Horasan'ı ve
Belh'i zulüm yüzünden terk etmiş ve Anadolu'ya ayak basmıştır.
Bu hareketinin
bereketine Anadolu fuyuzatıyla feyizlenmiştir. Aksi taktirde, zulmü kabullenmek
zulümdür. Bunu nasihatla ve reddi cemille yapmak da o kadar önemlidir.
"ferman sultanın ise dağlar bizimdir" anlayışı ise dahilde çatışmayı
akla getirdiği için makbul değildir. Bunun adı ihkak-ı hak değil, isyandır.
İsyanın da bir ahlakı ve kültürü var.
Yapıcı davranmak ve tahribat yerine
tamirat yolunda olmak gerekir. Aktif zulüm zulmü irtikap etmekse; pasif zulüm,
zulmü kabullenmek ve zalime müzahir olmak ve zulüm kefesini ağdırmaya hizmet
etmektir.
Bundan dolayı, mazlum ihkak-ı hak için çalışır ve hakkını meşru
yollardan almaya gayret eder. Bu hususta Cenab-ı Hakk ona müstesna haklar
tanımıştır. Cenab-ı Hakk mazlumun dışında kimseye çirkin söz veya yüksek
perdeden konuşma hakkı, yetkisi vermemiş ve tanımamıştır.4
Peygamberimiz
sünnetiyle de bu kuralı te'yid etmiştir. Sözgelimi, zulme girmedikçe kimsenin
sözünü kesmezdi. Zulmün yayılmasına ve tedavülüne hizmet edecek şekilde konu
edilmesine ve konuşulmasına ve zulmün müdafaasına asla müsaade etmezdi.5
Netice, Hz.
Ömer'in de dediği gibi, adalet mülkün temeli, zulüm ise mülkün izalesi ve
tahribidir. Umran ancak adaletle kaimdir; yani ayakta kalır. Dünyada zulüm,
kıyamette zulumat ve karanlıklardır.
Öz
Bu makalede
adalet tarifinden yola çıkılarak bu dünyanın hikmet dünyası olduğu, bu nedenle
burada işlerin adalet-i izafiye ile, hikmete uygun olarak yürüdüğü gözler önüne
serilmekte; Allah'ın kullarına zulmü yasakladığı, zulme rıza göstermenin zulüm
olduğu vurgulanmaktadır.
Hz. Ömer'in
sözünde kendisini bulan, "adalet mülkün temelidir, zulüm mülkün izalesi ve
tahribidir" sonucuna varılmaktadır.
Anahtar
Kelimeler: Adalet, zulüm, adalet-i mahza, adale-i izafiye
Abstract
This article
begins with the definition of the concept of justice and goes on that this
world is a world of wisdom. Thus, it has been clarified that every moments and
events in this world has been enforced with the relative justice in coherence
with wisdom; God has forbidden the atrocity, and the agreement with the cruel
acts is also a kind of atrocity.
It reaches
the conclusion with the statement of Hz. Omer as "justice is the basis of
a true government, cruelty is the negation and destruction of that true
government".
Key Words:
Justice, ultimate justice, relative justice, oppression
Dipnotlar
1. Hadis-i
Erbain şerhi Taftazani, İstanbul baskısı, s. 192.
2. Müfredat
Fi Garib el Kur'an, Ragıb el İsfehani, s. 325, 326.
3. İsa'nın
Geri Dönüşü, Thomas Michel, Yeni Asya Yayınları, s. 67.
4. Nisa:
148.
5. Hz.
Peygamber ve Eğitim Metodları, Abdulfettah Ebu Gudde, Ümran Yayınları, s. 38.
http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=718
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder