DIDIER BILLION
Uzun yıllar boyunca Kürt sorunları hiçbir görünür gelişme olmaksızın
dondurulmuş gibi kaldılar.
Bu blokaj hali birçok gözlemcinin Kürtlerin nüfus açısından devletsiz kalmış en büyük halk olduğunu belirtmesine olanak sağlamıştır.
20.
yüzyıl içinde geçici Kürt devletleri kuruldu ancak büyük güçler
arasında ittifakların değişmesi ve çoğu kez hoyrat olan baskıların
kurbanı olarak kısa süreli oluşumlar olarak kaldılar. Bu blokaj hali birçok gözlemcinin Kürtlerin nüfus açısından devletsiz kalmış en büyük halk olduğunu belirtmesine olanak sağlamıştır.
Kürtlerin onyıllar boyunca yineledikleri hata silahlı mücadeleye fazlasıyla değer vermeleri ve davalarında ilerleme sağlamak amacıyla siyasi ve diplomatik araçları kullanmada yetersiz kalmalarıdır.
Bunun yanı sıra parçalanmış haldeki Kürt toplumlarının bünyesindeki aşiretsel ve feodal yapılar birleşik bir ulusal hissin oluşmasının önünde aşılması güç engeller oluşturdu.
Bu açıdan bakıldığında Kürt milliyetçiler tarafından savunulan siyasi miti kırmak gerekiyor. Bu kişiler 1920 Sevr Antlaşması’nda yer alan Kürt devletinin oluşumuna yönelik sözlerini yerine getirmeyen büyük güçlerin ihanetine uğradıklarını iddia ederler.
Oysa tarihsel gerçek ise bambaşkadır. Bölgenin geleceği hakkında görüşmelerde Kürtler çıkarlarını savunabilecek delegasyonları örgütlemede yetersiz kaldılar. Sevr Antlaşması’nı hazırlayan 1920 Şubat ve Mart aylarında Londra’da, ardından nisan ayında San Remo’da gerçekleşen konferanslarda ‘Kürdistan’ hakkındaki bölümler boş bırakıldı.
Kuzeyde sanal Ermenistan kurma, güneyde Musul’da her türlü Osmanlı varlığını engelleme konusunda hassas olan Büyük Güçler antlaşmada Kürt sorununu ertelemeye ve antlaşmanın onaylanmasını izleyen altı ay içinde Kürtler için bir toprak ve özerklik belirlemeye karar verip Kürtleri antlaşmanın onaylanmasının ardından bir yıl içinde söz konusu topraklarda bağımsızlıklarını temin için Milletler Cemiyeti’ne başvurmaya davet ettiler.
Sonuç olarak bu antlaşma hiçbir zaman yürürlüğe geçmedi ve Mustafa Kemal’in önderliğinde Türk ulusal hareketi 1920 yılı sonundan itibaren teorik olarak Kürtlere verilmiş olan topakları da denetim altına almıştı.
O günden bugüne onlarca yıl geçti ve Ortadoğu’nun jeopolitik yapısının parametreleri büyük değişimler yaşadı.
Irak’ta özerklik eğilimi tedrici olarak gelişiyor. Aslında 2005 yılından bu yana Saddam Hüseyin sonrası Irak federal yapısı içinde yer alan bu topraklar ekonomik olarak gelişmeyi ve siyasi durumunu istikrara kavuşturmayı başardı.
Kuşkusuz Bağdat merkezî yönetimiyle sürtüşmeler söz konusudur ancak Iraklı Kürt yöneticiler şimdiye kadar eğer gerçekleşirse Iraklı Araplarda haksızlığa uğramışlık hissini canlandırmaya ve ülkenin Kürt bölgesine karşı yeni şiddet olaylarının gerçekleşmesi riskine yol açacak olan bağımsızlığın lafını bile etmeme akıllılığını gösterdiler.
Türkiye’de ise PKK tarafından 1984’ten beri sürdürülen terörist savaş şu son aylara kadar ülkede demokrasinin kökleşmesi için temel önemdeki sorunun siyasi çözümünü engelledi.
AKP hükümeti ile PKK yöneticileri arasında devam eden süreç son derece önemli ama aynı oranda kırılgandır.
Nihayet Suriye’de de Kürt sorunu daha yakın bir dönemde ortaya çıktı ve ülkeyi protestolar ve saran iç savaş ile birlikte gün yüzüne çıktı.
Suriye Kürt hareketi, Irak Kürtleri himayesinde uzlaştırma çabalarının varlığına karşın derin bir biçimde bölünmüş haldedir.
Bu arada Suriye Kürtlerinin süren iç savaşı Araplar arasında bir savaş olarak kabul edip bu savaşa olabildiğince az dahil olmaları ancak cihatçı gruplar Kürtlerin yaşadığı kentleri denetime almaya çalıştıklarında çatışmaya girmeleri de dikkat çekicidir.
İran Kürt hareketi, Tahran yönetiminin sindirme amaçlı ağır baskıları sonunda son derece zayıfladı.
Kürt sorunları ülkeye göre değişerek varlığını sürdürmekte ve yakın gelecekte birleşik bir Kürt devletinin oluşumu muhtemel gözükmemektedir.
Eğer birleşik bir Kürt devleti perspektifi mümkün değilse Kürtler için, içinde bulundukları devletler nezdinde kültürel ve siyasal hakları sorunu esastır.
Bu çerçeveden bakıldığında çoklu aidiyetler (Kürt ve Iraklı olmak Kürt ve Türk olmak vs.) cesaretlendirilmeli ve savunulmalıdır.
Kürt vakası bizi kimlik ve sadece etnik kritere indirgenemeyecek olan yurttaşlık politikalarının işleyişinde mekânın bir unsur ama sadece diğer başkalarının yanında bir unsur olduğunu gösteriyor.
*Paris Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü Müdürü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder