Popüler Yayınlar

26 Şubat 2013 Salı

JOHN LOCKE' UN DÜŞÜNCELERİ BAĞLAMINDA TÜRKİYE, İSLAM VE LİBERALİZM




Türkiye, İslam ve Liberalizm...



John Locke' un Düşünceleri Bağlamında Türkiye, İslam ve Liberalizm  - Şule Seda Tezer,


  
“Ey İnsanlar! Gerçekten, biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileri olanınızdır. Hiç şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”


Hucurat Suresi  13. ayetinde bütün insanlığa evrensel mesajlar verilmektedir. “Ey insanlar! Hepinizin aslı birdir” diyen ilahi bir evrensel eşitlik manifestosudur adeta bu ayet. " Hepiniz bir anne ve babanın çocuklarısınız, kiminiz temiz ve pak bir maddeden, kiminiz ise pis ve adi bir maddeden yaratılmadınız, hepinizin özü birdir" mesajını veren ayet, kendini üstün ırk zannedip diğerlerini aşağılayan tüm anlayışları reddetmektedir. Ayete  göre insanların farklı ırklar, milletler, kabileler şeklinde yaratılmalarının tek sebebi, cemiyetler kurarak birbirleriyle tanışıp, yardımlaşabilmeleri içindir. Üstünlük farklılıklarda değil, vicdani ve ahlaki bir ilkede tecessüm etmektedir ki o da kutsal ifadeyle “takva” duygusudur.


                Yaratılış bakımından tüm insanların eşit olduğunun Kur’an diliyle tüm insanlığa anlatıldığı bir ilahi öğretidir bu ayet. İnsanlar, aynı Yaratıcının fıtri olarak aynı şekilde tasarladığı eşit varlıklar olduklarından, aynı hakikat farklı zaman ve zeminlerde başka insanların kalplerinde de belirmiştir.


                Hıristiyan bir düşünür olan John Locke’un 17.yy’da kendi toplumu için aradığı eşitlik ve özgürlük talebi, ilahi hakikatin özdeşliğinden dolayı, Müslüman dünyanın da yabancısı olmadığı ortak temeller içerir. John Locke, insanların rasyonel olarak özgür ve eşit olmalarının temelini tabii hukukta bulur. Tabii hukuk, John Locke’da Tanrı’nın iradesine karşılık gelir. Tanrı insanları doğal olarak özgür ve eşit yaratmıştır. İslam hukukunun da temel ilkelerinden biri “eşyada aslolan ibahadır” kuralıdır. Yani varlıklar doğal hallerinde bağımsız ve özgürdürler. Bu özgürlüğü İslam hukuku, bireylerin akıl, can, mal, din ve ırz gibi temel haklarına bir tehdit oluştuğunda sınırlar.


                John Locke’ un özgürlük anlayışında, her bir kişinin tabii kanunu ihlal etmemek koşuluyla kendi kanununu kendi koyma, hayat yolunu dilediği gibi seçme hakkı vardır. Bu özgürlük, bireye başkalarının hayatına, bedenine ve mülkiyetine zarar vermemeyi emreden tabii kanunla birleşmiş ve sınırlandırılmış bir özgürlüktür. Tabii hukuk, Locke için köklerini insanın mahiyetinden alan ve değişmeyen ezeli ve ebedi normları içerir. Bu aynı zamanda ahlakın da normlarıdır. İnsan, Tanrı’nın iradesinin yansıması olan tabii kanuna uygun ve onu aklen keşfedebilecek şekilde yaratıldığı için bütün insanlar özgür ve eşittir. John Locke doğa durumunda bir özgürlük hali olmasına rağmen insanların anlaşmazlıklarında hakemlik yapacak meşru bir otoritenin olmayışından dolayı, bu doğa durumunun terk edildiğini söyler. Bundan dolayı, bireyler, kendilerini ve kendilerine ait şeyleri garanti altına almak amacıyla birbirleriyle sözleşme yaparak toplumu ve sivil siyasi yönetimi oluştururlar. Buradan çıkan sonuca göre, devletin varlık nedeni, bireyi ve bireye ait şeyleri korumaktır.


                Buradan İslam tarihinde devletin oluşumuna göz atacak olursak, ilk siyasi örgütlenme ve anayasa denemesine Hz. Peygamberin hazırlamış olduğu “ Medine Anayasası” örneğinde rastlanmaktadır. Hz. Peygamberin Medine toplumunda asayişi sağlamasından önce, sürekli birbiriyle savaşan kabileleri ve hayat, mülkiyet ve hürriyet haklarının devamlı tehdit altında olduğu bir yapıyı görüyoruz.  Hz. Peygamberden önce hukuksuz bir toplum olan Arap-bedevi yapılanmasının, Peygamberin kurduğu “Medine Site Devleti”ne  dönmesiyle, insanlar hukuki, anayasal bir güvenceye kavuşmuşlardır. 7.yy toplumu içinde yapılan bu düzenlemeyle insanlar, her türlü tecavüzü önlemeyi ve tecavüzde bulunanlara karşı çıkmayı taahhüt etmişlerdir. Ayrıca Müslüman ve Yahudi toplumlarına sahip oldukları din ve vicdan özgürlüğü açıkça ifade edilmiştir. Medine’de ilk defa insanlar bu metinle bir siyasi yapı meydana getirmişlerdir. John Locke’ un sözleşme aracılığıyla insanların doğa durumunda koruyamadıkları güvenliklerini garanti altına aldıkları düşüncesinin pratik örneğini Hz. Muhammed (S.A.V.)’ın  Müslümanlardan aldığı "biat" ile sağladığı siyasi düzende gördüğümüzü söyleyebiliriz.
  John Locke' un birey ve devlet arasındaki ilişkinin sınırlarını çizerken oluşturduğu “hoşgörü” argümanının temelinde tabii hukuk ve sözleşme anlayışları vardır. Bireyler sözleşme aracılığıyla haklarını devlete teslim ettikleri için, devletin varlık nedeni bireyi ve bireye ait şeyleri korumaktır. İslam toplumları için aranılan liberalizmin temellendirilmesine de John Locke’ un argümanlarından hareketle ilk İslam devletinin sözleşmeye dayalı kuruluşunu ve İslam hukukundaki özgürlük ve eşitlik genel çerçevesini ele alarak ilerlemek mümkün olabilir.


                Yönetimin, yönetilenin rızasına dayanması gerektiği şeklindeki liberal ilkenin, en başından itibaren hoşgörünün tezahürüne imkan veren bir zihniyet yapısı olarak John Locke tarafından “ Hoşgörü Üzerine Bir Mektup” isimli eserde çizildiğini görebiliyoruz. Liberalizm John Locke’ da her şeyden önce tam bir din ve vicdan özgürlüğü talebi ve hoşgörü vaadiyle kendini belli eder. John Locke, hoşgörü mektubunda “hakiki dinin bütün hayatı ve gücü, aklın samimi ve tam olarak ikna edilmesine bağlıdır” der.  Aklen ve kalben ikna edilmemiş bir insanın sahip olduğu imanın, iğrenç bir münafıklığa yol açacağından bahseder Locke.


                Kur’an’da “Dinde zorlama yoktur” ayetiyle birlikte Peygambere “Sen onların üzerinde bir bekçi değilsin” öğretisinin verilmesi ve Hucurat Suresinde “Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinize süslü ve çekici kıldı, küfrü ve fıskı size çirkin gösterdi” buyruğu imanın bir kalp ve vicdan işi olduğunu söylüyor ve insanların inançlarının başında bekçi gibi durmanın işe yaramayacağı, imanın ancak Allah vergisi bir sevgi işi olduğu anlatılıyor. John Locke’ da bu gerçeği kendi dini içinden bakarak şöyle ifade ediyor: “İsa’nın kilisesinin başkalarına zulmedip, ateş ve kılıç ile onlara kendi imanını ve doktrinini benimsemeye zorlaması gerektiğini Yeni Ahit’in hiçbir kitabında bulamadım.”


                Hucurat Suresi 14. ayetinde ise kalplere yerleşmeyen imanın makbul olmadığı şöyle anlatılıyor: “Bedeviler dedi ki: “iman ettik.” De ki: “Siz iman etmediniz, “İslam olduk” deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değil” . Sonsuz hayatta insana fayda sağlamayacak bu “sahte” imanın oluşmasını dünyada engellemenin en temel vazife olduğuna inanan Locke, bunun kalp ve vicdan üzerinde cebr kullanmamakla mümkün olacağına inandığı için, cebr gücünü elinde bulunduran sivil-siyasi otoritenin din işlerinden elini çekmesini bir zorunluluk olarak görür. Locke, bireyin özgürlüklerini garanti altına alacak ayrımları Mektup’ta net bir şekilde belirtir. Buna göre devlet sadece sivil çıkarları ve barışı korumakla görevli olacağından, kişilerin inançlarına kesinlikle karışmayacaktır.


                John Locke’ un inancın doğasından giderek ulaştığı sonuçlar modern-liberal demokrasilerin şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. İslam inancının doğası üzerinden bir  temellendirme yapmanın mümkün olduğunu bu makalede dar bir alanda da olsa göstermeye çalıştım. Müslüman toplumların özelde de Türkiye’deki Müslümanların liberal demokrasiyi, barış içinde yaşamanın garantisi olarak kabullenebilmeleri kendi inançları içinden yapılacak bir temellendirmeyle mümkün olabilir.


                Türkiye Cumhuriyetinde de "kemalizm" ideolojisi laikliği sadece devlet için değil vatandaş için de gerekli görmüş, kamusal alanda dinin görünürlüğünü kendine tehdit olarak değerlendirmiştir. Liberalizmin en temel ilkelerinden olan “ifade özgürlüğü” de ideoloji tarafından hep bir tehdit olarak görülmüştür. Bizim kuşağın gördüğü tek darbe olan 28 Şubat darbesi, bu özgürlükle beraber, din ve vicdan özgürlüğüne de indirilmiş büyük bir darbeydi. Toplum bu darbeyi büyük acılar geçirerek yaşadığı gibi halen de sürecin izleri sürmektedir. 


Mustafa Akyol, 16 Nisan 2012 tarihli yazısında 28 Şubat darbesini “İslamofobik darbe” olarak tanımlarken şu tespitleri yapıyor:" İslamofobi  medyada ne kadar yankılanırsa yankılansın, Amerikan Müslümanlarının dini hayatına müdahale edecek bir baskı üretemez. Çünkü ABD anayasası ve kanunları, din özgürlüğünü sıkı sıkıya koruyor. “Başörtüsü yasağı” gibi bir uygulamanın Amerika’da düşünülmesi bile zor.”  Bu Amerikalılar tarafından düşünülmesi bile zor durumu bizler bu ülkede fiilen ve acımasızca yaşamış insanlar olarak özgürlüğün kıymetini daha iyi idrak etmiş durumdayız.


 Bu tecrübelerden sonra “ Siyasal İslam” fikrine sahip olanların da  Allah adına, devlet eliyle insanları zorla dindar yapmanın ne derece İslami ve ahlaki temele sahip olduğunu düşünmeleri gerekmektedir Bu tecrübeler gösteriyor ki birilerinin dindar yaşamak isteyenlere “kemalizm” adına baskı yapmalarıyla, dindarların “Allah” adına baskı yapmaları arasında insan ruhunun tahribatı açısından yapısal bir fark bulunmamaktadır. Zorla dindarlık ve zorla dinsizlik, karakteri bozulmuş, ruhu ezilmiş ve isyanlar içinde insanlar üretmekten başka bir işe yaramadığını bugün insanlık acı tecrübelerle öğrenmiş durumda. Bu yüzden bizim gibi katı laikçiliği benimseyen ya da İslam’ın liberal yorumunun yapılamayacağına inanan toplumların, liberal demokrasi yönünde ikna edilmelerinin barış adına herkesin ihtiyaç duyduğu bir şey olduğuna inanıyorum.


                İnsanların görüş, kanaat ve düşüncelerini başlarına kötü bir şey gelmesi ya da getirtilmesi korkusunu taşımadan serbestçe ifade edebilmeleri demek olan ifade özgürlüğünün kıymetini toplumca idrak edemezsek ve  gelecek nesilleri  bu zihniyete göre hazırlamazsak “güvercin tedirginliği” içinde kendini ifade etmeye çalışan insanların vebalini üzerimizden atamayız.



Şule Seda Tezer,

Kaynaklar:

1)      Hoşgörü üzerine bir mektup, John Locke
2)      Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü. Özgürlükçü Bir Perspektif, Mustafa Erdoğan
3)      Çoğulculuk, Mustafa Erdoğan
4)      İfade özgürlüğü nedir ve Niçin gereklidir, Atilla Yayla
5)      Liberal demokrasinin temelleri, Bican Şahin
6)      Liberalizm ve Türkiye’de Liberal Eğilimler, Mustafa Erdoğan
7)      Liberalizme Yeniden bakış: Tarihi ve Felsefi Temelleri, Mustafa Erdoğan
8)      İslamofobik darbe 28 Şubat, Mustafa Akyol
9)      Hucurat Suresi Tefsiri (ders notları), Yakup Çiçek
10)   İslam Hukuku Ders Notları, Bilal Aybakan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder