Popüler Yayınlar

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Amerikan Gerilemesi’nin Sinematografisi

24 Temmuz 2013


Amerika Birleşik Devletleri’nde geçtiğimiz hafta bir zamanlar otomotiv piyasasındaki en önemli kentlerden olan Detroit şehrinin iflasını açıklaması Amerikan ekonomisindeki sarsıntıları yeniden gündeme getirdi.

Şehirde yaşanan ekonomik yıkımın büyüteç altına alınması şimdiye kadar entelektüel ve akademik alanda uluslararası sisteme odaklanarak yapılan Amerika’nın gerilemesi tartışmasının Amerika’daki sıradan insanın hayatına etki eden farklı bir boyutunu yeniden ortaya koydu.

Amerika’nın toplumsal dokusu ve istikrarı için özel öneme sahip bu boyutu akademik ve entelektüel eserlerden ziyade popüler kültür yapıtlarında özellikle de son dönem üretilen düşük bütçeli filmlerde görmek çok daha kolay.

Yaklaşık on senedir sürekli olarak tartışılan ancak 2008 yılında Lehman Brothers’ın iflasıyla yeni bir ivme kazanan Amerika’nın gerilemesi tartışması sadece akademik ve siyasi dünyada değil artık her alanda sürekli olarak konuşulan bir konu.

İçinde Thomas Friedman, Fareed Zakaria, Charles Kupchan gibi Amerika’nın önde gelen siyasi gözlemci ve yazarlarının yanında aralarında eski Başkan Yardımcısı Al Gore, eski Dışişleri Başkan Danışmanı Richard Haas, eski Temsilciler  Meclisi Sözcüsü Newt Gingrich’in de olduğu siyasi figürlerin kaleme aldığı eserler meselenin uzun bir zamandır Amerika’daki entelektüel ve siyasi gündemi işgal etmesine sebebiyet vermişti.

Dahası Başkan Obama’nın okuduğu kitaplar arasında Amerika’nın gerilemesi üzerine yazılan kitapların bulunması konunun yüksek siyaset seviyesinde tartışılmaya başlandığını gözler önüne sermişti.

Ancak her biri çok satanlar listesine giren bu kitap ve yayınlar ve siyasi düzlemde yapılan tartışma, Amerikan halkından ziyade uluslararası sistem üzerine yoğunlaşırken Amerika’daki halkın bu gerileme tartışmasının neresinde olduğu konusunda çok fazla bir açıklama sağlamamıştı. Bu boşluk son zamanlarda  Amerika’da gösterime giren bazı filmler sayesinde az da olsa doldurulmaya başladı.

Yayınlanan bu filmler Amerika’nın içinde bulunduğu ekonomik darboğaz, sosyal gerilim ve siyasal kutuplaşmanın izleri yanında gerileyişin farklı toplumsal izdüşümlerini sergilerken yaşanan krizlerin Amerikan toplumsal muhayyilesine yaptığı etki de daha açık bir şekilde görülüyor.

Örneğin “Here Comes the Boom” filminde okulun tasarruf tedbirleri çerçevesinde bütçede yaptığı kısıntıların yol açacağı ders iptallerini engellemeye çalışan bir biyoloji öğretmeninin seneler önce bıraktığı profesyonel güreşçilik kariyerine yeniden geri dönmesi ve okulu iflastan kurtarması konu alınıyor.

Her ne kadar gişelerde fazla başarı göstermese de film her sene yüzlerce okulun ekonomik sebeplerle kapandığı Amerika’nın eğitim sektöründe çalışanlar için bir anlam ifade ediyor.

Okulun iflastan kurtarılmasından sonra sergilenen sevinç gösterisi aslında Rocky 4’te Ivan Drago’dan rövanşı almak için boks kariyerine geri dönen Rocky’nin zaferini anımsatıyor. Ancak bu sefer mücadele soğuk savaş yıllarında küresel bir hakimiyet için değil bir okulun kurtarılması için yapılıyor.

Ancak her işsiz “Here Comes the Boom” filmindeki öğretmenler kadar şanslı değil. Ekonomik krizler sebebiyle şirketlerde uygulanan yeniden yapılanma programları dahilinde uygulanan işten çıkarılmaların mağdurları çoğu zaman bir kahraman yerine “Amerikan rüyasını” yeniden canlandırmaya çalışıyor.

Kriz kurbanları bazen tıpkı “The Internship” filminin kahramanları olan Vince Vaughn ve Owen Wilson gibi yeni bir kariyer macerasına girmek bazen de “Everything Must Go”  filmindeki kahraman gibi  görülmemiş bir inat sergilemek zorunda kalıyor.

Bu noktada aslında “The Internship” filminde Amerikan rüyasının ölüp ölmediği konusunda kahramanların yaptığı tartışma Amerikan halkının umut ve umutsuzluk arasında  gidip gelişinin önemli bir sunumunu ortaya koyuyor.

Amerika’da gerileme tartışmalarının yaşandığı bu dönemde sıradan Amerikalının krizle mücadele hikayeleri yanında daha üst perdeden yaşanan gerilemenin ne anlama geldiği konusuna eleştirel yaklaşan filmler de gösterime girmeye başladılar. Bunların bazıları gerilemenin kültürel boyutuna yapılan atıfları içeriyordu.

“God Bless America”  filminin sığ eğlence kültüründen sıkılmış olan kahramanı yaşanan kültürel yozlaşmanın tıpkı Morris Berman’ın seneler önce iddia ettiği gibi Amerika’nın sonunun geldiğinin işareti olduğu iddiasında bulunuyordu.

Berman’ın Amerika’yı Roma’nın son günlerindeki haline benzetmesi gibi filmin kahramanı Frank de ortaya çıkan eğlence tutkusunun her büyük imparatorluk çökerken ortaya çıkan ve halkın dikkatini dağıtmayı amaçlayan bir saçmalık olduğuna inanmaktaydı.

Dahası Frank’e göre medya ve televizyon tektip, apolitik ve duyarsız bir toplum yetiştirirken popüler kültürün içine yedirilmiş  patriyotizm ile de  sığ ve gelişmeye kapalı bir siyasi yapıyı yeniden üretiyordu.

Buna benzer daha geniş çapta bir başka eleştiri de senaryosu Aaron Sorokin tarafından kaleme alınan Newsroom dizisinin daha ilk bölümünde üniversite öğrencileri ile bir anchormanin arasında geçen tartışmada göze çarpıyordu.

Dizinin anchorman kahramanı kendisine yöneltilen “Amerika neden en büyük ülke?” sorusuna salondakilerin ve sahnedeki liberal ve muhafazakarların beklemediği bir şekilde adeta  “Kral Çıplak” diyerek cevap vermeyi tercih ediyordu.

McAvoy, Amerika’nın artık en büyük ülke olmadığını zira okuma-yazma oranında yedinci, matematik eğitiminde yirmi yedinci, fen bilgisi eğitiminde yirmi ikinci, ortalama yaşam süresinde kırk dokuzuncu, ortalama gelir dağılımında üçüncü ve ihracatta dördüncü olduğunu ve Amerika’nın hâlâ dünya liderliğini koruduğu üç alanın hapsedilmiş vatandaş ve meleklerin gerçek olduğuna inanan insan sayısı ve son olarak savunma harcaması olduğunu ifade eder.

McAvoy salondaki üniversitelilere de dönerek bu neslin tarihin en kötü jenerasyonu olduğunu ve sorulan sorunun anlamsızlığını anlatırken gerilemenin sadece istatistiksel olmakla kalmadığını topluma da sinmiş olduğunu gösterir.

Son zamanlarda gösterime giren filmler arasında  “yıkılmadık ayaktayız” mesajı veren filmler arasında ise Olympus Has Fallen ve White House is Down gibi Amerika’nın askerî gücüne meydan okunmasını konu alan yapımları içeriyor.

Amerika başkentini korumak için verilen kahramanca mücadelenin işlendiği filmler sanki savunma harcamalarında kısıntıların tartışıldığı günlerde savunma sanayisinin direnişinin izlerini taşıyor.

Adı geçen filmler Amerika’nın gerilemesi konusunun kamuoyu tarafından nasıl algılandığı ve yaşandığını ortaya koyması bakımından bu tartışmaya önemli bir katkı sağlıyor.

Özellikle ekonomik zorlukları temel alan senaryolar Amerika’da toplumun hedefleri, politika öncelikleri ve endişeleri konusunda yaşadığı dönüşümün açıklanmasında ciddiye alınması gereken bir değişken olarak göze çarpıyor.

Amerika’nın gerilemesinin uluslararası sistem boyutu haricinde bu daha dahili sonuçlarını görmek bu yeni tartışmayı anlamak, anlamlandırmak ve yorumlamak için özel bir önem taşıyor.

*SETA Vakfı Washington, DC

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder