BILAL MACIT*
Bugün, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı
Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyicioğlu ve Hava
Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur tarafından imzalanmış muhtıranın 42.
yılı.
Ancak toplum ve parlamento gerçekten bu süreçlere sessiz mi kaldı? Yoksa bilinçli bir şekilde, toplumu pasifize etmek ve bu müdahaleleri meşrulaştırmak adına karşı tepkiler unutturuldu mu?
Tam 42 sene önce Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının imzaladığı muhtıra görevli 3 subay tarafından önce TRT radyolarına götürüldü.
13.00 ajansında okunan metin oldukça net bir şekilde ‘gerekenin yapılması’ uyarısını yapıyordu: “Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetlerinin... partilerüstü bir anlayışla, Meclislerinizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılâp kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zarurî görülmektedir.
Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde Türk Silâhlı Kuvvetleri, kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.”
Muhtıranın okunuşundan kısa bir süre sonra da Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. Ancak muhtıra yalnızca hükümete değil Cumhurbaşkanlığı, Senato ve Millet Meclisi’ne de iletilmeliydi. Muhtıranın radyoda duyurulmasının hemen ardından okunması için Çankaya’ya ve Meclis’e ulaştırıldı.
Aynı gün 15.05’te açılan Meclis Başkanlık Divanı’nda Adalet Partili Meclis Başkan Vekili Fikret Turhangil vardır. Sunuşların nasıl olacağına Başkan ve Başkanlık Divanı üyeleri karar verir ve muhtıranın sunuşu da oldukça süslü ve baştan muhtırayı kabul eden, Meclis’i suçlu bulan tondadır.
Muhtıra “Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ile kuvvet kumandanlarının; Parlamento ve hükümetin tutumunu eleştiren, demokratik düzen içinde Anayasa’nın kapsadığı tedbirlerin süratle alınmasını öngören, bu yapılmadığı takdirde Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin idareyi doğrudan doğruya ele almaya kararlı olduğunu belirten yazısı’’ şeklinde sunulur.
O ana kadar her şey sorunsuz, su gibi akıp gitmiştir; muhtıra radyodan okunmuş, hükümet istifa etmiş, Meclis Genel Kurulu’na metin gönderilmiş ve Meclis başkan vekili muhtırayı okutmak üzeredir.
Ancak tam bu sırada Ferruh Bozbeyli liderliğinde Adalet Partisi’nden ayrılıp kurulan Demokratik Parti’nin grup başkan vekili ve Parlamento’nun en genç milletvekili Denizli Milletvekili Hasan Korkmazcan ayağa kalkar ve yüksek sesle itiraz eder: “Sayın Başkan, Meclis böyle bir yazıya muhatap değil efendim.”
Ancak Meclis başkan vekili, Genel Kurul’da okunmasında bir sakınca görmemekte ve okutmakta ısrarlıdır: “Bunun muhatabı Meclis Reisliği değil Parlamento’nun kendisi bulunduğu cihetle arzda hiçbir sakınca mütalâa etmiyorum; bu bakımdan mazur görünüz.” Hasan Korkmazcan tekrar ısrar eder: “Bizim de malumatımız var efendim.” Muhtıra okutulup zapta geçirilir.
Ancak itiraz, muhtıra okutulduktan sonra da devam eder. Dönemin Adalet Partili Sivas Milletvekili Kadri Eroğan ayağa kalkar ve eğer muhtıraya cevap verilmez ise Parlamento’nun yok hükmünde sayılacağını, dolayısıyla milletvekilleri olarak bu duruma itiraz edilmesi gerektiğini söyler: “Sayın Başkan, bunu Yüce Parlâmento’ya arz ettiğinize göre, ya zatı âliniz nokta-i nazarınızı, yahut muhterem hükümet nokta-i nazarını veyahut da parlâmento üyeleri kendi görüşlerini ifade etmelidir.
Yoksa, şu andan itibaren mânevî bir eza altında Parlâmento yoktur. Zat-ı âlinizden söz rica ediyorum.” Meclis başkanı, içtüzüğü bahane ederek kimseye konuyla ilgili söz veremeyeceğini iddia eder ve Mehmet Ali Aybar’ın hükümet hakkında bir gensoru açılmasına dair verdiği önergeyi okutur.
Bu sırada Kadri Eroğan, kibarlığını bozmadan yüksek sesle ısrar eder: “Muhterem Başkan, istirham ediyorum, bundan daha hayati bir mesele Türkiye’de yoktur. Çok rica ediyorum...” Daha sonra Meclis, İstiklal Marşı’nın kabulünün 50. yılı dolayısıyla tüm partilerin katıldığı ve söz aldığı, Milli Eğitim Bakanı’nın kürsüden İstiklal Marşı’nı okuduğu gündem ile devam eder.
İki milletvekilinin itirazları yetersiz kalmış ve muhtıra Meclis’te okutulmuştu. Radyo, Meclis derken sıra Senato’dadır. Saat dörtte Senato, Tekin Arıburun başkanlığında açılır.
Adalet Partisi’nden senatör seçilen Tekin Arıburun, 27 Mayıs darbesi sırasında Hava Kuvvetleri Komutanıdır ve darbeye katılmadığı gerekçesiyle re’sen emekli edilen bir isimdir. Cumhuriyet Senatosu’nda ise muhtıraya Senato Başkanı’nın sert tepkisi kendisini sunuşlarda da gösterir.
Muhtıra, “Millî Güvenlik Kurulu üyeleri Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Senatosu başkanı ve Millet Meclisi başkanına verdikleri muhtıra” şeklinde sunulur ve ikinci gündem maddesi “Başkan’ın Genelkurmay başkanı ve kuvvetler komutanlarının muhtırada ileri sürdükleri ithamlara Parlamento’nun ve bilhassa Cumhuriyet Senatosu’nun muhatap olamayacağına dair sunuşu”dur.
Muhtıra okutulduktan hemen sonra Senato Başkanı ikinci gündem maddesine geçer ve muhtıraya cevap verir: “Muhtırada tutum, görüş ve icraatı ile Parlâmento’nun, yani dolayısıyla Yüce Cumhuriyet Senatosu’nun da, yurtiçinde anarşiye ve kardeş kavgasına sebebiyet vermiş olduğu ve kamu ümidini yitirmiş olduğu ithamı atfedilmektedir.
Yüce Cumhuriyet Senatosu’nun tutum ve icraatı, Anayasa’ya uygun olarak hazırlanmış bulunan Senato İçtüzüğümüz ahkâmına göre yürütülmektedir... Parlâmentomuzda ve bilhassa Yüce Senatomuzda, başka rejim ve birliklere benzer bir usul ile sevk ve idare edilemeyeceği de açık bulunmaktadır...Yüce Senatomuzun işbu ithamlarla bir ilgisi olmadığının kesin inancını arz eder ve Yüce Senatomuzun sayın üyelerini saygı ile selâmlarım.”
Adalet Partisi sıralarından başkanın konuşması ile beraber bravo sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar gelmektedir. Ancak CHP sıraları bu konuşmaya oldukça tepkilidir. CHP senatörü Ekrem Özden, “İç tüzüğü çiğnemediniz mi?” diye bağırır. Sırrı Atalay, başkanın herkes adına konuşamayacağını söyler.
Nejat Sarlıcalı, Başkan Arıburun’un muhtıraya karşı konuşması sonrası artık Senato’yu temsil edemeyeceğini iddia eder. Saffet Ural, “Sizin gibiler ve sizin gibilerinin davranışları yüzünden bu Senato’ya verilmiştir.” diyerek başkanın istifasını ister.
Tüm bu kargaşa içerisinde Bakanlar Kurulu’nun istifa ettiğinin ve istifanın kabul edildiğini belirten Cumhurbaşkanlığı tezkeresi okunur ve oturum kapanır.
Muhtıra sonrası ‘ahlaksız politikacıları sille tokat kovalamak lazım’ diyen gazeteciler, ‘Silahlı Kuvvetler demokrasiyi kurtarma çabası içinde’ manşeti atan, ‘kendi düşen ağlamaz’ ile haberini bitiren gazeteler, parlamenter sistemi ‘cici demokrasi’ gören devrimci dergilerin ‘Ordu Antikemalist Gidişe Artık Dur Dedi’ manşetleri, devrimci gençlik örgütlerinin destek açıklamaları ise başka bir yazının konusu.
Bundan 42 yıl önce bir kâğıt hükümetin istifası ile sonuçlandı. Ancak 2007 senesinde ise aynı tarzda bir metin AK Parti hükümetinin dik duruşu ve iradesi sayesinde bir kâğıt olarak kaldı.
Vesayet odaklarına ve siyaset dışı müdahalelere karşı duran irade sayesinde ve toplumun evet oyuyla 12 Eylül referandumu neticesinde tarihimizdeki bu tip müdahalelerle ve vesayetlerle yüzleşmemizin önü açıldı.
Tarih vesayet odaklarını destekleyenleri de, ‘durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak’ diyen, halkın iradesini üstün tutan seçilmişleri de unutmayacaktır. Bir demokrasi tarihi oluşturma kaygısı ve sorumluluğuyla bu isimleri de en az darbeciler kadar tarihimizde bilinir kılmak ve onları hatırlatmak olmalıdır.
*AK Parti İstanbul Milletvekili
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder