Popüler Yayınlar

9 Mayıs 2013 Perşembe

Daru’l-harb ve daru’l-İslam

Gayrimüslim bir ülkede yaşadığını söyleyen okuyucumuzun daru’l-İslam ve harb ile alakalı sorusuna cevap arayacağız bu yazıda. Çok farklı bir zaviyeden bakacağım meseleye.

Çünkü belki hatırlayanlarınız olur, daru’l-harb ve İslam meselesini daha önce yayınlanan seri yazılarımızın birinde fıkhî açıdan ele almış ve neticede bu kavramların bir zamanlar ülke statülerini belirlemek için kullanıldığını söylemiştik.

Bir başka ifadeyle özellikle daru’l-harb kavramının İslam ülkesi ile savaş halinde bulunan ülkeler için kullanıldığını, bunun yanı sıra daru’s-sulh, daru’l-ahd, daru’l- eman gibi ilave statülerin de bulunduğunu belirtmiştik.

İslam, kelime manası itibarıyla barış, esenlik demek herkesin bildiği gibi. İslam’ın temel değerlerine baktığımızda ikili münasebetlerden devletler arası ilişkilere kadar her yerde savaşın değil, barışın esas alındığını görürüz.

Onlarca-yüzlerce ayet ve hadis bu hususa özellikle vurgu yapar. Savaş, harb, kıtal devletlerarası anlaşmazlıklarda son çare olarak kabul edilir İslam’da.

Dinî nasslarda barışa bu kadar vurgu yapılmış olmasına rağmen ülke statülerinin belirlenmesinde harb’in ön plana çıkartılması tamamıyla fiilî durumdan dolayıdır.

Yoksa aynı kitaplarımızda fukaha harb dediği kadar sulh, ahd ve eman da diyor. Şunu da diyebilirim, günümüz dahil tarih boyunca daru’l-harb’in daru’s-sulh, ahd ve eman’a nisbetle daha çok bilinir olmasının altında yatan asıl neden işte bu verili durumdur.

Fakat günümüze gelince, mezkur yazılarda ifade etmeye çalıştığım gibi dünkü kavramlarla bugünkü münasebetleri belirlemek, etiketlemek zorunda değiliz.

Kaldı ki bırakın daru’l-harb etiketi yapıştırılan öteki devletleri, bugün dünkü ölçüler içinde daru’l-İslam diye etiketleyebileceğimiz ülke bulmakta dahi zorlanırız.

Onun için dünü dünde bırakıp bugüne taşımadan bugünkü verili duruma göre yeni kavramlar bulmak zorundayız. Bu belirlemede temel kriterler elbette İslam ve barış eksenindeki dinin ruhuna uygun yaklaşımlar ve mevcud hal olacaktır.

‘Dinin ruhu anlaşılıyor da mevcud hal derken kastedilen ne?’ diye bir soru akla gelebilir.

Mevcud hal, adına ister demokrasi, ister çok kültürlülük, ister çoğulculuk, ister özgürlük deyin, son tahlilde birçok ülkede var olan bireylerin din özgürlüğüne sahip olmalarıdır.

Malum din özgürlüğü inanma, inandığı değerleri yaşama, eğitim ve öğretim yoluyla başkalarına anlatma ve hukuki kaideler çerçevesinde kalmak şartıyla örgütlenme unsurlarını içine alır.

Bu zaviyeden istisnalar bir kenara Batı ülkelerini merkeze koyacak olursak, her şeyden önce milyonlarca Müslüman bu ülkelerin vatandaşlarıdır ve Hıristiyan, Yahudi, Budist vb. başka dinlere mensup insanlar kadar inanç, ibadet, eğitim-öğretim ve örgütlenme özgürlüklerine sahiptir.

İkinci olarak bu ülkelerde yaşamlarını sürdüren Müslümanlar dinlerini TV, radyo, web sayfası, sosyal medya vb. her türlü sesli ve görüntülü basın-yayın organları ile hem de ilgili ülkenin diliyle tebliğini yapabilmektedir.

Hatta bu bir hak olarak kanunla korunmuş, muhalif uygulamalar cezaî müeyyidelere konu edilmiştir. Halbuki dünkü dünyada böyle şeyler söz konusu değildi.

Zalim krallar, kendi inandıkları dinlere halklarının da inanmalarını ister ve bu konuda ölüm dahil her türlü cezaî yaptırıma giderlerdi.

Onun içindir ki Efendimiz (sas) krallara gönderdiği mektuplarda hem İslam’a onları davet eder, hem de bu davetin halkları tarafından duyulmasını engellememelerini, iradelerine kemend vurmamalarını aksi halde sorumluluğun onların üzerine olacağını özellikle vurgulardı. Bir manada zulme son çağrısıydı bu mektuplar.

Sonuç itibarıyla; okuyucumuza tam cevap oldu mu bilmiyorum ama artık daru’l-İslam –ki dar, ülke demektir- ve daru’l- harb kavramlarını kullanmak yerine yeni kavramlar üretmek zorundayız.

Burada dikkatten kaçmaması gereken ikinci ve çok daha önemli mesele ülkelerin statülerine göre yapılmış olan içtihadların kullanılmasıdır.

Yazının bütününe sinmiş olan mana ve muhteva kavrandı ise son cümleyi şöyle içtihadların kullanılması yerine içtihadların kullanılmaması diye bitirmek daha doğru olur.

“Uzun sözün kısası; bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Söylem ve eylemlerde değişikliğin olması bu zihniyet değişikliğine bağlı.”

Haftaya bitireceğim nasip olursa…

1 yorum:

  1. Allah'in Kitabina gore "din" kelimesinin kullanimi sizin gundelik lisaninizda kullanageldiginiz "yasa" kelimesinin kullanimini da kapsamaktadir. Buna gore Dar-ul-Islam Allah'in indirdigiyle hukmedilen beldedir diyebiliriz. Yani Muslumanlarin Yasama Haklarini kullandigi belde. Neye gore? Allah'in su emrine gore "De ki! "Senin yasan sana, benim yasam bana!"". Demekki neymis?! Allah insana en temel hak olarak Yasama Hakki tanimis, ona sahip cikmasini emretmis. HerkeseYekYasalcilarsa insanin Yasama Hakkini HerkeseYekYasalarini zulumle dayatarak engellmislerdir. Gerisi Geyik Muhabbeti ;-)

    YanıtlaSil