Popüler Yayınlar

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Cumhuriyetin muhalif kadın simaları


5 Mayıs 2013
Samiha Ayverdi ile yapılan mülakatların ve anketlerin derlendiği ‘O da Bana Kalsın’, Kubbealtı Yayınları’ndan çıktı.
Yayınlanmış olan röportajlarda; Ayverdi’nin fikriyatı, sanat anlayışı ve devrinin meselelerine olan yaklaşımının izlerini sürüyoruz. 

Kitapta yer bulan anketler ve röportajlar sayesinde, 44 esere imza atmış olan yazarın düşünce dünyasına hızlı bir yolculuk yapıyoruz. 

Son Osmanlı hanımefendilerinden olan Ayverdi, nev’i şahsına münhasır karakteriyle bir kadın muhalif. Devrinin yetiştirdiği birçok aydının durduğu noktanın uzağındaydı. 


Döneminin içtimai ve yönetim politikalarını cesurane bir şekilde her eserinde eleştirdi. 

Cumhuriyet reformlarının en az tenkit edilme lüksünün olduğu yıllarda kaleminin sivriliğinden hiç taviz vermeden, latif üslubuyla kitaplarını şekillendirdi.  

Batıcılığın esas alındığı ve tamamıyla bu yönde politikaların uygulandığı yılların aydını olmasına rağmen, Türkiye için medeniyet tekamülünün şarkla ilişkili olduğunu savundu her fırsatta. 

Bunun ispatı için de Batı ile Doğu medeniyetlerini karşılaştırarak kendi medeniyetimizin köklerinden ayrılmamamız gerektiğinin nedenlerine vurgu yaptı. 

Musikiden mimariye, görsel sanatlardan teolojik karşılaştırmalara kadar bu iki medeniyeti mukayeseli bir şekilde ele aldı.

‘Şarktan vazgeçemem’

 
Samiha Ayverdi ne Yahya Kemal gibi eve sonradan dönenlerden oldu, ne de Tevfik Fikret gibi evine hiç uğramayanlardan. 


Devrindeki birçok aydının hayal kırıklıklarıyla farklı mecralarda fikri ıstıraplarını dindirmeye çalıştıkları bir dönemde şark medeniyetinin hudutlarından ayrılmadı. 

1949’da Feridun Kandemir’e verdiği röportajda yaptığı okumaları dile getirirken medeniyet algısındaki kararlılığı görüyoruz: 

“Yine Mesnevi… Ve Divan-ı Kebir… Ve her şey… Mümkün olduğu kadar dünya edebiyat ve fikir cereyanlarını takip ederim. Amma şarktan vazgeçemem Muhyiddin-i Arabi, Sadi, Hafız Şirazi…”

Verdiği röportajlarda dikkat çeken bir başka husus ise muharrirlerin Ayverdi’yi tasvir ediş şekilleri. Rufai tarikatına intisap etmiş olan yazarın yüksek tevazu sahibi bir hanımefendi oluşu hemen her röportajda not edilmiş ayrıntılardan. 


Kendisiyle röportaj yapan her kişiye katiyetle övülmemesi gerektiğini ifade eden Ayverdi, eserleriyle ilgili sorular sorulduğunda dahi bahsi kısa keserek sancısını çektiği konulara yöneliyor. 

Bugünkü pek çok yazarın aksine gözlerden uzak olmayı ve sadece fikirleriyle, sanatıyla insanlara ulaşmayı gaye edinmiş olan hakiki bir mütefekkir portresi çiziyor: 

“Birisi yanımda yazılarımı beğendiğini söylediği zaman, büyük bir günah işlemiş kadar mahcup olurum. Çünkü, bence hayatta gaye, ne muharrirlik ne sanatkarlık, ne alimlik, ne de kaşifliktir. En büyük hüner, iyi insan olabilmektir. O büyük varlık da sanırım ki bizden bunu istiyor!” 

‘O da Bana Kalsın’da yer alan mülakatlarda yazarın muhalif duruşunu ve devrinde niçin görmezlikten gelindiğini anlamak zor değil. Bu derlemede en belirgin şekilde görülen bir başka bahis ise Türkçe’deki yozlaşmanın medeniyet akidelerine bütünüyle zarar verdiği yönünde. 


Dil reformunu keskin bir şekilde eleştiren yazar, bu sebeple Türkçe’nin hakiki edebi eserler vermekten men edildiği görüşünde. 

Ayverdi, yine aynı şekilde Batı menşeili sanat anlayışının, kendi kültür dünyamızla örtüşemeyeceği ve bunun dayatmasının ancak kimliksizlikle sonuçlanacağını ifade ediyor kendisiyle yapılan mülakatlarda: 

“Bugünkü gayemiz nedir? Batılılaşma zelzelesi, bütün değerlerimizi yerle bir etti. Gidenlerin yeri, ya boş kaldı yahut da sahte değerlerle dolduruldu. Medeniyet değiştirme fikri ve kararı bir ilmi, felsefi, basiret ve kifayetle, çok ince hesaplara dayanarak yapılmadıkça, sonu acı neticeler veren vahim bir cesaretten ibaret kalmaya mahkumdur.”

Maneviyat ve ilim ayrılmaz

 
Ayverdi’nin eserlerinde de defaatle üzerinde durduğu bir diğer nokta ise milli hafsalanın sadece fenni ilimlerle oluşamayacağı yönünde. 


Tasavvuf geleneğinin içerisinde yetişmiş olan Ayverdi, maneviyatın insan ruhundan ve ilim telakkisinden hiçbir zaman ayrılamayacağı görüşündeydi. 

Sırat-ı müstakime açılmayacak olan ilim kapısının kendi medeniyet dünyamızda yeri olmadığını dile getirmiştir sık sık. 

Verdiği mülakatların bütünlüğüne baktığımızda en büyük meselesinin bu minvalde olduğunu görüyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder