Aslında
sol üzerine diziye böyle bir yazı eklemeyi düşünmemiştim. Ancak Ahmet
İnsel'in Radikal'de çıkan 22 Mayıs tarihli yazısı uyarıcı oldu.
Sol
üzerine yazıp çizmiştim, 'yanlışı gören, doğruyu bilen' solcu kimlik
üzerinde durmuştum, bu kimliğin içselleşmiş bir pozitivizm ve
evrimciliğin ürünü olarak nasıl 'aydın' hale geldiğine işaret etmiştim
ama bütün bunlar fazlasıyla teorik kalabilirdi.
Oysa İnsel bu yazısıyla
bizlere somut bir örnek sunmakta...
Hükümetin hâkimiyetini ima eden birçok cümle sıraladıktan sonra esas olarak daha nasıl bir gelişme olursa 'AKP devlete hâkim' yargısına varılacağını soruyor.
Ayrıca böyle bir noktanın artık parti-devlet bütünleşmesi olarak adlandırılması gerektiğini, yani o noktada olayın 'hâkim olma' sınırını da aşacağını söylüyor.
Doğal olarak AKP hükümeti de daha önceki hükümetler kadar devlete hâkim olmak istemekte. Hatta İslamî niteliği ve uzun yıllar ideolojik olarak gayrimeşru sayılması dikkate alınırsa, bu ihtiyacın çok daha derinden duyulacağını kavramak mümkün.
Nitekim 2007 yılında muhtıra görmüş, sonrasında kapatılma senaryoları ile karşılaşmış bir partiden söz ediyoruz. Ayrıca ortada güvenlik bürokrasisinin niteliğini epeyce açığa çıkaran Uludere ve MİT krizi gibi olaylar var.
Görünen o ki bütün çabasına ve böbürlenmesine karşın AKP devlete hâkim olmakta hâlâ zorlanmakta. Örneğin bugün ekonomik performansta bir bozulma gerçekleşirse hükümetin 'hâkim' olduğu sanılan o devletin nasıl davranacağını tahmin etmek pek zor değil.
Teslim etmek gerek ki yüzeysel bakanlar için, Başbakan'ın bu konudaki aşırı ancak temeli zayıf beyanları epeyce aldatıcı oluyor. Başbakan bir yandan bu bürokrasi ile çalışmak zorunda ve PKK şiddeti devam ettiği sürece de o bürokrasiye mahkûm.
Güvenlikçi olmayan bir yola girdiğinde ise hem devlet-PKK ilişkisinin bu stratejiyi baltalayacağını, hem de anayasa referandumu için gereksindiği milliyetçi oyları kaybedeceğini hesaplıyor.
Diğer yandan da hükümet bürokrasi ile 'anlaştığını' göstererek İslamî kesimdeki derin 'kabullenilme' ihtiyacına yanıt vermenin peşinde, çünkü o kesim için 'başarı' devletle barışmaktan geçiyor.
İnsel bu tür analizlerin peşinde değil... Uludere veya MİT olayı hakkında defalarca yazmış olması bir önem arz etmiyor.
Şimdi AKP eleştirisi zamanı ve bu eleştiriyi yıpratabilecek olgulardan uzak durmakta fayda var... İnsel'in durum tespiti ise doğrusu insanı gülümseten cinsten: "Kendi kadrolarını devlet içine büyük ölçüde yerleştirmiş...
MİT'e, MGK'ya, polise ve yargıya hâkim" bir AKP. Hükümetin bu yönde büyük bir gayret göstermekte olduğu, sendikaları ve medyayı kendi çeperine doğru çektiği, tabii ki istediği yasaları kolaylıkla geçirip diğerlerini savsakladığı doğrudur.
Karşımızda gerçekten güçlü bir hükümet var. Ama bu hükümetin devlete hâkim olduğu tezi gerçekleşmiş bir durumdan ziyade bir olasılık ve ancak bir tür melezleşme ile birlikte hayata geçebilecek bir olasılık.
Yani AKP'nin devlete gerçekten hâkim olması ancak AKP'nin de devlete 'yanaşması' ile mümkün. Bu durum İnsel'in dediği gibi bir parti-devlet bütünleşmesi olacak, ancak o parti bugünkü AKP olmaktan çıkacaktır.
Şimdi gelelim solcu aydın meselesine...
Acaba İnsel, yetenekleri rahatlıkla elvermesine rağmen, niçin daha nüanslı bir değerlendirme yapmaktansa 'AKP devlete hâkim' mesajını seslendirmek istemektedir? Solun anlam dünyası bu mesaja ihtiyaç duyulduğunu düşündürtüyor.
Çünkü bu değerlendirme AKP içindeki ve onun çevresi ile olan ilişkilerindeki karmaşıklığı bir hamlede yok ederek, AKP'yi 'saflaştırıyor'. Böylece hükümetin kategorik olarak sorumlu ve 'yanlış' olduğunu ileri sürme fırsatı veriyor. Enerjimizi nereye hasretmemiz, siyasetin hedefinin ne olması gerektiği de bu şekilde ortaya çıkıyor.
Solcu aydın işte bu değerlendirmeyi yapabilen kişidir. Amacı dışımızdaki olguları anlamak değil, onları operasyonel olarak kendi siyasetine hizmet eder hale getirmektir.
Bu misyon solcu aydını hem cemaat oluşturucu bir nitelikle mücehhez kılar, hem de onu söz konusu cemaatin rehberliğine oturtabilir.
Karmaşık ve çok yönlü gerçekliği basitleştirip anlaşılır bir kıvama getirmek, hele bunu sol teorinin 'bilimsel' makro analizinin içine oturtabilmek herkesin harcı değildir.
Tabii ki asgari bir bilgi, zekâ ve dil yeteneğini ima eder. Ama bu çabanın sonucu olarak ortaya gerçekliği 'anlayan' ve dolayısıyla doğru siyaset üretebilen bir bakış çıkmaz.
Gerçekliği 'kurutan' ve kuramsallaştırarak hayattan kopartan, yani ideolojik bir 'gerçeği' yaşananın yerine ikame eden bir yaklaşım ürer.
Sonuç şaşırtıcı olmayan bir biçimde, toplumla bağ kuramayan, giderek içine kapanan, doğruyu bilmenin verdiği güvenle olması gerekeni söyleyen, buna karşılık apolitik kaldığının farkında olmayan ve marjinalleşmesini ise mağduriyetle açıklayan bir aydın cemaatidir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder