Seattle’daki Washington Üniversitesi’nde doktora öğrencisi ve İstanbul
Şehir Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olan Marwa Maziad, bir
süredir Türkiye ve Mısır’da asker-sivil ilişkileri üzerine çalışmalarını
sürdürüyor.
Darbelerin bahanesi olmaz elbette ama arkalarında yatan bir hikâyeleri olur. Maziad’a göre Mursî’nin düşmanları geçen Kasım ayındaki anayasa deklarasyonunu fırsat bilerek ona karşı birleştiler.
Buna karşılık Mursî ve partisi kapsayıcı bir siyaset geliştiremedi ve on yıldır hareketli olan sokağın alerjisini üzerine çekti. Şimdiki korku bir iç savaş. Maziad, buradan çıkışı yeniden toplumsal diyalogun kurulması ve İhvan’ın dünya standartlarında bir siyasi partiye dönüşmesine bağlıyor.
Mübarek’in Mısır’ı ile 2011 sonrasındaki Mısır’ın sosyal dokusunda ne gibi değişiklikler oldu?
25 Ocak 2011’de insanların neden Tahrir’de bir araya geldiğini anlamaya çalışanlar neler olup bittiğinin pek farkında değillerdi. Anlamak için bütün 2000’li yıllara bakmak gerekir. Tahrir’deki sloganları hatırlayalım: Ekmek, özgürlük, sosyal adalet ve insan onuru. Ekmek, ekonomik meseleleri simgeliyordu.
Buradaki ekonomik problem, Mısır’daki özelleştirmelerde insanların kendilerini dışlanmış hissettiği neo-liberal projelerdi. Özelleştirme ve neo-liberalizmle birlikte, toplumun seçkin bir bölümünün Mısır’ı “soyacağı” düşünülüyordu. Kağıt üstünde Mısır aslında iyi gidiyordu. Fakat sorun kaynakların dağıtımındaydı.
Çok ciddi oranda yozlaşma vardı. Tahrir’deki bir diğer slogan özgürlüktü. Özgürlük burada, politik anlamda kullanılıyor. Muhalefet karikatürize bir hâldeydi. Müslüman Kardeşler (MK) mesela o zamanlar en önemli muhalefetti.
Ancak onlar da Mübarek’le anlaşma yapmak durumundaydılar. 25 Ocak’a katılmayı MK reddetmişti. Rejimle bir anlaşmaları vardı. Siyasî davranıyorlardı. Ancak başarıya ulaşılacağını görünce katıldılar. Maalesef, birçok Mısırlı MK’nın devrime başından beri destek vermediğini asla unutmadı.
Hatta Mısırlılar, onları devrimin üzerine atlamakla ve seçimleri kazandıktan sonra demokratik olmayan biçimde bir yönetim getirmekle suçladı.
Tahrir’deki sosyal adalet konusu da yine ekonomik anlamda dağılımla ilgiliydi. Evet gelişen bir ülkeydik ama birazcık refah devleti, birazcık fırsat eşitliği aranıyordu. Mısır’ın Nasır’a uzanan bir sosyalist geçmişi var.
Buradan açık kapı politikasına geçilirken, Enver Sedat döneminde, önemli dönüşümler yaşanmıştı. Nasır’ın sosyalizminden kısa süre sonra, Sedat, 1970’lerde açık kapı politikasına geçiş yaptı. Böyle bir geçiş yozlaşmaya bulaştı ve sosyal adaletten iyice uzaklaşıldı.
Burası Türkiye’yle Mısır’ın tarihi arasındaki önemli bir farktır. Türkiye’de hiçbir zaman o derece bir sosyalizm ya da devlet-merkezli ekonomi yaşanmadı. Evet, bazı örnekleri görülebilir. Ama genelde özel sektörle bir barış ve uyum görülebilir. Mısır’da bu hileli bir yol gibi görülür.
Çok para kazanan herkese hırsız gözüyle bakılırdı. Tahrir’de sosyal adalet dışında bir de insan onuru meselesi vardı.
Bu da öncelikli olarak polis devleti ile ilgiliydi. Mısır, Mübarek yönetimi altında giderek otoriter bir devlete dönüştü. Mısır, Nasır’dan bugüne, 60 yıl boyunca askerî bir devlette yaşadı demek o kadar da kolay değil. Daha spesifik olarak söylersek, 1967’deki yenilgiden ve 1973’teki zafer için profesyonelleştirilen ordudan beridir Mısır askerî bir devlet değil.
Bunun yerine olan bir polis devletine dönüşümdür. Mısır, Sedat döneminde dönüştü. Ve Mübarek’le birlikte bir polis devletine dönüştü. Polisle halk sürekli karşı karşıya geldi ve bu ciddi bir baskı aracına dönüştü. 2011’e geldiğimizde, ironik olan şey, 25 Ocak tarihinin “polis günü” olmasıydı.
Bütün insanlar bir araya gelip, “Bugün polis günü, hadi kendi meşrebimizce kutlayalım” diyecekti. Ve bu bir günlük protesto olacaktı. İnsanlar evlerine dönecekti sonra. Çok önceden planlanmıştı. Medya biliyordu, sosyal medyada konuşuluyordu.
2000’li yıllar boyunca bu sosyal hareketlilik güçlenmişti. İnsanlar Mübarek’in oğlunu yerine hazırladığını görüyordu. 2004-5’te “Kifaye” (Yeter) isimli bir hareket vardı. 2008’de işçiler özelleştirmeye ve işçi haklarına karşı ayaklanmışlardı ve bu gençler arasında yayıldı.
2000’lerde başka sosyal hareketlilikler de var. Mesela 2003’te ABD’nin Irak Savaşı’na karşı da gösteriler oldu. Bütün bu mobilizasyon insanların “Ülkeyle ilgili bir şeyler yanlış” dediği noktaya kadar vardı. Buna bir de insanların etrafında toplanabileceği önemli bir figür eklendi: Halid Said.
Bu genç adam, orta sınıftandı. Bir “çapulcu” değildi. 27 yaşındaydı ve polis tarafından yanlış suçlamalarla gözaltına alınıp işkence altında öldü. Bu da, Mısır’daki sosyal aktivistlerin Mısır’daki orta sınıfa dönüp “Sırada siz varsınız!” demesini sağladı.
Sonra Tunus’ta gerçekleşen olaylar, “Biz de yapabiliriz” duygusunu yaydı. Ama 25 Ocak’taki gösteri, Tunus’tan önce planlanmıştı. “Polis günü” bir şekilde dışarı çıkıp polisi eleştirme gününe dönüşecekti. Aslında gün boyunca polis hiçbir şey yapmadı.
Şiddet yoktu, karşı karşıya gelme yoktu. Barış içindeydi. Kalabalığın bir kısmı evine gittikten sonra kalanlar hükümetin orada atılan sloganlara cevabını görmek için bekledi. İşte bunlar vahşi bir biçimde saldırıya uğradılar. Sonra kalabalıkla birlikte talepler de büyüdü.
25 Ocak 2011’in öncesi ve sonrasındaki sosyal dokuyu anlayabilmek için, öncelikle Mısırlıların sosyal ve politik anlamda çok köklü değişim istediğini bilmek gerekir.
Maalesef, haklarını ve eşitliği koruyacak gerçek bir demokrasiye erişebilme umuduyla ve sandıktan çıkacak prosedürel bir demokrasiyle yetinmemek adına devrimin çoklu dalgalarını yaşamak zorunda kaldılar.
Mısırlılar, sarsıntılı zeminlerden korunmak için “devrim mantığı” içinde hareket ediyorlar. Dünyanın bunu anlaması gerekir çünkü Mısırlılar için başka bir yol yok.
Bugün düşününce, burada ABD’nin çıkarı olduğunu söyleyebiliriz. Aslında Mübarek, ABD için bir müttefikti ve müttefiklerinizin böyle gitmesini istemezsiniz. Ama bölgede otoriter rejimlerin ömrünün sona yaklaştığı da görüldü.
Ve bunun yerini 2000’ler boyunca ABD’deki üniversitelerde ve think tank’lerde konuşulan “ılımlı İslamcılar”ın alacağı düşünülüyordu. Türkiye bunun için bir “model” hâline geldi. 2002’de iktidar olan AK Parti bu açıdan hayli iyi bir örnekti. Ekonomi iyi gidiyordu, neo-liberal politikalarla uyum sağlanmıştı. Fakat önemli bir fark var ki, MK, AK Parti değildi.
MK’le AK Parti arasında nasıl farklar var?
Tekrar 2011’e dönersek, olaylar sona erip askerî konsey yönetimi ele aldığında kimse bunun bir “darbe” olduğunu düşünmedi. 2012’de konseye karşı tekrar gösteriler olmaya başladı ve seçimleri hızlandırma çağrısı yapıldı.
Bir anayasa yazmadan önce seçimlerin yapılması için zorlayan da tabi ki MK’di. 2011’de, Tahrir’de çok sayıda grup bir araya gelmişti ve buradaki siyaseti şekillendiren de bu grupların varlığıydı. Askerî konseye karşı gösterilerde ise MK halkı örgütledi ve hemen seçim olması gerektiğini savundu.
Ve Mısır’da bir tartışma başladı: Önce bir anayasa mı yazmalıyız, yoksa nasıl bir anayasa yazacağını ve kendine nasıl güçler bahşedeceğini bilemediğimiz bir lider mi seçmeliyiz? Burada bir analoji yapayım: Türkler nasıl ki askerî darbelere karşı alerjik ve tepkililer, biz Mısırlılar da otoriteryanizme karşı alerjik ve tepkiliyiz.
Yönetici devletin bütün aygıtlarını kendi çıkarı için kullanabilir. Haliyle anayasa yazmadan önce seçime gitme fikri ciddi bir ayrışmaya sebep oldu. MK ise kazanabilecekleri bir seçimi öncelemeyi tercih etti.
Ancak buradaki hesap yanlıştı. İhvan’ın, kendisini bir siyasi partiye dönüştürmeye çalıştığı varsayılıyordu. Ancak eğer bir siyasi partiye dönüşecekse İhvan’ın resimden çıkması gerekiyordu. Çünkü siyasi partilere herkes katılabilir, tüzük herkes için aynı şekilde uygulanır vs. Bu açıdan AK Parti bir modeldir. İhvan’ın bir siyasi partiye dönüştüğü hususunda Mısır toplumunu ikna edememesiyle karşı karşıyayız.
Hatırlayalım, diğer aday Ahmet Şefik askerî kökenli olduğu için liberaller, devrimciler, sosyal hareketler Mursi’yi desteklemişti. Çok çeşitli bir topluluğun bir araya gelmesi önce Tahrir’de, ardından seçimlerde Mursi’nin başarmasının yolunu açtı.
Seçilmesinden Kasım 2012’ye kadar da halk kendisini destekliyordu. Ama Kasım’da anayasayla ilgili deklarasyonu yayınladığında, en yakınındaki danışmanları bile habersizdi bundan. Hiç kimseye danışmamıştı, fikirleri tamamen İhvan’dan almıştı.
AK Parti ile MK’i karşılaştırdığımızda AK Parti’nin yaptıklarının neredeyse hiçbirini bulamıyoruz. Türkiye’deki hükümete mesajım şu olabilir: AK Parti’nin kendini, başarısız ve yara almış bir MK markası ile özdeşleştirmeleri yanlış. Çünkü çok farklılar.
Bence her iki ülke, tarihleriyle ilgili kendi hassasiyetlerine sahip ve bu yüzden birbirini anlamakta zorluk çekebilir. Mısır’da bugün yaşanan gösteriler, devrimin üçüncü dalgası gibi algılanıyor. İlki 2011’de Tahrir’de başlayandı ve ikincisi Askerî Konsey’e yönelik olanıydı. Bu da MK’e karşı üçüncü dalga oldu. Çünkü “demokratik olmadıklarını” ve “dışlayıcı” olduklarını kanıtladılar, seçimle iş başına geldikleri halde.
Bir yıl bunun için çok kısa bir zaman değil mi?
Bu, MK’in bütün pozisyonları kapatmak için çok hızlı hareket etmelerinden kaynaklanıyordu. MK çok “dışlayıcı,” bir görünüm verdi. Yani kendi grupları ve partileri dışındakilere sosyal ve ekonomik imkânları kullandırma eğiliminde değillerdi. Bir başkan ve bir parti olduğunu, kendilerinin siyasetle bu kadar doğrudan uğraşmayacaklarını seslendirmeleri gerekirdi. İnsanları bu konuda ikna edemediler.
Mursi, son konuşmasında iktidarını paylaşmayı önermişti…
Ama bu çok geçti. Kasım’a dönmek gerekir. Anayasayla ilgili deklarasyon herkesi şok etti. Çünkü Mursi, MK’in yazdığı anayasayı uzlaşma olmadan geçirmek için kendini yasanın ve mahkemenin üzerine koyuyordu.
O zaman Mursi’ye soldan ve liberallerden danışmanları vardı. Ama bu konuda sahip olduğu danışmanların hiçbirine sormadı. Böylece herkes gemiyi terk etti. Mursi, MK karşısında çok zayıftı. Siyasette her zaman lobi grupları olur. Ve onları hoş tutmak zorundasındır.
Fakat bunu ayrıcalıklı olarak yapmazsın. MK bir çıkar grubudur ve Mürşid bir talepte bulunabilir, burada politik kabiliyet bu talebi siyaseten makul hale getirmek ve açıkça siyaset yapmaktır. Mursi bunu yapmakta başarısız oldu. Böylece diğer bütün aktörler ona karşı bir araya geldi.
Mursi’nin problemi, bütün Mısırlılar için bir başkan gibi davranmamasıydı. Kendini MK’den ayıramadı. Mürşid Muhammed Bedii’nin bir müridi gibi davrandı. Mısırlılar da buna karşı ayaklanıp, “Pardon, biz mürşidi ya da İhvan’ı seçmedik.” dediler.
Bir yıl çok kısa bir süre değil mi diye sormuştunuz. Mısır’la Türkiye’yi ayrıştırmamız lazım burada. MK şiddetle anılan bir geçmişe sahip ve 1928’deki kuruluşundan bu yana başbakanları öldürdü. Nasır’a yönelik bir suikast girişiminde başarısız olunca hareketin neredeyse tamamı hapse atıldı.
1950’lerden sonra sadece şiddeti kullanmayacaklarını söylediler. 1980’lere geldiğimizde, Enver Sedat’a suikast yaptılar. 1990’larda terörist gruplar vardı, cihatçılar vardı. Demek istediğim şu ki, MK şiddetle çok ilişkilendirildi. Şiddetle oyun oynayamazsınız. MK’nın sözcüleri bu söylemden vazgeçmediler. Bu da sivil halkı korkutuyor. İnsanlar, tarihinde şiddet olan bir topluluktan korkuyorlar haliyle.
Elbette burada bir başka önemli mesele de, Suriye’deki enkaz ve Mısır’ın burada nasıl bir pozisyon alacağıyla ilgiliydi. Paralı cihatçıları destekleyen Mısır, ordunun Mısır’ı değil. Tunus’tan, Libya’dan gelen, Hamas’ın desteklediği paralı askerlerden bahsediyoruz.
Mısır ordusu bunu Sina’da biraz tolere etti ancak daha sonra Mısır’ın bu şekilde pozisyon almasının ciddi ulusal güvenlik tehlikeleri barındırdığını düşündü. Bu da, neden Mursi’nin görev süresini tamamlamasının beklenmediğinin bir başka boyutu. Mısır’da ise bu devletin varlığıyla ilgili bir durumdu.
Mübarek’in polis gücünü kullandığını söylemiştiniz. Polis güçleri şu an kimden yana peki?
Mübarek hakkında biraz düşünelim: Mübarek bir diktatör değil, otoriterdi. Yasaları kurgular, bunu üyelerini kendi eliyle seçtiği parlamentodan geçirirdi. İş adamlarıyla anlaşmalar yapardı. Yani iş dünyasıyla, muhalefetle, medyayla ve yargıyla kendi ittifaklarını kurardı.
Bütün bunları yönetirdi. Asla gelip de “Ben karar verdim, asker benim elimde” demedi. Bu şekilde yönetemezdi. O yüzden insanlar, Saddam’la Esed’in Baas partileriyle ilişkilerini Mübarek’le karıştırıyorlar. Mübarek bütün bu sivil ittifaklarla askere karşı bir güç oluşturuyordu.
Mısır’da polisin tarihine bakarsak, Mübarek döneminde sadakatleri Mübarek’eydi. Ve askerde hiç kimse Mübarek’e karşı bir darbe girişimi düşünmüyordu bile. Çünkü Mübarek kendisini polisle koruyordu.
Ayrıca Mübarek askeri “temsil” ediyordu, demek de çok doğru olmaz. Kendi gücü vardı, kendi polisi ve partisi vardı. Aslında asker, Mübarek’in oğlu Cemal Mübarek’le yarışıyordu. Mübarek, yerine oğlunu hazırlıyordu ve asker bu projeyi sevmiyordu.
Tantawi, bundan hoşnut değildi. Mübarek, her şeyi kontrol ediyordu ve asker de onun otoritesine saygı gösteriyordu. Mübarek aslında polisi güçlendirmişti. Ama şimdi bu dengeler değişiyor. Şimdi polis güçleri, devleti değil vatandaşı korumak ve düzeni sağlamak adına gerçekten sivil bir yapı olmak için ciddi bir reforma ihtiyaç duyuyor.
Mısır’da ordu siyasette çok güçlü görünüyor. Ordunun kışlasına dönme ihtimali var mı yakın gelecekte?
11 Şubat’ta Mübarek şöyle demişti: “Pozisyonumu bırakıyorum ve iktidarı askeri konseye devrediyorum.” Kimse bunu eleştirmedi. Herkes bunu bir “devrim” gibi algıladı. Çünkü baskıyı gören kişi, Mübarek, istifa etti ve gücünü devretti.
Ve askeri konsey hükümet ediyordu. Seçilmemişti, atanmıştı. Bu da başarısızlığa uğradı. Asker yönetici sınıf olamazdı. Ve insanlar buna karşı da isyan etti, sonucunda seçimler oldu, Mursi seçildi. Şimdi insanlar yeniden erken seçim istiyorlardı ve Mursi, gücü elinde tutmayı sürdürdü.
Bunu yapınca, ona karşı olan ayaklanmış insanlar orduyu çağırdı. Ancak şimdi ordu yönetmiyor. Çünkü önceki durumdan ders çıkardı. Türkiye’nin 1980 darbesinde askerlerin üç yıl yönetimde kalması gibi değil, 1997’deki müdahale gibi oldu bu.
Şimdi erken seçimlere gideceğiz. Bence ordu aşama aşama iktidarı devredecek. Mısır’da bazı yorumcular şimdi, Mursi’den kurtulup yerine kendi çıkarları olan bir orduyu getirmek istemiyoruz demeye başladı. Orduya karşı eleştiriler olacak yine.
Bir şekilde bir denge oluşacak. Bu askeri müdahalenin arkasında bütün politikacıların başarısızlığı var. Orduyu denklemin dışında tutmak için gerçek politikacı olmanız gerekir. Yani, muhalefetle anlaşmanız lazım ki, size karşı orduyu göreve çağırmasınlar. Fakat Mısır’da siyaseti yönetememek, hem iktidar hem de muhalefetin başarısızlığı, orduya bu fırsatı verdi.
Tabi bu arada The New York Times’ın haberlerine bakarsak, ordu da Mursi hükümetinin işlerini zorlaştırmak için ekonominin kötü gitmesine yol açacak komplolar yapmış...
Evet, bütün karşıt gruplar bir araya geldi. Ama soru şu: Onlar bir araya gelirken siz ne yapıyordunuz? Cevap, partinin içinde. Diğerlerinde değil. Çünkü açıkçası her yerde düşmanlarınız olacaktır.
Komplo kurup size karşı bir araya gelmeye çalışacaklar her zaman. Başarınız ya da başarısızlığınız, bunu farkedecek bir politikacı olup olmamanıza bağlı. Ayrıca Kasım’daki anayasa deklarasyonundan sonra herkes, Haziran’daki yıl dönümünde bir araya gelineceğini söylüyordu.
5 ay boyunca bunun olacağı biliniyordu. Bu, gizli gizli kurgulanmış bir müdahale bile değil, hayli açık bir mücadele. Mursi, bütün bunların bir kurbanı mı? Evet, bir kurban. Ama Mursi, kendi davranışlarının ve MK’nın davranışlarının da bir kurbanı.
İhvan’a ne olacak bundan sonra?
Eğer bir siyasi partiye dönüşürlerse devam edebileceklerdir. Ama bu fırsat kaçırılmış gibi görünüyor. Bundan sonra İhvan’ın politik partiye dönüşme meselesi devlet ve toplum tarafından daha çok tartışılacak. Çünkü negatif bir his oluştu onlara karşı.
Maalesef bu durum başlangıçtaki “dava”çabalarını da yaraladı. Böylece hem siyasi arenada hem de dava cephesinde kredilerini kaybettiler. Örgüt içinde bir kırılma yaşayacağız.
Genç nesiller, ya sadece “dava”nın peşinden gidecekler ya da liderlerin başarısız olduğu siyasi parti olma yolunu seçecekler ve böylece belki de “AK Parti”, Erbakan-Erdoğan değişimi doğacak.
Gençler bunu yapabilirler mi?
Evet, Rabia meydanına baktığımızda o gençleri görebiliyoruz. Gençler arasında şimdi bazı, belki çok fazla ya da yeterli değil ama, sesler var. Bazıları, bu yaşananlardan ders çıkarıyor ve yenilenmeye yöneliyorlar. Fakat liderler buna karşı çıkıyor.
Eğer MK değişimi kabul ederse toplum tarafından da kabullenilecektir. Ve bu durum bana Erbakan-Erdoğan karşılaşmasını hatırlatıyor. Erbakan da bundan memnun değildi elbette. Toplum içinde bir çeşit uzlaşma yaşamamız lazım.
Mesela MK’dan bazı insanların “iyi” olabileceğini söylerseniz, bazı liberaller tarafından karakter suikastine uğramanız mümkün. Kutuplaşma, ultra-milliyetçi bir sese dönüştürüyor. Kutuplaşmadan daha kötü ne olabilir diye düşünüyorum ve sanırım bu tek bir tarafın kazandığı durum olurdu.
Peki Mısır’daki bu kutuplaşma nereye gider?
Ben aslında iyimserim. Bu, Mısır’ın dengeyi bulmak adına yaşadığı bir dalga. Mısır, kolonize etmeye çalışanların mezarıdır. Ne zaman gelip Mısır’da yönetim kurabileceğini düşünen olmuşsa, bir müddet kalmış sonra kovulmuştur.
İşte problem şu ki, Mısırlılar bir an MK’nın da kolonyal bir güç gibi davranmaya başladığını düşündü. Çünkü MK’nın sadakati, uluslararası bir organizasyonaydı. Maalesef birçok Mısırlı onları Mısır’a değil, küresel kapitale sadık gibi algıladı.
Çok hızlı bir şekilde uluslararası anlaşmalarda yer almaya başladı, çok hızlı bir şekilde seçkin bir kitle oluştu, bunları bir hayli yavaş yapmanız gerekir ki hayatta kalasınız. Problem buydu. Onları suçlamak için değil, analitik olarak neden insanlar MK’ya karşı bir araya geldi sorusunun cevabı için bütün bu anlattıklarım.
Mısır’da bir iç savaş tehlikesi görüyor musunuz?
Maalesef bunların işaretlerini görüyoruz. Al-Masry Al-Youm’daki köşemde 30 Haziran’dan önce bunları yazmıştım. Bu, iki taraflı iktidar kavgası yüzünden siyasetin iptal edilmesiyle oluyor. Şimdi Mısırlılar, Suriye senaryosunu engelliyorlar.
Bu sebeple, MK’in liderleri yeni gerçekliğe tepki verip sorumluluk göstermeliler ve tüm Mısır’da terörist olarak anılmaktan kaçınmalılar. Kan dökülmesini engellemek üzere takipçilerine sokaktan çekilmelerini söylemeliler. Böylece genç İhvan üyeleriyle uzlaşma çabaları başlayacaktır.
Genç İhvan, liderlerinin boyunduruğu altında kalmayıp seçimlere katılmalı ve yeni partiler kurabilmeli. Sadece şiddete bulaştıkları kesin olan liderler yargılanmalı, bütün üyeler değil.
Hiçbir şart sunmadan toplumun geri kalanıyla diyalog kurmak durumundalar, çünkü kendilerine karşı olan toplumun geri kalanına ve bütün siyasi aktörlere karşı direnemezler.
Ancak o zaman, ayrımcılık ve dışlayıcılık değil eşitlik ve haklara dayalı gerçek bir demokrasi için açık bir yol belirebilir.
tranobcul-ko Brandon Roberts https://marketplace.visualstudio.com/items?itemName=9violurtu-yo.Descargar-Fractal-Space-gratuita
YanıtlaSilropnadenping
lustmonquae_ku Tim Stevenson click here
YanıtlaSilhttps://colab.research.google.com/drive/1c_EL391bEuOVhiaUuoEsyra_3teQu2dx
link
click here
ceuperdoubtti
NcentimagsuSeattle Christine Tran Site
YanıtlaSilInstall
click
missaigaben
Ngranexhor-koSaint Paul Michael Erickson 4K Stogram Pro 4.3.2.4230
YanıtlaSilCyberLink Director Suite 365 v10.0
DaVinci Resolve 18.0.1.3
F-Secure Freedome VPN 2.51.70
gregnotinglib
simppenAimpu Earl Venable There
YanıtlaSilget
lobehawin