Popüler Yayınlar

22 Nisan 2013 Pazartesi

İSTANBUL NE OLACAK? - ŞEHİR

Limitler ortada: İstanbul, fiziksel büyüme sınırlarına gelip dayanmış bulunuyor. Daha fazla büyüyemez. 

Geçen yüzyılın ikinci yarısından başlamak üzere İstanbul’u hormonal olarak büyütenler bugün de şehri, çılgınlıkların yaşanacağı mahşer alanına çeviriyorlar.

1950’de Amerikalıların bize uygulattığı Marshall yardım planı Anadolu’yu insansızlaştırdı, Özal’dan bu yana ve ağırlıklı olarak son 10 yılda takip edilen küresel politikalar tarımı öldürüp süreci hızlandırdı.

Her yeni proje, nüfusu milyonlara katlayacak özellikte. “Üçüncü köprü” ve “ikinci boğaz” ilave milyonların İstanbul’a akışını hızlandıracak.

    Ulaşım teknolojisinin böylesine geliştiği bir dünyada İstanbul’a yüklenmek akıl kârı değil. İstanbul’un sanayi ve ekonomi ihtiyacını “içinden deniz geçen ikinci şehir Çanakkale”yi İstanbul’a yardımcı bir şehir olarak dizayn etmekle karşılamak mümkün.

    Bundan sonraki aşamada İstanbul “nicel” değil, “nitel bir değişim” geçirmeli; ticaret, turizm, spor, sanat faaliyetleri, bilim ve kongre merkezi olmak gibi.

Sanayinin ağırlığını Çanakkale’ye ve yatırımların önemli bölümünü Anadolu’ya kaydırmak nüfusu da makul çizgiye çeker.

O zaman İstanbul’u mutlak bir çekim merkezi olmaktan çıkartıp, başka merkezler haline getirebiliriz. Küresel sermayenin ağına ve dağıttığı mevzii/yerel rantın hırsına yakalanmış Türkiye’nin takip ettiği tarım politikası buna müsaade etmiyor.

    Şehrin hayatiyeti, fiziksel ve parasal sermayesinin hacmiyle değil, toplumsal sermayesinin zenginliğiyle ölçülür. Asıl sermaye güçlü ailedir.

Aileyi, komşuluk ilişkisini, akrabalık bağlarını, mahalle kültürünü temel alan şehirlerde medeniyet neşvü nema bulur.

Mahalle çok-merkezlidir, Osmanlı’da mahalle “insan merkezli-şehir” esasları üzerine oturtulmuştur, dışarıdan gelen insanları filtreden geçirip bedevi olmaktan çıkarıp haderileştirir.

Mahalle aynı zamanda merkezî yönetimin de temelidir. 1924’te Yerel Yönetimler Yasası çıktığı zaman, Bursa halkı valiye gidip “Bundan sonra kendi kendimizi idare edemeyecek miyiz?” diye sorma lüzumunu hissetmişlerdir.

    Medeniyet ve umran devletin işi değil, toplumun işidir. Şu anda kent, ranttan başka gözü hiçbir şey görmeyen kent bedevilerinin istilası altında.

Çölün istilacı bedevileri, şehri badiyeye çeviriyor, eski sakinlerini de bedevileştiriyorlar.

    İstanbul fetihte 50 bin idi, uzun zaman sonra 100 bin oldu, derken 500 bin ve 1 milyon. Bugün 15 milyon, şimdi 40 milyon nüfusa göre planlanıyor.

Bütün projeler “çılgın!” İçinden deniz geçen tek şehirdi, yeni projeyle iki denizin içinden geçtiği metropol olacak.

“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” diyen Akif’in şiirlerini okuya okuya İstanbul’un tarihini ve medeniyet mekânlarını tahrip ediyorlar.

    Kendimize soralım:

Neden? 

Zorumuz ne? 

Neden 40 milyon insanı aynı mekân üzerinde yığıyoruz? 

Neden Anadolu’yu insansızlaştırıyoruz? 

Neden güzelim Üsküdar Haydarpaşa arası sahili New York’un ucube, göğüslere sıkıntı veren Manhattan’a çeviriyoruz? 

İzmit-Tekirdağ arası milyonlarca insanın yaşadığı mekâna artık “kent” de denemez. Bu başka bir şey! Bu kent kültürünü nereden aldık, hangi İslamî kitapta okuduk? 

Kur’an’da helak olan kentlerin kıssalarını hiç mi hatırlamak gerekmez? 

Efendimiz’in sünnet ve siretinin hayat bulduğu Medine böyle mi idi? 

Hangi İslam filozofu veya fakihi böyle bir şehir modelini savundu? 

Hiç mi muhafaza edebileceğimiz değer kalmadı? 

Nasıl olur da aile, sokak, akrabalık, mahalle ve şehri böylesine vandalca tahrip edebiliyoruz?

 Dünün İslamcılarının diktiği devasa gettolara bakıyorum. Meğer dindarlıkları ne büyük bir hırs ve ihtiras biriktirmiş!

    Şehirler müennestir, iktidarlar müzekker. Şehirler narindir; bilgi, hikmet, irfan ve merhamet sahibi şehr-i eminler tarafından yönetilir.

 Fıtrat bozuldu, ekolojik denge altüst oldu. “İstanbul” isimli çaresiz kadını onu öldürmeye azmetmiş küresel kabadayının elinden kurtarmak hepimizin görevi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder