Hayrettin KARAMAN
Modernizm karşısında müslüman münevverlerin farklı yaklaşımları olmuştur. Bunlar arasından bazıları, eski hâli olduğu gibi muhafaza etmeyi de yeni hâli (Batı çağdaşlığını) olduğu gibi, kabûl etmeyi de reddetmiş, bunların yerine İslâmî çağdaşlaşmayı savunmuşlardır.
Modernizm karşısında müslüman münevverlerin farklı yaklaşımları olmuştur. Bunlar arasından bazıları, eski hâli olduğu gibi muhafaza etmeyi de yeni hâli (Batı çağdaşlığını) olduğu gibi, kabûl etmeyi de reddetmiş, bunların yerine İslâmî çağdaşlaşmayı savunmuşlardır.
Bu çağdaşlaşmanın nasıl gerçekleşeceği
(meselâ atılacak, alınacak, korunacak şeyler) husûsunda düşünmüşler, çeşitli
projeler oluşturmuşlardır; işte bunlar İslâmcılardır.
Bugünden geriye bakarak
İslâmcılar hayli hırpalanmış, bireylerinin farklılıklarına bakılmaksızın hepsi
aynı kefeye konmuş, atılıp tutulmuştu.
Şimdilerde yeni bir furya başladı, AB ye
giriş macerâsında İslâmcıların (bunlar kimlerse ve kendilerine kim İslâmcı
demiş ise) tutumu, yaklaşımı ele alınmakta, birtakım yakıştırmalar yapılmakta,
tenkit, hattâ karalamalar yapılmaktadır.
Bunu yapanlar da müslüman münevverler
olduğuna göre kendilerinin neci olduğu bence merak konusudur. İslâmcılık iyi
bir şey ise bunlar neden İslâmcı değil, kötü bir şey ise niçin başkalarına
İslâmcı diyorlar; onların rızâlarını ve onaylarını aldılar mı?
Bütün mesele, korunması gereken değerleri zedelemeden çağdaşlaşmaktır. İslâm dünyası bunu kendi başına gerçekleştiremedi, şimdi Türkiye, AB ne girerek çağdaşlaşmak istiyor.
Şuurlu müslümanların korkusu, bu macerâdan zararlı
çıkmak, belki hiçbir önemli şey elde edemeden veya maddî bazı avantajlar elde
ederek manevî bakımdan büyük kayıplara uğramaktır.
Bu kayıplar da başta
dînimiz, dindarlığımız olmak üzere kültürümüz, mâzîden devraldığımız güzel
hasletlerimiz, onlarsız var olamayacağımız değerlerimizdir.
İdeal olanı kendi dinamiklerimiz ile çağdaşlaşmak idi, başka kültür ve medeniyet mensuplarını hayran bırakacak bir çağdaş medeniyet ortaya koymak, onların bize katılarak tamamlanmalarını sağlamaktı.
Eğer bu yapılamadıysa her müslüman
sorumludur; suçu, kabahatı, sorumluluğu İslâmcıların veya başkalarının üzerine
atarak bundan kurtulmak mümkün değildir.
Her şeye rağmen müslüman kesimde AB ne girme konusunda bir direniş vardı. Türkiye'de öyle şeyler oldu ki, "böyle kaybemektense girelim de öyle kaybedelim, kimbilir belki de kazanırız" noktasına gelindi.
"Acaba
bütün olup bitenler, yapılanlar, müslümanları bu noktaya getirmek için mi yapıldı?"
sorusu da akla gelmiyor değil.
Her ne ise bundan böyle, Avrupa birliği içinde müslüman olarak kalmak, kendi kültürünü korumak, teorik olarak çağdaş İslâm medeniyeti kavram ve kurumlarını oluşturmak, pratik olarak da topluluk içinde öz kültürünü yaşamak için neler yapılması gerektiğini düşünmek, gece gündüz bunun için çalışmak gerekiyor.
Kimi
başörtüsünü korumak, kimi yasağını kaldırmak, kimi ipten kurtulmak, kimi hür
düşünmek ve yaşamak... için AB'ni kuratrıcı Mehdî gibi karşılıyor; hâlbuki bu
macerâ tuzaklarla dolu.
Çok önemli belirsizlikler, problemler ve handikaplar
var. Belki eski hâl muhal ama, yeni hâl de bir başka mânâda izmihlâl olabilir.
Allah korusun bu izmihlâl gerçekleşirse, bunun da sorumluluğunu İslâmcıların
üzerine atarak işin içinden sıyrılmak kimseye bir şey getirmez, herkes
sorumluluğunu bilmeli, elele verip çalışmalıdır.
http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/laikduzen/3/0028.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder