Nazan Bekiroğlu |
İnsanlığın
tarihi kadar eski olan ilk köprü, dere üzerine atılmış bir kütükten
ibaret olmalı.
Fakat zaman içinde o da gelişti, değişti. Asmasından,
tahtasından, kemerlisinden, taşından, çelik kafeslisinden geçildi;
hendesenin hikmetini kimi koruyan kimi kaybeden mühendislerin elinde
yükseldi.
Sadece iki yakayı değil iki şehri, iki kıtayı bir araya
getirecek cesamet ve güce ulaştı.
Pek çok eserin ismidir bu yüzden. Ayşe Kulin’in romanı, Sezen Aksu’nun şarkısı, İlhan İrem’in albümü, Sait Faik’in şiiri; Drina Köprüsü, Kwai Köprüsü ve daha niceleri.
Herhangi bir deyimler ve atasözleri sözlüğünü açmamız halinde köprü ile ilgili geniş bir birikimle karşılaşırız.
Bunlarda köprü hem gerçek anlamı hem kinayesiyle çıkar karşımıza ve kendi zamanlarını işaret eder. “Köprüyü geçene kadar”, “Geçme namert köprüsünden” eski zamanların dilidir.
Deli Dumrul o sarsıcı mantığıyla, geçenden bir geçmeyenden iki akçeyi daracık bir köprünün başında almış olmalı.
İki inatçı keçi de ancak böyle bir eski zaman köprüsünde karşılaşır. Ama “Köprüden önce son çıkış” modern zamanların deyimidir.
Lâkin eski yeni bütün zamanlarda değerini koruyan biri var ki gönlün yıkılan iki yakasını bir araya getirmenin imkânsızlığını ondan iyi hangi deyim ifade edebilir? “Köprüleri atmak” denir böylesine.
Sihirli bir anlam katmanlaşmasına mazhar olduğu ortak kaynağın diliyle köprü berekettir. Rüyada köprü görmek hayra alâmettir bu yüzden.
Hayat, doğumla ölüm arasında bir köprüdür, dahası ahirete uzanır. Mecazî aşk gerçek aşka bir köprüdür.
Dinin direği namazsa, köprüsü zekâttır. Yazı eğer benden sana, dünyadan ezele köprü kuruyorsa vardır.
Köprü bazen bir şehrin siluetine öylesine yerleşir ki o olmaksızın şehri anmak mümkün değildir. Petersburg, köprüler şehridir meselâ.
Köprüleri olmasa Malabadi, Mostar resimleri eksik kalır. Köprü âşıkların, meczupların, a’rafta kalmışların da mekânıdır.
Dostoyevski’nin berrak bir su gibi akan romanı Beyaz Geceler’de bütün olay bir köprünün üzerinde gerçekleşir.
Yine aynı yazarın Öteki Ben’inde kahraman, benliğinin diğer parçasıyla bir köprü üzerinde karşılaşır.
Karlı bir manzaranın ortasında gerçekleşen bu karşılaşmanın sonucunda kahraman deliliğe açılan bir kendinden uzaklaşmanın başlangıcında buluverir kendisini.
Çünkü iki yakayı bir araya getirmesi gereken köprü her zaman uzlaşmanın değil bazen de uzaklaşmanın ifadesidir.
O, her zaman aynı emniyette geçirmez yolcularını. Hele de köprüden geçemeyen gelinler bir türkü olup heyulâ gibi dillerde dolanır.
Köprü, iki yaka arasındaki ulaşımı engellemenin de yoludur. Bolşevik İhtilâli esnasında yönetim, Petersburg’daki açılır kapanır köprülerin hepsini açmış, devrimcilerin ulaşımını engellemek istemişti.
Köprülerin de ömrü vardır. Kimi Galata Köprüsü gibi emekliye ayrılsa da imgesi daim hatırda kalır.
Kimi ansızın karşımıza çıkıveren Sinan yapımı bir taş köprü, modern zamanların isimdaşları yıkılır giderken, ne seller ne depremler görür de dimdik ayaktadır.
Bu yüzden kemerli taş köprülerin bütün yükünü çeken, onu kilitleyerek muhkem kılan kilit taşı, ismi kadar büyüleyici bir mananın makamıdır.
Trapezoid biçimli kilit taşı ne kadarsa köprü de o kadar sağlam, o yerinden oynarsa köprünün çökmesi kaçınılmazdır. Bu bakımdan eski dünya kilit taşını yerine törenler ve dualarla yerleştirir.
Köprü âşıklar mekânı, aşkın lisanında da köprünün adı vardır. Bir köprü kurmakla başlayan aşk, köprülerin altından çok sular geçerse değişir, nihayetinde köprüler atılır.
İşte o zaman sulara bakan Apollinaire’a göre Mirabeau Köprüsü’nün altından Seine nehri akar /ve bizim aşklarımız. /Neşenin kederden sonra geldiğini /hatırlamış olsam da ne çıkar?
Hiç!
Ne garip! Bu dünyanın yüzünde her ırmak yaratılış gününün tanığıdır da her köprü kul yapısıdır.
Ama bütün köprülerin anası, ayan-ı sabitesi öyle bir köprü var ki o da Sırat Köprüsü.
Öbür dünyada uzansa da inşaatı bu dünyada yapılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder