Her
zaman değişik vesilelerle belirttiğim gibi, analitik düşünce tarzının
belirleyici özelliği, kavramlar arasına sınır çizgileri çizmektir.
‘Gerçek’le ‘Hakikat’i, ‘Hakikat’le ‘Doğru’yu, ‘Sebep’le ‘Gerekçe’yi, ‘Tahmin’le [guessing] ‘Kestirim’i [prediction’], ‘İmkan’la ‘İhtimal’i ve mesela ‘Muhafazakarlık’la ‘Gelenekçiliği’...
Buna benzer birçok kavramı, birbirine karıştırıp bir ‘çorba zihin’le düşünmeye kalkışmak!
Bizde düşünce, bilhassa felsefî düşünce üretimini imkansız kılan, bana kalırsa, budur!
Ve galiba bu karmaşayı giderme yolunda ilk adım, liselerde Mantık derslerine ilişkin müfredatta, ‘Analitik Düşünce’ye ağırlık verilmesidir…
‘Doğru’ ve ‘Yanlış’ kavramları için de durum farklı değildir.
Doğruluk ya da yanlışlık, empirik olarak, yani deney ve gözlem yoluyla saptanabilir önermelere ilişkindir.
Dolayısıyla gündelik konuşma dilindeki empirik önermelerle [mesela: ‘dışarıda kar yağıyor’ önermesi, eğer ‘dışarıda kar yağıyorsa doğru, yağmıyorsa yanlıştır!] bilim önermeleridir ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ olan!
Bilindiği gibi, Popper’den bu yana, bir varsayım önermesinin bilimsel olup olmadığının ölçütü, ancak o önermenin yanlışlanabilir [yanlışlanmaya açık!] olmasıdır.
Kavramlar arası sınırların eski deyişle, efrâdını câmî, ağyârını mânî bir biçimde kuşatıcı bir belirginlikle çizilmiş olması, Bilim’le Felsefe arasındaki ilişkinin mâhiyetini de tâyin eder.
İngiltere’nin ‘baba’ felsefecilerinden Gilbert Ryle ve onun P. M. S Hacker gibi ardılları, Bilim’le Felsefe’yi, birbiriyle hiçbir ilişkisi olmayan disiplinler olarak konumlandırırken, Amerika’nın ‘baba’ felsefecilerinden W. V. O Quine, arada kesin bir çizgi olmadığı kanısındadır.
Ryle ve Quine arasındaki bu ihtilaf, ‘Bilim’ ile ‘Felsefe’ kavramları arasına ayırt edici bir çizgi çizilip çizilemeyeceği konusunda, düpedüz analitik bir ihtilaftır.
Bilim’le Felsefe’yi birbirinden nasıl ayıracağız?
Ya da, ayırabilmemiz mümkün mü?
Yoksa Quine’ın dediği gibi, arada kesin çizgiler yok mu?
Bu alanda bir teklif, John Searle’den geliyor: Searle, ‘The Future of Philosophy’de, [Philosophical Transactions of the Royal Society B. 354,1999, s. 2069] bu çok kışkırtıcı teklifinde, bir felsefe sorusunu, sistematik yoldan yanıtlanabilir bir duruma getirecek biçimde revizyona tâbi tuttuğumuz veya formüle ettiğimizde, o sorunun artık bir felsefe sorusu olmaktan çıktığını ve bilimsel bir soruya dönüştüğünü öne sürüyor.
Searle bu teklifi şunun için yapıyor:
Bilincin doğası ile beyin süreçleri arasındaki ilişki üzerine yapılan tartışmalar da, bu mahiyettedir; yani, bilincin doğasına ilişkin soruları, bilişsel [cognitive] nörobilim bağlamında beyin süreçleriyle ilişkilendirerek açıklamak, bu soruları felsefî sorular olmaktan çıkarır;- bunlar, felsefenin değil, bilimin, nörobilimin sorularıdır artık!
Çünkü felsefe, Searle’e göre, sorunları çözmez, yanıtlamaz, sonuçlandıramaz; olsa olsa, onların daha açık ve seçik bir biçimde anlaşılmasına [clarification] yardım eder:
Kısaca, bilincin doğası ile beyin süreçleri ilişkisi, nörobilimin konusudur;- felsefenin değil!
[Bu tartışmalar Türkiye’de çok değerli bir psikiyatr ve düşünür olan sevgili kardeşim Dr. Saffet Murat Tura’nın, başta ‘Histerik Bilinç’ adlı kitabı olmak üzere, birçok çalışma ve seminerlerinde ele alınmıştır.]
Bu meseleye devam edeceğim.
Searle'in modern felsefenin ne oldugundan haberi yok. Modern felsefenin isi-gucu lisani sorgulamaktir, bilimsel faaliyetleri sirasinda ise insanlar lisani kullanir, sorgulamaya gerek duyduklarinda felsefeye dalmislar demektir.
YanıtlaSil