Popüler Yayınlar

18 Mart 2013 Pazartesi

KAİNAT KİTABI

“Üstlerindeki göğe bakmadılar mı onu nasıl yaptık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur.” (Kaf, 6)

Tarihin ilk çağlarından beri insanoğlu gökyüzünün muhteşem güzelliğine karşı derin bir ilgi duymuş ve onu araştırmaya koyulmuştur. Eski Mısır'ın bilginleriyle başlayan feza araştırmaları, günümüzde fevkalâde boyutlara ulaşmış ve gelişmeler son hızıyla devam etmektedir.

Gerçek akıl sahipleri semanın ışıldayarak tebessüm eden yüzüne ibretle baktıkları zaman, onda fevkalâde sükûnet içinde bir sükut görüyor ve eşyanın Mutlak Kudretlin emriyle o vaziyeti aldığını anlıyorlar.

Evet başıboş hareket etmeyen bu sanat harikaları, günümüzün insanını daha da çok meşgul etmekte ve o muhteşem sayfalarını incelemeye teşvik etmektedir. Kendilerini her geçen gün yeni bir keşif ile karşı karşıya bulan bilim adamları, açılan yeni perdelere rağmen niçin ve nasıllar okyanusunda çırpınıp durmaktadırlar.

Bugün, bilim adamları, için kâinatta açıklanması en güç hâdiselerden birisi “kara-delik”lerdir. Fizikçiler açısından o ilk yaratılışın hayallerde canlandırılması müşkillerin en müşkilidir. Bütün maddenin, enerjinin, boyutların ve zamanın ilk noktada ansızın. “kün fe yekün” emriyle yokluk aleminden varlığa gelmesi...

Bilim, Big Bang'ı tarif ederken şöyle der: “İlk anda bütün madde ve güçlerin birbirinden hiçbir farkı yoktu, yani herşey bir ‘tek’ halindeydi. Kâinat genişledikçe soğudu ve madde bölünerek birbirinden ayrıldı.

Saniyenin milyarda biri gibi kısacık bir zaman biriminde henüz bir parça halinde olan kâinat, maddenin temel yapı taşlan olan Kuark ve Leptonların bir daha birleşmemek üzere ayrılmasıyla şekil almaya başlamıştı.”

Burada dikkat edilecek çok mühim bir husus vardır.. Astrofizikçiler kâinatın bu ilk anlarını ilmî bakımdan açıklayan Big Bang modelinde kendilerine bir sınır belirlemişlerdir. Bu sınıra ‘Planck Sınırı’ denilir.

Planck sınırı ilk yaratılıştan 10-43 saniye sonra başlar. Yani bu zaman biriminden öncesi bilim açısından meçhuldür. Meşhur İngiliz fizikçisi Stephen Hawking, “Planck sınırında fizik biter ve devreye din girer” demekte ve eklemektedir:

Böyle bir kâinatın sebepler dairesinde vücuda gelmesi söz konusu değildir. Bence her ne zaman kâinatın var oluşu bahis mevzu olsa, burada muhakkak dinî işaretlere değinmek gerekir. Fakat birçok bilim adamı değişik sebeplerden dolayı işin dinî yönüne yanaşmak istemiyorlar” demektedir.

Hawking, Brandon, Carter ve arkadaşları kâinatta çok hassas bir dengenin varlığını keşfetmişlerdi. Bu dengeyi şöyle tarif ediyorlardı. Meselâ, atom çekirdeğini bir arada tutan nükleer güç şu andakinden biraz daha zayıf olsaydı, kâinatta hidrojenden başka hiçbir elementin varlığı söz konusu olmazdı.

Diğer taraftan bu güç, elektromanyetik güce nazaran şimdikinden biraz daha güçlü olsaydı, kâinatta çekirdeği çift protonlu (diproton) atomlar hakim olurdu. Yani bu durumda ise hidrojenin varlığı düşünülemezdi, zaten böyle bir kâinat olmazdı.

Diğer yönden nükleer güçten 1038 defa daha zayıf olan çekim gücü (gravity) biraz daha güçlü olsaydı (meselâ 1025 defa daha zayıf), bu kez kâinat bugünkünden çok daha küçük olacaktı. Meselâ normal bir yıldızın kütlesi bizim bugünkü güneşimizden 1012 defa daha küçük olur ve ömrü de bir sene kadar olurdu.

Tabii bu şartlarda da biyolojik hayatın varlığı imkansız olacaktı. Bunun tam tersine eğer çekim gücü daha zayıf olsaydı, galaksilerin ve sistemlerin oluşması mümkün olmayacak ve ortaya boş, soğuk ve ölü bir kâinat tablosu çıkacaktı.

Kur'ân-ı Mübin'de: “İnkar edenler görmediler (bilmediler) mi ki, önceleri göklerle yer bir (beraber, kapalı) idi. Biz onları birbirinden ayırdık. (onları açtık)” (Enbiya, 30) denilmektedir.

Kâinatımız, Kur'an-ı Mübin'in ve ondan yüzyıllar sonra bütün astrofizikçilerin dedikleri gibi sürekli olarak genişlemektedir. Genişleme belirli bir ölçü içerisinde gerçekleşmektedir. Bu ölçü çok hassastır. Çünkü bütün galaksiler ve sistemler bu ölçü sayesinde oluşmuştur.

Ayrıca genişleme öyle bir hassas noktadadır ki, kâinat çekim gücünün galip gelmesiyle geriye kapanmaya başlayıp koca bir karadelik haline gelebilir. Diğer yönden genişleme hızı çekim gücüne galip gelebilir ve kâinat sürekli genişleyerek soğuk bir ölüme doğru yol alır.

Bugün bilim, bunlardan hangisinin olabileceğini hesaplamaktan acizdir. Fakat gerçek şudur ki, her iki akıbet de kâinat için bir kıyamettir.

Diğer Önemli bir mesele de ‘entropi’dir. Termodinamiğin ikinci kanununa göre entropi sürekli olarak artmaktadır ve böylece denge bozulmaktadır. Kâinatın ölüme doğru yol aldığına dair deliller çoktur.

Meselâ, makineler paslanır, yıldızlar yaşlanır ve ölürler, elektronik eşyalar zamanla bozulurlar, insanlar yaşlanır ve binalar zamanla çürür ve çökerler. Yani başlangıcı olan herşey fânidir ve mutlaka bir sonu vardır.

İşte bilim açısından işin kilit noktası şudur: Kâinatı mükemmel şekilde çalışan bir saat olarak farz edersek bu dev saat yavaş yavaş durma noktasına doğru gitmektedir.

Peki bu saat entropiye rağmen ilk başta nasıl kuruldu? Meseleye biraz daha açıklık getirmek için soruyu şu şekle getirebiliriz. Kâinat, termodinamiğin ikinci kanununa rağmen big bang gibi bir kaos durumundan günümüzdeki mükemmel, dengeli ve intizam içindeki durumuna (kosmos) nasıl geldi?

Termodinamiğin tersine işlemesi mümkün müdür? Burada bir benzetme yapacak olursak; bir saatin bütün küçük parçalarını kutunun içine atalım ve daha . sonra bu kutuyu sallayalım. Kutuyu tekrar açtığımızda bütün parçalar birleşmiş ve saat çalışır bir şekil almış! ...

Teksas Üniversitesi fizikçilerinden John Wheeler, kâinatın hayat açısından mükemmel bir nizam içerisinde olduğunu söylemektedir. Wheeler'e göre de insanoğlu kâinatın ve bütün yaratılışın pırlantasıdır ve kâinatın mükemmelliği insanın varlığına bağlıdır.

Evet muhteşem bir sanat eseri olan şu büyük kâinat kitabının, elbette okuyuculara ihtiyacı vardır. Fakat bu okuyucuların akıl sahibi olmaları gerekir.. Çünkü bütün eşya, o küçücük kuark ve leptonlardan ta dev galaksilere ve quasarlara kadar bütün azametiyle Sanatkârı'na yöneliyor, akıl sahiplerini imana ve tevhide davet ediyor.

http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/kainat-kitabi.html    internet sayfasından alınmıştır.

1 yorum:

  1. Ne var ki Allah'in Kitabina gore "akl'i sahip olunur bir nesne" sanmak anlamsizdir. "akledilir" ya da "akledilmez". "Kâinat kitabı" diye de bir nesne vardir demek de Kur'an'a gore anlamsizdir. Kitap Kur'andir, onun ogrettigi kelimelerle Allah'in yaratiklarinin gercegi(hakki) anlasilip aciklanabilir. Bu Kainati Kitap sanmak Spinoza uydurmasidir. Cunku Descartes'den gelen bir pozitivist saplantisi vardir : Descartes der ki "Biz Allah'in vahyedilmis ayetlerini anliyamayiz, bunlari anlasa, anlasa Resuller, Veliler anlar". Evet Azizim Descartes siz bu pozitivist anlam kavramiyla Allah'in kelamini anliyamazsiniz, ama artik size kotu bir haberim var, mezarinizda sizi fir dondurecek kotu bir haber : Pozitivistler bu anlam kavramlarini terkettiler, artik onunla basbasa Kavramsal Cokuse dogru hizla ilerlemektesiniz, tum edebiyatiniz, biliminiz, neyiniz var, neyiniz yok duruluyor - farkinda degilsiniz. Allah'in kelamindan baska ex-pozitivist anlam kavramina dayali ne uyduruk kelaminiz varsa hepsi gume dogru gidiyor. Kala, kala ortalikta anlamadiginiz Allah'in kelami kalacak - siz de oole bakakalacaksiniz.

    YanıtlaSil