Popüler Yayınlar

25 Temmuz 2013 Perşembe

Sorun, değiştirilecek madde sayısı değil neyin değiştiril(me)diğinde

25 Temmuz 2013


Anayasa konusu, onlarca yıldır olduğu gibi, yine gündemin ön sıralarında. 

Siyasî partilerin kırmızı çizgileri bir yana, önümüzdeki bir buçuk-iki yıllık süre içinde gerçekleşecek olan üç büyük seçim varken, “yeni anayasa” yapmak neredeyse imkânsız.

Uzlaşma Komisyonu üyelerinden bazıları da kamuoyu önünde açıkça sürecin tıkandığını belirtiyorlar zâten. Bu durumda, Komisyon’un hâlen üzerinde ittifak etmiş bulunduğu 48 maddenin TBMM’den geçirilmesi öneriliyor.

Bu 48 maddeye hattâ yenileri de ilâve edilerek sayı artırılabilir diye de ekleniyor. Gerekçelerden biri, bunun yeni anayasa sürecindeki tıkanmışlığı aşmak için iyi bir motivasyon olacağı.

İktidar partisinden, öncelikle de Başbakan’dan gelen bu 48 madde önerisinde muhalefete yönelik siyasî bir atak da var:

Üzerinde oybirliği sağlanmış maddelerin geçirilmesine karşı çıkmaları bir tür “samimiyetsizlik” karinesi olarak sunulmak isteniyor. İşin bu kısmı beni çok ilgilendirmiyor, doğrusu. Ama şu “48 madde” veya hani “başkaları da ilâve olunabilir” ihtimâline binâen “48+ madde”nin TBMM’den geçirilmesi önerisini çok sorunlu buluyorum. Şu nedenlerle:

İlk akla gelen sorun halen çalışmaları devam eden Uzlaşma Komisyonu ile ilgili. Görevi “yeni anayasa taslağı”nı hazırlamak olan Komisyon’un bir buçuk yılı aşkın bir süre önce benimsediği çalışma ilkelerine göre, bu taslağın TBMM’den nasıl geçirileceği konusunda da yine kendisi karar verecektir.

Şimdi, Komisyon’un üzerinde ittifak ettiği bazı maddelerin –sayı önemli değil- TBMM’den geçirilmesi demek Komisyon’un çalışma ilkelerini, yani Komisyon’u yok saymak demektir.

Bu 48 küsur maddenin TBMM’den geçirilmesi, Komisyon’un onayı olmadan yapılırsa, bu Komisyon’un lağvedilmesi anlamına gelir ki, 48 küsur maddeden sonra artık Komisyon olmayacağına göre yeni anayasa da  yapılmayacak demektir.

Meğer ki Komisyon kendi çalışma ilkelerini gözden geçirip bu 48 küsur maddenin TBMM’den geçirilmesinden sonra çalışmalarına nasıl devam edeceğini yeniden düzenlesin.

48 küsur madde önerisiyle ilgili asıl sorunlar ise bu maddelerin içeriği ile ilgili. Bu konuda hemen vurgulanması gereken nokta şu: Küsurâtında neler olabilir bilmiyoruz ama şu ân için üzerinde oybirliği sağlanmış 48 madde içinde Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacının kaynağını oluşturan sorunları çözebilecek neredeyse tek bir madde dahi yok.

Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacının özünü meydana getirdiği bugün kimsenin inkâr edemediği “Kürt sorunu”nun iki önemli boyutundan biri olan “anadilde eğitim” sorunu bu maddeler arasında değil.

Anayasa’ya darbe sonucu girmiş olan “anadilde eğitim yasağı”nı kaldırma konusunda, darbelere karşı olduğunu beyan eden partilerin, üstelik de darbecilerin yagılanmakta olduğu bir dönemde bu yasağın kaldırılması konusunda uzlaşma sağlayamamış olmaları ibret vericidir.

Kürt sorununun diğer boyutu olan “yerel demokratik özerklik” konusunda da bu 48 madde içinde hiçbir şey yok.

Daha demokratik bir Türkiye için yeni anayasa yapmaya çalıştığını varsaydığımız Komisyon, çağdaş demokrasilerin en temel ilkelerinden olan yerel özerklik konusunda da uzlaşamamış durumda.

Yeni anayasa ihtiyacının bir diğer esaslı kaynağı olan Alevî sorunuyla ilgili olarak örneğin Diyânet’in anayasal statüsü de bu 48 madde içinde yer almıyor. Yâni eskilerin tâbiriyle 48 madde içinde “sadre şifâ” hiçbir şey bulunmuyor.

Bunlar olmayanlar. Bir de olanlar var ki, onlar arasında çok sorunlu maddeler bulunuyor. Bunlardan ikisini hemen burada zikretmek istiyorum.

Son günlerde Türkiye siyâsetini meşgul eden Gezi olaylarıyla birlikte gündemde olan hak ihlâlleri bağlamında öne çıkan “yaşama hakkı” ve “toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” bu 48 madde içinde yer alıyor.

“Hayat (Yaşam) Hakkı” başlıklı 4. maddede “Herkes hayat (yaşam) hakkına sahiptir” dendikten sonra, “suçla mücadele esnasında kanunun cevaz verdiği durumlarda bu hakkı ortadan kaldıracak ya da tehlikeye düşürecek ölçüde güç kullanımının kesinlikle zorunlu olması hali” istisna edilmiştir.

Buradaki sorun “suçla mücadele esnasında kanunun cevaz verdiği durumlar” ifâdesindedir. Türkiye’deki herkes çok iyi bilmektedir ki kanunlarımızda düzenlenmiş suçlar ve bunlarla mücadele kosunuda cevaz verilen durumlar, sürekli olarak uluslararası insan hakları ölçülerine aykırı olduğu tescil edilen konulardır.

Son günlerin olayları içinde, hukuken dayanağı olmayan bir biçimde “izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma”nın suç, bununla mücadele eden kolluk kuvvetlerinin insan haklarını ihlâl edici biçimde biber gazı kullanmasının “doğal hak” sayıldığı, bu bağlamda ölümlerin meydana geldiği Türkiye’de, yaşam hakkı ile ilgili bu istisna ifâdesinin ne kadar sorunlu olduğu iyice açığa çıkar.

Bu nedenle en azından burada doğrudan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki (AİHS) istisnaların aynen tekrar edilmesiyle yetinilmesi yerinde olurdu.

  Bu konuyla da bağlı olan asıl büyük vahâmet ise “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı” başlıklı 24. maddede.

Bu maddenin birinci fıkrası “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme ve bunlara katılma hakkına sahiptir” diyerek demokratik ölçülere uygun bir düzenleme benimsedikten sonra, 3. fıkrasında, “İdari makamlar, kanuna dayanarak toplantı ve gösteri yürüyüşünün yapılacağı yeri, güzergâhı ve zamanını hakkın demokratik işlevini ve etkisini dikkate alarak belirler” diyerek, terim yerindeyse, bir çuval inciri berbat etmektedir.

Bu düzenleme 1. fıkradaki “önceden izin almaksızın” ifadesini anlamsızlaştırmakta; Türkiye’nin defalarca ihlal nedeniyle mahkum olduğu AİHS’nin ve hattâ 1982 Anayasası’nın da gerisine düşmekte, idâreye (yani hükûmete) toplantı ve gösteri yürüyüşlerini fiilen izne tâbi tutma yetkisini anayasal olarak tanımış olmaktadır.

Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin önceden izin alınmaksızın her yerde ve zamanda yapılabileceği, idârenin bu konudaki görevinin bunların kamu düzenini bozmayacak bir biçimde gerçekleştirilmesini sağlamak olduğu yönündeki standartları anayasal olarak inkâr eden bir düzenlemedir.

Gerçekten vahim olan, Türkiye gibi halen devlet yöneticisi konumundaki yetkililerin “izinli-izinsiz toplantı ve gösteri” ayrımı yapma cesaretini gösterebildiği bir ülkede bu düzenlemenin yeni ve demokratik bir anayasa önerisinde “ittifak”la yer almasının gündeme gelebilmesindedir.

Hiçbir temel sorunu çözememek bir yana, üzerinde oybirliği sağlanan hak ve özgürlük maddeleri de bu kadar demokratik özgürlük anlayışının gerisindeyse, insan biraz da umutsuzluğa kapılıyor, ister istemez.
 l.koker@zaman.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder