28 Temmuz 2013
VEYSEL AYHAN
Evde oturuyorsunuz. Kapınız çalınıyor kısa aralıklarla.
Açmayı
düşünmediğiniz biri olabilir. Açmıyorsunuz. Kapı çalınmaya devam ediyor.
Kısa aralıklarla… Tık tık tık…
İstemediğiniz hatta kovduğunuz biri
olabilir. Yine açmayı düşünmüyorsunuz.
Tık
tık tık devam ediyor.Sizin reddiyeleriniz kapının tıktıklarıyla yarışıyor. Ve nihayet siz kapıyı açıyorsunuz. Açmama ihtimali yok.
Dayanamayıp açacaksınız o kapıyı… Ve biz, günahlarımızla Allah’ın dergâhından kendini kovdurmuş olanlar… Gıybetle uzaklaşmış, harama nazarla itilmişler…
Gafletle gözlerini kaybetmiş, aşkı mecazilerle kalbini bit pazarında satmışlar… Çaresiziz. Ne; görüyoruz ki talep edelim, ne; talep ediyoruz ki görebilelim.
Kısır bir döngüye kapılmış yuvarlanıp gidiyoruz. Bir tılsım gerek… Sihirli bir sözcük, bir şifre… Bu kısır döngüyü çözecek bir ‘amel’, bu çaresizlikten kurtaracak bir ‘say’.
İşte bazımız için ‘Risale-i nur’suzluğun birkaç kuru cümlede tasviri. Ama doğrusu da bu. Risale-i Nur’u bir bilgi kaynağı olarak düşünenler çıkar.
Yanlış değil ama eksik. Risale-i Nur’a iman hakikatlerini delillendiren bir rasyonalite diyenler olur… Allah’ın varlığını ispatlayan bir mantık eseri olarak düşünenler çıkar.
Bunlar yanlış değil ama eksik.
Risale-i Nur ‘marifetullah’ın alfabesini öğretir. O, ‘Allah bilgisi’nin anahtarıdır. Onu okuyanlar okudukları sürece Nezd-i İlahi’nin kapısını farkında olmasalar da ‘tıktık’larlar.
Siz bir araya gelmiş kitap okuyanlar, nur haleleri görürsünüz. Nurları okurlar. Yalnız veya beraberce. Oysa göz yanılır, görünen sadece bir kışırdır.
O resmin hakikati, o görüntünün doğrusu; onların ümitle ve sabırla kol kola girerek İlahi Dergâh’ın kapısını çalıyor olduklarıdır.
Tıpkı şairin cama vuran yağmur taneciklerini anlattığı gibi: “küçük muttarit muhteriz darbeler, saçaklarda camlarda pür ihtizaz.”
Tık tık tık… Sizin her sayfa çevirişiniz o kapının tokmağına bir tıklamadır. Tabii bu ‘ilmî ve nazarî’ takılanların anlayamayacağı ‘halî ve vicdânî’ bir bakış açısı.
Siz hangi günahla o kapıya varırsanız varın elinizde Risale-i Nur varsa, ümitle onu solukluyorsanız, okuyorsanız o kapı size açılacaktır.
Sizin okuduklarınızı anlamanız değil, o satırları telaffuzunuzdur önemli olan. Şimdilik o nazlı, efsunlu satırları anlamayabilirsiniz. Onları yakalayamayabilirsiniz. Bu değil önemli olan; o satırların sizin elinizden tutmasıdır asıl önemli olan.
Sabırla o kapıyı ‘tıktık’layanlar O kapıda beklerken en muhteşem mantık kaidelerini bir anda heybelerinde bulur.
Bu mantık kaideleri dünyaya bakışı aydınlatır, feraseti gerçek bir ‘mü’min’ formatına eriştirir. İnsan ve varlık gizemi perde perde aralanır.
Önünüz aydınlıkken o aydınlığa karanlık dedirtecek bir başka ışık tufanıyla gözleriniz kamaşır. Binlerce cilt kitaptan derleyemeyeceğiniz ihlâs düsturlarını üç-beş sayfadan avuçlarsınız.
‘Ene’ nedir bilip, oradan ‘marifetullah’a yollanırsınız. Bu bekleyişinizde nefsinizi bilecek, şeytanı sezecek ve onun kan damarlarınızda seyahatini fark edip ürperebilirsiniz.
Ve tüm bu ilim ve akidenin, Risale-i Nur’la kapısını çaldığınız İlahi Dergâh’ın size açılışının ‘kabul sesi ödülcüğü’ olduğunu tebessümle gözleyeceksiniz.
Yani bu bilgi ve görgü o ‘kapı’ sonrası erişeceklerinizin yalnızca -tabiri caizse- ‘bonus’u…
Efendimiz (sas), şöyle bir vak’a anlatır:
Bir kimse çöl gibi bir yerde bulunuyor. Beraberinde devesi vardır. Devesinin üzerinde de yiyecek ve içeceği. Derken uyur. Uyandığında bir de bakar ki, devesi gitmiş.
Çaresizlik ve korkuyla devesini aramaya koyulur. Bir türlü bulamaz. Açlıktan ve susuzluktan perişan bir vaziyette iken ümitsizlik içinde uyuyakalır, bir ara uyanır.
Bakar ki, devesi yanı başında duruyor. Bütün azığı, yiyeceği ve içeceği de devenin üzerinde. Sevinçten ne diyeceğinizi bilemez, dili dolaşır…
İşte Allah, mü’min kulunun tövbe ve istiğfarından çölde kaybettiği devesini bulan kimsenin sevincinden çok daha fazla sürûr ve lezzet alır.
Bizim kayıp binek ve azığımız Allah’ı bilmek, O’na ihsan şuuruyla inanmak ve ‘mü’min’ basiret ve ferasetiyle dünyayı değerlendirmektir.
Bunları kaybetme sarhoşluğundan sıyrılabilsek, derin uykumuzdan biraz silkinebilsek, İlahi Dergâh’ın anahtar ve şifrelerinin ‘Sözler’ halinde birer pass‘word’ olarak hemen yanı başımızda Risale-i Nur halinde tecelli ettiğini göreceğiz.
Sözün en güzeli Fasıldan Fasıla müellifinden:
“Risaleler, geleceği şerheden ve hatta bu daire içinde yetişecek büyük velilere, mürşidlere, ebrara, mukarrabîne rehberlik yapacak tertemiz bir kaynak olmasına rağmen bazıları için hiçbir değer ifade etmemekte…
Risale-i Nur’dan herkes kendi seviyesine göre istifade eder. Kimisi onun sayfaları arasında yüzer-gezer, kimisi de satır aralarından Allah’ın marifetine giden bin-bir yol bulur ve oralarda seyahat eder.
Fakat şunu da ifade edelim, ‘marifetullah’ın asgarî seviyesine ulaşmış bir insan azamî zühd, azamî takva, azamî ihlâs ve azamî velayeti hedef edinerek yoluna devam ettiği müddetçe gerçek marifetin sağanak sağanak yağmur damlaları halinde yağması gibi bir lütufa mazhar olabilir.”
*Zaman Gazetesi Genel Yayın Editörü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder