Çoğu
zaman dini hükümleri farkında olmaksızın sekülerleştiriyoruz.
Sekülerlik, dinin dışarı çıkarılmasıdır.
Dini bir vecibe veya hükmü
sekülerleştirmek demek, sebebi bir kenara bırakıp hükmü hikmete
endekslemektir.
Öncelikle bir vecibeyi veya bir hükmü neden yerine getirmemiz gerektiği konusunu vuzuha kavuşturmak gerekir ki, bunun da yolu nassın sabit, delaletinin kat’i olmasının tespitinden geçer.
Bir konuda kesin nass varsa ve nassın delaletinde ihtilaf yoksa bir dini vecibe tahakkuk eder. Hükümde içkin illet ve hükmün sağladığı maksat, toplam yarar başka bir meseledir.
Buna göre “ibadet” bilinciyle şartlarına uygun bir hayvanı kurban etmemizin sebebi bu hükmün Kur’an ve Sünnet’le sabit olmasıdır.
İbn Ömer’den gelen rivayete göre Hz. Peygamber (sas) Medine’de kaldığı 10 sene boyunca her sene kurban kesmiştir.
“Maldan bir genişlik bulup da (gücü yetip) kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın” (İbn Mace, Edahi, 2.);
“Udhiyye kurbanınızı kesiniz, çünkü o atanız İbrahim’in sünnetidir” (İbn Mace, Edahi, 3.);
“Allah’ın Rasulü udhiye kurbanını kesti, Müslümanlar da kesti” (İbn Mace, Edahi, 2; Tirmizi, Edahi, 11.)
Hz. Peygamber (sas), bir Kurban Bayramı günü namazdan sonra, iki güzel boynuzlu koçu bizzat kesmiş, birini keserken “Bismillah, Allahü ekber. Bu benden ve ümmetimin kesemeyenlerinden.” buyurmuştur (Buhari, Edahi, 9; Müslim, Edahi, 17.)
Kurban ibadetinde aslolan “kurbiyet ve takva”dır:
“Allah için kesilen kurbanların ne etleri ne kanları Allah’a ulaşır; O’na sizden takva ulaşır… Güzellikte bulunanlara müjde ver. (22/Hac, 37)”
Allah’ın et ve kana ihtiyacı yoktur. İslam öncesinde Araplar, kestikleri kurbanın etini veya kanını putlarına ve Ka’be’nin duvarına sürerlerdi.
Bu cehaletten başka şey değildi. Efendimiz (sas) bunu yasakladı.
Her ne kadar insan hayvanın etinden, derisinden, tüyünden yararlanıyorsa da aslolan et, deri ve tüy değil; kurban kesme niyeti, fiili ve yöneldiği hedefidir.
Kurban kesmekle, insan Allah’ın bir emrini yerine getirmiş olur. Belki kendisindeki kan dökücülük (2/Bakara, 30) dürtüsü teskin edilmiş veya başka fıtri tahripkârlık gibi olumsuz hasletler kan akıtmak suretiyle ‘tatmin’ edilmiş olur.
Bu da psikolojik bir tedavi, rehabilitasyon yöntemi; yani et, deri ve tüy gibi maddi bir ‘yarar’ yanında manevi, ruhsal bir ‘hayır’dır.
Ama asıl yarar ve hayır, insanın bu fiille Allah’ın kendisine yüklediği bir vecibeyle “yakınlaşma” sağlamasıdır.
Kurban bir “infak” değil, bir ibadettir (nüsük). Bedeli ödenen kurban infak olur, ama kurban ibadeti yerine geçmez.
Kurban ibadetini salt “kan akıtma”ya veya “yoksullara dağıtılacak et”e indirgemek dinin bu önemli hükmünü sekülerleştirme tehlikesine kapı aralar.
Kan akıtmanın psikolojik faydası ve etin yoksullara dağıtılması hükmün “liaynihi (bizzat)” değil, “ligayrihi (dolayısıyla)” bir faydadır. Liaynihi olan Allah’a kurbiyet ve takvadır.
İnsan kurbiyeti, İbrahim aleyhisselam gibi hayatta en çok sevdiği oğlu İsmail’i Allah’a adamayı göze almasıyla gerçekleştirebilir.
Hiç kuşkusuz şeytan İsmail, Hacer ve İbrahim’i saptırmak üzere çeşitli yollar denedi, kalplerine olmadık şüphe, tereddüt, vesvese ve düşünceler zerk etmeye çalıştı; ama her üçü de şeytanın kendisinde yuvalandığı nefisleriyle çetin bir muhasebeyi başarıyla tamamlayıp Allah’a yakınlaşma yolunu seçtiler.
Bunu başaranlar “güzellik yapmış olanlardır (muhsin)”. Muhsin, ameli güzel (salih), doğruluğa sarılan ve aslında kendine iyilik, güzellikte bulunan kimsedir. Kişi kendine iyilik yapmak istiyorsa muhsin olmalıdır.
Fakat kişinin kendine iyilik yapması, kendi bencilce bireysel hareket etmesi, başkalarını umursamadan sadece kendi heva ve hevesini tatmin etmesi anlamına gelmez, tam aksine “kurban”la ifade edilen geniş anlam çerçevesinde yakınlarından (kurba) başlamak üzere sosyal çevreye, canlı hayata ve maddi tabiata yarar sağlaması, iyilikle ve güzellikle muamelede bulunmasıdır (Hüsn-ü muamele).
NOT: Değerli okuyucularımızın ve bütün Müslümanların Kurban Bayramı’nı tebrik eder, hayır ve güzelliklere vesile olmasını dilerim.
a.bulac@zaman.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder