15 Ağustos 2013
İLYAS ÜZÜM*
Hünkar Hacı Bektaş Veli, XIII. yüzyılda yaşamış, kendisine bazı eserler
izafe edilmiş ve en azından belli bir dönemden sonra kendi ismine
nispetle anılan sufî bir yapının kurucusu kabul edilmiş önemli bir
şahsiyettir.
Anadolu'da yetişen diğer birçok şahsiyet gibi onun hayatı
ve düşünce dünyası da toplum olarak çoğu defa ilgimiz ya da bilgimiz
dışında kalmıştır.
Dahası bu büyük veli farklı algılara konu olmuş; kimi
zaman o, İslam'la ilişkisi tereddütlü bir kişilik, kimi zaman da yaygın
İslamî anlayışla örtüşen sufî bir şahsiyet olarak tasvir edilmiştir.
Tarih ilminin ya da disiplinin önemli bir fonksiyonu tam da burada devreye girer: Tarihsel olguları sağlıklı şekilde yansıtmak ve doğru algılar oluşturulmasına katkı yapmak. Ama bu o kadar da kolay değildir.
Hacı Bektaş Veli, bu konuda otorite isim Ahmet Yaşar Ocak'ın ifade ettiği gibi, dönemin tarihsel belgelerine güçlü izler bırakmamış, ona izafe edilen eserlerin muhteva kritiği yapılmamış, ayrıca birinci derecede kaynaklar elimize geçmemiştir.
Öte yandan Hünkar'ın yaşadığı dönemi bütün siyasi ve sosyal hareketliliği içinde ele almanın da kendine has güçlükleri bulunmaktadır.
Ancak gerek kendi döneminden sonra yazılan ikinci derecedeki eserler, gerek Hacı Bektaş Veli'nin kendisini ve yakın çevresini yansıtan Vilayetname gerekse de ona aidiyeti en güçlü eser olarak bilinen Makâlât ile modern çalışmalar dikkate alınarak Hünkar'ın tarihsel kişiliği ve düşünce dünyasına dair belli oranda netleşen bilgiler ortaya konulabilir.
Anlaşıldığı kadarıyla, Hünkar'ın adı Bektaş'tır. Horasan'da, çok muhtemelen Nişabur'da dünyaya gelmiştir. Babası İbrahim-i Sâni, annesi Hatem'dir.
İlk hayatı, eğitimi ve kimden ya da kimlerden ders aldığı konusunda tarih kaynaklarında bilgi yoktur.
Ancak Hacım Sultan Vilayetnamesi'ne göre, tarihen mümkün olmadığına göre manen olmalıdır, feyzaldığı ilk şahsiyet Ahmed Yesevî'dir.
Kendi Vilayetname'sinde belirtildiğine göre ise Bektaş, zâhirî ve bâtınî ilimlerde yetkin bir alim-mürşit şahsiyet olan Lokman Perende'nin medresesinde eğitim görmüştür.
Burada Arapça ve Farsça öğrendiğini kaydedenler varsa da tevsik olunmamıştır.
Ancak Vilayetname'de geçen bir menkıbe Bektaş'ın burada dinin genel ahkamı demek olan şeriat ile dinin derunî yönünü ifade eden tarikat dersi aldığını işaretlemektedir.
Bir Türkmen oymağının reisi olarak yetişen Bektaş, XIII. yüzyılda Moğol istilası sebebiyle gerçekleşen göçlerle Anadolu'ya gelmiş, önceleri Sivas, çok geçmeden de Kırşehir bölgesine ulaşarak Sulucakarahöyük'e (bugün Hacıbektaş ilçesi) yerleşmiş ve zaviyesini kurmuştur.
Tarihen sabittir ki 1239'da Selçuklu yönetimine karşı başlayan Babaî İsyanı'na kardeşi Menteş iştirak ettiği halde kendisi bu olayın dışında kalmıştır.
Yine Vilayetname'sinin yansıttığı bilgilere göre, Hünkar Sulucakarahöyük'te bir taraftan zaviyesinde irşat görevini sürdürürken bir taraftan da bölgedeki gayrimüslimlerle iyi ilişkiler gerçekleştirmiş ve onların Müslümanlaşmasına katkı yapmıştır.
Ayrıca Şamanist Moğolların İslamlaşması için halifeler yetiştirip dört bir yana yollamıştır.
Tarihi kaynaklarda, Hünkar'ın hacca gidip gitmediği, devrin sufî şahsiyetleriyle görüşüp görüşmediği, eser ya da eserler kaleme alıp almadığı konularında net bilgiler bulunmamakla birlikte, Vilayetname'sinde göz ardı edilemeyecek açıklamalar yer almaktadır.
Buna göre Hünkar hem keramet eseri olarak “tayy-ı mekana” mazhar olup hacca gitmiş ve hocasına Arafat'ta lokma yetiştirmiş hem de Anadolu'ya gelmeden önce Halep, Kudüs, Medine'ye uğrayıp “erbâîn” çıkarıp hac farizasını fiilen yerine getirmiş, sonra da Elbistan ve Kayseri üzerinden “diyar-ı Rûm”a gelmiştir.
Burada Ahi Evran ve Seyyid Mahmud Hayranî gibi Rum velileriyle yakınlık kurmuş, birçok keramet sergileyerek veliliğine kuşku ile bakan kimselere karşı gerçek bir veli olduğunu kanıtlamıştır.
Hünkar'ın evlenip evlenmediği açık değildir. Babâgân Bektaşileri onun mücerret olduğunu düşünürken Çelebiler evlendiğini, Kadıncık Ana'nın onun eşi olduğunu ifade ederler.
Yine Vilayetname'sinde yer aldığına göre Hünkar Makâlât isimli bir eser kaleme almış ve bunu Molla Saadettin Türkçeye tercüme etmiştir.
Çok sayıda halife yetiştiren ve bunları Anadolu'nun dört bir tarafına gönderen Hünkar son demlerinde Sarı İsmail'i yanına çağırıp kendisine Yasin okumasını söylemiş ve çok muhtemelen 1271'de Hakk'a yürümüştür.
İnanç ve düşünce dünyası bakımından Hünkar, tarih kaynaklarında, Vilayetname'sinde ve kendisine izafe edilen eserlerde kendine has bir İslam sûfisi olarak görünür.
Vilayetname'de yer alan şu bilgi onun şeriat (dinin genel hükümleri) ile tarikatı (dinin mistik yönü) birleştiren bir şahsiyet olduğunu ifade eder: Bir gün Lokman Perende ders vermek için Bektaş'ın yanına girdiği zaman onun sağında ve solunda oturan iki nurani şahsın bulunduğunu görür. Yaklaştığında da onlar kaybolunca Bektaş'a bunların kim olduğunu sorar.
Bektaş, sağımda oturan “İki cihan güneşi ceddim Muhammed Mustafa idi. Solumda oturan Allah'ın aslanı, müminlerin emiri Ali idi. Bana biri zâhir bilgisini, biri bâtın bilgisini öğretirler.” diye cevap verir.
Araştırmacılar, Hünkar'ın İslam anlayışının “kuru zühd anlayışı yerine, sufî cezbeci” bir karakter taşıdığına dikkat çekerler. Hacı Bektaş'a aidiyeti en kuvvetli bir eser olan Makâlât da esasen onun bu İslam anlayışını yansıtmaktadır. Hünkar'a göre kul için önemli olan Hakk'a ulaşmaktır.
Hakk'a, diğer ifadeyle Çalab Tanrı'ya ulaşmak için kulun kırk makamdan geçmesi gerekir. Kul ancak bu suretle O'na dost olabilir. Bunların yani kırk makamın onu şeriat, onu tarikat, onu marifet, onu da hakikat kapısı içinde bulunur.
Şeriatin makamları şunlardır: İman getirmek, ilim öğrenmek, ibadet etmek, helal kazanmak, nikah kıymak, özel günlerinde hanımlardan uzak durmak, cemaate uymak, şefkât göstermek, temiz yiyip temiz giyinmek ve iyiliği emredip yaramaz işlerden sakındırmak.
Tarikâtin makamları ise şunlardır: Pîrden el alıp tövbe etmek, mürid olmak, saç kesmek ve elbise değiştirmek, nefis ile mücadele etmek, hizmette bulunmak, korku (Hakk'a saygı), ümit; hırka zenbil, makas, seccâde, subha, iğne ve asa, sahib-i makam ve sahib-i cemiyet olmak, nasihat sahibi olmak, muhabbet ehli olmak, aşk, şevk, safa ve fakirlik.
Marifetin makamları da şunlardır: İlim, cömertlik, haya, sabır, korku, perhizkarlık, edep, miskinlik, marifet ve kendini bilmek.
Hakikatin makamları ise şöyledir: Toprak olmak, yetmiş iki milleti ayıplamamak, elinden geleni esirgememek, yaratılmış bütün nesnelerin kendisinden emin olmasını sağlamak; makam, mülk sahibine yüzünü sürüp yüz suyunu bulmak, sohbette hakikat sırlarını söylemek, sır, münacaat ve Çalap Tanrı'ya ulaşmak.
Sonuç olarak bir Türkmen şeyhi, bir tasavvuf ulusu olarak Hacı Bektaş Veli asırlara damgasını vurmuş, çağları aşan mesajlar vermiş, milyonları aydınlatmıştır.
Tarihi bakımdan kaynak yetersizliği ve araştırmalarda yöntem sorunları varsa da bunları alan uzmanlarına bırakıp ona izafe edilen eserleri okumak, bilhassa onun yaşadığı kültürel havzayı yansıtan Vilayetname'sini incelemek, ona aidiyeti kimilerince şüpheli karşılansa bile o kültürel ortamı yansıtan ve İslam ahlakından süzülüp gelen “eline, beline, diline sahip ol”, “incinsen de incitme”, “oturduğun yeri pâk et, kazandığın lokmayı hak et” gibi altın sözlerini rehber etmek gerekir.
*Prof. Dr., Marmara Üniversitesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder