“Üstlerindeki göğe bakmadılar mı onu nasıl yaptık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur.” (Kaf, 6)
Tarihin
ilk çağlarından beri insanoğlu gökyüzünün muhteşem güzelliğine karşı
derin bir ilgi duymuş ve onu araştırmaya koyulmuştur. Eski Mısır'ın
bilginleriyle başlayan feza araştırmaları, günümüzde fevkalâde boyutlara
ulaşmış ve gelişmeler son hızıyla devam etmektedir.
Gerçek akıl
sahipleri semanın ışıldayarak tebessüm eden yüzüne ibretle baktıkları
zaman, onda fevkalâde sükûnet içinde bir sükut görüyor ve eşyanın Mutlak
Kudretlin emriyle o vaziyeti aldığını anlıyorlar.
Evet başıboş
hareket etmeyen bu sanat harikaları, günümüzün insanını daha da çok
meşgul etmekte ve o muhteşem sayfalarını incelemeye teşvik etmektedir.
Kendilerini her geçen gün yeni bir keşif ile karşı karşıya bulan bilim
adamları, açılan yeni perdelere rağmen niçin ve nasıllar okyanusunda
çırpınıp durmaktadırlar.
Bugün, bilim adamları, için kâinatta
açıklanması en güç hâdiselerden birisi “kara-delik”lerdir. Fizikçiler
açısından o ilk yaratılışın hayallerde canlandırılması müşkillerin en
müşkilidir. Bütün maddenin, enerjinin, boyutların ve zamanın ilk noktada
ansızın. “kün fe yekün” emriyle yokluk aleminden varlığa gelmesi...
Bilim,
Big Bang'ı tarif ederken şöyle der: “İlk anda bütün madde ve güçlerin
birbirinden hiçbir farkı yoktu, yani herşey bir ‘tek’ halindeydi. Kâinat
genişledikçe soğudu ve madde bölünerek birbirinden ayrıldı.
Saniyenin
milyarda biri gibi kısacık bir zaman biriminde henüz bir parça halinde
olan kâinat, maddenin temel yapı taşlan olan Kuark ve Leptonların bir
daha birleşmemek üzere ayrılmasıyla şekil almaya başlamıştı.”
Burada
dikkat edilecek çok mühim bir husus vardır.. Astrofizikçiler kâinatın
bu ilk anlarını ilmî bakımdan açıklayan Big Bang modelinde kendilerine
bir sınır belirlemişlerdir. Bu sınıra ‘Planck Sınırı’ denilir.
Planck
sınırı ilk yaratılıştan 10-43 saniye sonra başlar. Yani bu zaman
biriminden öncesi bilim açısından meçhuldür. Meşhur İngiliz fizikçisi
Stephen Hawking, “Planck sınırında fizik biter ve devreye din girer”
demekte ve eklemektedir:
“Böyle bir kâinatın sebepler dairesinde vücuda
gelmesi söz konusu değildir. Bence her ne zaman kâinatın var oluşu bahis
mevzu olsa, burada muhakkak dinî işaretlere değinmek gerekir. Fakat
birçok bilim adamı değişik sebeplerden dolayı işin dinî yönüne yanaşmak
istemiyorlar” demektedir.
Hawking, Brandon, Carter ve arkadaşları
kâinatta çok hassas bir dengenin varlığını keşfetmişlerdi. Bu dengeyi
şöyle tarif ediyorlardı. Meselâ, atom çekirdeğini bir arada tutan
nükleer güç şu andakinden biraz daha zayıf olsaydı, kâinatta hidrojenden
başka hiçbir elementin varlığı söz konusu olmazdı.
Diğer taraftan bu
güç, elektromanyetik güce nazaran şimdikinden biraz daha güçlü olsaydı,
kâinatta çekirdeği çift protonlu (diproton) atomlar hakim olurdu. Yani
bu durumda ise hidrojenin varlığı düşünülemezdi, zaten böyle bir kâinat
olmazdı.
Diğer yönden nükleer güçten 1038 defa daha zayıf olan
çekim gücü (gravity) biraz daha güçlü olsaydı (meselâ 1025 defa daha
zayıf), bu kez kâinat bugünkünden çok daha küçük olacaktı. Meselâ normal
bir yıldızın kütlesi bizim bugünkü güneşimizden 1012 defa daha küçük
olur ve ömrü de bir sene kadar olurdu.
Tabii bu şartlarda da biyolojik
hayatın varlığı imkansız olacaktı. Bunun tam tersine eğer çekim gücü
daha zayıf olsaydı, galaksilerin ve sistemlerin oluşması mümkün
olmayacak ve ortaya boş, soğuk ve ölü bir kâinat tablosu çıkacaktı.
Kur'ân-ı
Mübin'de: “İnkar edenler görmediler (bilmediler) mi ki, önceleri
göklerle yer bir (beraber, kapalı) idi. Biz onları birbirinden ayırdık.
(onları açtık)” (Enbiya, 30) denilmektedir.
Kâinatımız, Kur'an-ı
Mübin'in ve ondan yüzyıllar sonra bütün astrofizikçilerin dedikleri gibi
sürekli olarak genişlemektedir. Genişleme belirli bir ölçü içerisinde
gerçekleşmektedir. Bu ölçü çok hassastır. Çünkü bütün galaksiler ve
sistemler bu ölçü sayesinde oluşmuştur.
Ayrıca genişleme öyle bir hassas
noktadadır ki, kâinat çekim gücünün galip gelmesiyle geriye kapanmaya
başlayıp koca bir karadelik haline gelebilir. Diğer yönden genişleme
hızı çekim gücüne galip gelebilir ve kâinat sürekli genişleyerek soğuk
bir ölüme doğru yol alır.
Bugün bilim, bunlardan hangisinin
olabileceğini hesaplamaktan acizdir. Fakat gerçek şudur ki, her iki
akıbet de kâinat için bir kıyamettir.
Diğer Önemli bir mesele de
‘entropi’dir. Termodinamiğin ikinci kanununa göre entropi sürekli olarak
artmaktadır ve böylece denge bozulmaktadır. Kâinatın ölüme doğru yol
aldığına dair deliller çoktur.
Meselâ, makineler paslanır, yıldızlar
yaşlanır ve ölürler, elektronik eşyalar zamanla bozulurlar, insanlar
yaşlanır ve binalar zamanla çürür ve çökerler. Yani başlangıcı olan
herşey fânidir ve mutlaka bir sonu vardır.
İşte bilim açısından işin
kilit noktası şudur: Kâinatı mükemmel şekilde çalışan bir saat olarak
farz edersek bu dev saat yavaş yavaş durma noktasına doğru gitmektedir.
Peki
bu saat entropiye rağmen ilk başta nasıl kuruldu? Meseleye biraz daha
açıklık getirmek için soruyu şu şekle getirebiliriz. Kâinat,
termodinamiğin ikinci kanununa rağmen big bang gibi bir kaos durumundan
günümüzdeki mükemmel, dengeli ve intizam içindeki durumuna (kosmos)
nasıl geldi?
Termodinamiğin tersine işlemesi mümkün müdür? Burada
bir benzetme yapacak olursak; bir saatin bütün küçük parçalarını
kutunun içine atalım ve daha . sonra bu kutuyu sallayalım. Kutuyu tekrar
açtığımızda bütün parçalar birleşmiş ve saat çalışır bir şekil almış!
...
Teksas Üniversitesi fizikçilerinden John Wheeler, kâinatın
hayat açısından mükemmel bir nizam içerisinde olduğunu söylemektedir.
Wheeler'e göre de insanoğlu kâinatın ve bütün yaratılışın pırlantasıdır
ve kâinatın mükemmelliği insanın varlığına bağlıdır.
Evet
muhteşem bir sanat eseri olan şu büyük kâinat kitabının, elbette
okuyuculara ihtiyacı vardır. Fakat bu okuyucuların akıl sahibi olmaları
gerekir.. Çünkü bütün eşya, o küçücük kuark ve leptonlardan ta dev
galaksilere ve quasarlara kadar bütün azametiyle Sanatkârı'na yöneliyor,
akıl sahiplerini imana ve tevhide davet ediyor.
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/kainat-kitabi.html internet sayfasından alınmıştır.
HER ARAYANA HİKMET NASİP OLMAZMIŞ, ANCAK HİKMETE ERENLER DE ONU ARAYANLARMIŞ. HİKMETİ ARAYIŞTA KAİNAT KİTABINI OKUMALI, OLMUYORSA "OKUYABİLENİ OKUMA" İLE MESAFE ALINMALI. GÜZELİ FARKETMENİN ÖLÇÜSÜDÜR, BAŞKALARI İLE PAYLAŞMA İSTEĞİ. GÜZEL BULDUĞUM OKUMALARI PAYLAŞIYORUM...
Popüler Yayınlar
-
konsept Konsept dilimize Fransızcadan geçmiş bir kelimedir. Anlamı kavram demektir . Konseptualizm ise kavramcılık demektir 1 ...
-
1. Kavram ve terimin tanımı: Kavram, bir nesnenin zihindeki tasarımıdır. Terim ise, kavramın dille ifade edilmesidir. Kavramı hayal...
Ne var ki Allah'in Kitabina gore "akl'i sahip olunur bir nesne" sanmak anlamsizdir. "akledilir" ya da "akledilmez". "Kâinat kitabı" diye de bir nesne vardir demek de Kur'an'a gore anlamsizdir. Kitap Kur'andir, onun ogrettigi kelimelerle Allah'in yaratiklarinin gercegi(hakki) anlasilip aciklanabilir. Bu Kainati Kitap sanmak Spinoza uydurmasidir. Cunku Descartes'den gelen bir pozitivist saplantisi vardir : Descartes der ki "Biz Allah'in vahyedilmis ayetlerini anliyamayiz, bunlari anlasa, anlasa Resuller, Veliler anlar". Evet Azizim Descartes siz bu pozitivist anlam kavramiyla Allah'in kelamini anliyamazsiniz, ama artik size kotu bir haberim var, mezarinizda sizi fir dondurecek kotu bir haber : Pozitivistler bu anlam kavramlarini terkettiler, artik onunla basbasa Kavramsal Cokuse dogru hizla ilerlemektesiniz, tum edebiyatiniz, biliminiz, neyiniz var, neyiniz yok duruluyor - farkinda degilsiniz. Allah'in kelamindan baska ex-pozitivist anlam kavramina dayali ne uyduruk kelaminiz varsa hepsi gume dogru gidiyor. Kala, kala ortalikta anlamadiginiz Allah'in kelami kalacak - siz de oole bakakalacaksiniz.
YanıtlaSil