27 Aralık 2012
Türk modernleşmesinin öncü isimlerinden Namık Kemal, “İtikadımca
maârifin faydasından bahsetmek güneş için kaside söylemek gibidir.”
derken, eğitimin cemiyet için zaruretine ve önemine işaret ediyordu.
Bugün
ise, ailelerin çocuklarına iyi bir gelecek adına eğitimi önemli bir
sorun olarak görmeleri ve siyasetçilerin keskin tartışmalarla bu alanda
yeni düzenlemeler getirmeleri eğitime verilen önemi vurgularken, aynı
zamanda halledilemeyen meseleleri de gün yüzüne çıkarmaktadır.Birkaç hafta önce alınan karar gereğince okullarda kıyafet serbestisinin getirilmesi çok geç kalmış ve üzerinde fazla bir şey söylemeyi gerektirmeyen olumlu bir gelişmeydi. Geçen hafta da stajyer öğretmenlere başörtüsü serbestisi getirildi.
Ancak bu düzenlemelerin hem pek çok sınırlama getirmesi, hem de Türkiye’nin ciddî sorun alanlarından biri olan eğitimi şekil alanına hapsetmesi meseleyi daha derinden tahlil etmeyi zorunlu kılmaktadır.
Tartışılan konunun pedagojiyle pek az ilgisi olduğu bir yana, başörtüsü gibi suni bir meseleyi hâlâ çözüme kavuşturmamış olması hem zaaflarından hem de beklentilerden biridir.
Eğitimde bir taraftan cesur adımlar atılırken, diğer taraftan geleceği ipotek altına atan maluliyetler üretilmesi emek, performans ve zaman zayiatından başka bir işe yaramayacaktır.
Tanzimat’tan beri devam eden ve Batı dışı modernleşme örneklerinden biri olan “Türk usulü modernleşmesinin” kendine özgü avantajlarının yanında yine bu özgünlükten kaynaklanan derin sorunlar ürettiği de bir gerçektir.
Eğitimin sürekli ve keskin uçlarda tartışılmaya devam etmesi yıllardan beri birikmiş derin sorunların değişimin dinamiğinin tazyiki altında bulunmasından kaynaklanmaktadır.
Bu sebeple de bazen aceleci, bazen boşvermişlik ve göstermelik tarzda eğitimin teşkilat, personel ve müfredat yapısında değişimlere gidilmektedir.
Öyle ki, bunlardan bazılarının tartışılmasına ve bir kamuoyu oluşturulmasına bile imkân tanın(a)mamaktadır.
Ancak bütün bunlar eğitimin hemen her alanında ciddî reformlara ihtiyacının olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır.
Modernitenin ürettiği merkezî, zorunlu, laik, yoğun ve sanal eğitim sürecinin zorunlu bir gereği olarak ortaya konulan modern kamu eğitiminde tek tip giyim ve üniforma Anglo-Sakson eğitim dünyasında ortaya çıkmış ve sonrasında da bütün Avrupa’ya ve dünyaya yayılmıştır.
Erken Cumhuriyet liderleri ve aydınları bu konuda diğer pek çok devletten daha hevesli davranarak Fransız jakoben laikliğinin ve pozitivist toplumsal mühendisliğinin aşırı talepkârlarından olmuşlardır.
M. Şükrü Hanioğlu’nun ifadesiyle “Türk usulü oryantalizm projesi olan Kemalizm’in hayata geçirilebilmesi için en sağlam araçlardan birinin monist karakterde bir eğitim teşkilatından başka yolu elbette yoktu”.
Bunun için Cumhuriyet’in keskin laikleştirici ve sekülerleştirici inkılaplarından üçü 3 Mart 1924’te kabul edildi. Öğretim birliği adıyla şöhret bulan Tevhid-i Tedrisât gereğince, mevcut bütün okullar bütçe, teşkilât ve personelleriyle birlikte Maarif Vekâleti’ne bağlandı.
Kanunda medreselerin kapatılması zikredilmese de, kanunun kabulünden hemen sonra Bakan Vasıf Çınar’ın ilk icraatı medreselerin kapısına kilit vurmak oldu.
Zira erken Cumhuriyet avantgarde’larına göre, farklı eğitim kurumları (başta medreseler ve tekkeler) “batıl hurafelerin” ve “muzır fikirlerin” kaynağı idi ve bir an önce bunlardan kurtulmak, ‘halkı kurtarmak!’ gerekiyordu.
Meseleye tam da bu zaviyeden bakan, Tevhid-i Tedrisât üzerine yazılan önemli makalelerden birinin müellifi İhsan Sungu, “Tevhid-i Tedrisât ve sonrasında kabul edilen kanunlar ile batıl hurafelerin ve muzır fikirlerin kaynaklarının kurutulduğunu ve bu suretle Türkiye’de asırlardan beri fertlerin ilmî zihniyetle düşünmelerine engel olan amillerin birer birer ortadan kaldırılarak Türkiye’nin manevî havasının temizlendiğine (Belleten, 1938; S.7, s.431)” dikkat çekmiştir.
Kanunla birlikte ihtisasa yönelik eğitim veren bütün eğitim kurumları devlete bağlanırken, devletin denetimi haricindeki bütün eğitim süreçleri de bilfiil yasaklanmıştır.
Burada asıl mesele 19. yüzyıl sonlarında Avrupa entelektüel dünyasının büyük bir yanılgısı olan dinlerin sonunun geldiği ideolojisiydi ve bu ideoloji sorgulanmadan Türkiye’de yeni toplumsal yapının inşasında tatbike konuldu.
Sadece eğitim sürecinde değil, bütün kamu hayatında ‘din’in devre dışı bırakılması, yerine ikame olunabilecek bir başka değerin itina ile yükseltilmesini, Şerif Mardin’in yerinde ifadesi ile “monist bir kültür kuramı”nın yerleştirilmesini zaruri hale getirmiştir.
Elbette bu zaruriyeti en iyi karşılayabilecek araç monist ruhlu bir eğitim dünyasından geçmekteydi.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulünden sonra Mustafa Kemal bir konuşmasında “terbiye ve tedrisatı tevhid etmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden mürekkep bir millet yaratmaya imkân aramanın abesle iştigal” olacağını vurgulamıştı.
Bu ifadeden de açıkça anlaşılacağı üzere, tedrisatın tevhid edilmesi eğitimde teksirin ve çeşitliliğin önlenmesinden ziyade temel eğitim felsefesinin tekçi ve standart form üretme amacını gütmektedir.
Böylece bireyselliğe, özgünlüğe vurgu yapan modern söylem, bütün dehşetiyle farklılığı yok ediyordu.
Aradan belli bir zaman geçtikten sonra, arka planını doğrudan İttihatçı geleneğin inşa ettiği erken Cumhuriyet dönemi jakoben inkılaplarının çoğu çeşitli şekillerde eleştirilirken, toplum hayatını derinden etkileyen ve zihinleri cendereye koyan, aynılaştıran öğretim birliği kanununun tartışılmaması hayli manidardır.
Siyasete ve eğitime hâkim sınıfların özgürleştirici ve bireyselleştirici söylemlerinin ve bu konuda öncü oldukları tezinin tam aksine, çeşitlenmenin bütün yollarını tıkamaları izahı zor bir haletiruhiyedir.
Oysa öğretim birliği kanunu açık biçimde “aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden mürekkep bir millet” inşa etme amacını taşımaktadır.
Eğitimde mahiyete, öze, programa, bireysel kabiliyetlere, ferdiyete, özgünlüğe, özgürlüğe, üretime, dünya bilim arenasına katılım payına ve buralardaki millî temsiliyete, eğitimin gelir dağılımını azaltma rolüne, toplumsal değişimi müspet yönde tetikleme dinamiğine, fırsat ve imkân eşitliğinin sağlanma düzeyine değil de, sürekli olarak şekille ilgilenerek özün ıskalanmasını ve temelde 3 Mart 1924’te amaçlananların ne kadar başarılı bir şekilde icra edildiğini göstermektedir.
Böylece eğitim sistemi modernist ve monist ruhunu hızlı bir şekilde yeniden üretmekte ve gizil bir halde soft power etkisini sürdürmektedir.
Zorunlu eğitim süresinin uzatılması, imam hatiplerin yeniden açılması ve kıyafet serbestisinin getirilmesi yanında Türk milli eğitim sisteminde şimdi asıl yapılması gerekenlerden biri, eğitimin tekçi ve monist felsefesinin ve bunun ete kemiğe büründüğü müfredatın tartışılmasıdır.
Diğeri ise, bu felsefî zihniyetin iliklere kadar işlendiği eğitim fakültelerinin ciddi ve kalıcı bir reorganizyonudur ve kanaatimce bu, meselenin en zor tarafıdır.
*Doç. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim Fakültesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder