Etyen Mahçupyan
e.mahcupyan@zaman.com.tr
|
İki
yıl önceki dar kapsamlı anayasa referandumunda, ancak ideolojik bir
bağlam üzerinden anlayabileceğimiz bir tutum ortaya çıkmıştı.
Ne var ki referanduma sunulan metni kaleme alan hükümet üyeleri bile bu değişikliğin yeterli olmadığını söylerken, değişikliğin yeterli olduğunu savunan kimse de yoktu.
Yani 'yetmez ama evet' duruşu 'yeterli olduğu için evet' diyen bir karşı görüşü hedef almıyordu. Bu sloganlaştırmanın altında yatan, kendilerini 'sağcı' hükümetle aynı tarafta bulan 'solcuların' rahatsızlığıydı. Verilmek istenen mesaj ise, kendilerinin 'farklı' olduklarıydı.
Soru, solcuların kendilerini 'farklı' görürken dayandıkları verilerin ne olduğudur. Buradaki 'yetmez' sözcüğünün referansı acaba nerede aranmalıdır?
Ortada apaçık bir yetmezlik hali olduğuna ve herkes buna katıldığına göre, buradaki 'yetmez' kelimesi şu an yaşanan bir yetmezlikten ziyade muhtemelen 'yeterli' olanın bilgisine göndermede bulunmaktadır.
Nitekim söz konusu kampanyaya başka kesimlerden de bireysel katılımların olmasına karşın, bu sloganı toplumsal bir bağlama oturtarak 'sol' kılan nitelik, yeterli olanın, ulaşılması gereken hedefin zımnen işaret edilmesidir.
Muhtemelen 'sağ' ve 'sol' siyaset arasındaki en kritik farklılık budur... 'Sağ' bugün için istenen ve olabilecek olanın peşinden giden, ideallerini ise ahlaki ve kültürel zeminde arayan bir siyaset anlayışını işaret ediyor.
Oysa 'sol', ideal olarak olması gereken ve gelecekte neredeyse 'kaçınılmaz' olarak gerçekleşecek bir hedefin takipçiliğini yapıyor ve ahlaki zeminini de doğrudan bu ideallerden türetiyor.
Dolayısıyla sol için bu ideal hedeflerin vurgulanması hem psikolojik olarak rahatlatıcı, hem de sosyal bağlamda kimlik oluşturucu bir nitelik arz ediyor.
'Yetmez' kelimesi bir yandan reformları desteklemeyi mümkün kılarken, diğer yandan da sol kimliğin cemaatleşmesine katkıda bulunuyor.
Ne var ki aynı referandumda solun bir bölümünün 'hayır' dediğini ve hatta 'yetmez' diyenleri solculuğun dışına ittiklerini de biliyoruz.
Aradaki fark otoriter zihniyetin ne denli içselleştirildiği veya ona ne kadar mesafe alınabildiğiyle ilişkili. 'Hayır' diyenler otoriter anlayışın taşıyıcıları olarak, doğruyu bildiklerinden çok daha emin olmaları bir yana, doğru olanın 'sulandırılmasına' da karşılar.
Söz konusu sulanmanın en bariz göstergesi ise reformları 'kimin' yaptığı... Çünkü tarihin yasalarını kavramamış, bilinçsiz kişilerin yürüteceği bir reform bizi gidilecek hedefin daha da uzağına götürebilir.
Hele bu kişiler mevcut nizamın veya 'geri' bir ideolojik konumun sahipleri ise, reformun kötüye kullanılacağından ve bir tür 'karşı devrim' olarak hayata geçeceğinden emin olmanız gerekir...
Böylece sol kendi iradesiyle kendisini siyasetin dışına çıkararak, siyasetin tümüyle reddini bir tür 'siyaset' haline getirmeyi tercih edebilmekte, 'sağlam' duruşunu pekiştirerek cemaatsal yapısını koruyabilmektedir.
Son dönemde bu anlayışın izdüşümü olarak değerlendirilebilecek iki beyanat gündeme geldi.
Biri DİSK Genel Sekreteri'nin anayasa çalışmalarını engelleyici bir tutum içinde olacaklarını söylemesiydi. Gerekçe, hükümetin 'gerçekten' bir toplumsal anayasa istemediği ve kendi anayasasını toplumsal bir kisve altında sunmayı amaçladığı tespitiydi.
DİSK sürece müdahil olup olması gereken anayasayı üretmeye çalışma peşinde olmayacaktı, çünkü bunun hükümete destek vermek olduğu düşünülmekteydi.
Anlaşılacağı üzere sol için anayasalar tedrici olarak iyiye gitmesi beklenen ve somut toplumsal tercihleri taşımakla yetinen metinler değiller. Olması gereken, ideal bir varoluş halini hayata geçirmesi gereken ve bu açıdan toplumsal desteğe muhtaç olmayan metinler...
Dolayısıyla da olması gereken anayasayı zaten biliyor olanların topluma rağmen devrim yoluyla o anayasayı hayata geçirmeleri gayet meşru olabilmekte.
Daha yumuşak bir örnek ise BDP Genel Başkanı'ndan geldi... Demirtaş "anayasa Kürt halkını tanımayacaksa... biz bu anayasaya yeni anayasa diyemeyiz.
Darbe anayasasından hiçbir farkı olmaz" diye konuştu. Siyasetçi diliyle, mesaj vermek üzere söylendiğini kabul etsek de, Demirtaş'ın 'anayasa yenilik getirse de bu yeterli olmayabilir' şeklinde bir nüansı ifade edemeyeceğini iddia etmemiz pek mümkün değil.
Dolayısıyla karşımızda sol dilin doğal halinin bulunduğunu göz ardı etmemekte yarar var. Mesaj, eğer olması gereken olmayacaksa, olabilecek olan hiçbir şeyin 'iyi' olamayacağıdır.
Eğer sol, olması gerekenin ne olduğunu toplumsal talep ve tercihlere dayandırsaydı bu tutumun işlevsel olduğu bile öne sürülebilirdi.
Ne var ki solun temel sorunu olması gerekeni zaten bildiğine, toplumun ise bunu hiçbir zaman bilemeyeceğine inanmasıdır.
Bu bakış ideolojik ve 'bilimsel' bağlamda kategorik bir üstünlük yaratarak şiddeti onaylayan bir psikoloji yaratmakta, bunu hedefe uzak olmanın ima ettiği kategorik mağduriyet duygusu ile pekiştirmekte ve böylece devre kapanmaktadır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder