Popüler Yayınlar

31 Mart 2013 Pazar

ROMAN OKUMAYANLAR

Selim İleri
Karalama Defteri’nin bendeki basımı ikinci basım; Nurullah Ataç’ın eseri. İkinci basımı yayımlayan Hür Yayınları bugün yok. Karalama Defteri ilk kez 1952’de yayımlanmış.

Yazıların ilkinde, Ataç, “Kişileri roman okumayı sevenlerle roman okumayı sevmeyenler diye ikiye ayırabiliriz” diyor. Demek ki 1950’li yılların başında roman okumayı sevenler sözkonusu. Bugün de sözkonusu ama, yetmiş altı milyona varan nüfusuyla Türkiye’de kaç kişi ‘gerçekten’ roman okuyor, okuyabiliyor?

Dahası, Ataç’ın ikiye ayırdığı kişilere, bugün bir üçüncü öbek eklemek gerekir: Hiç roman okumayanlar. Ekinsel ve maddî olanakları el vermediğinden roman okuyamayanları ise bambaşka bir öbekte değerlendirmek zorundayız.

Gelgelelim, olanakları el vermesine karşın roman okumayan, hayatında bir kez olsun roman okumamış o kadar çok kişi var ki! Romanı satış fırsatı sayıyoruz ama, işin bu yönünü düşünmüyoruz.

Bir şiir, bir öykü okumamış o kadar çok kişi var ki! Denemenin, oyunun yanından geçmemiş… Hele tiyatro yapıtı!

Ataç roman okumayanlardan hoşlanmadığını söylüyor: “Kendilerinden çıkamaz, kendilerini başka kimsenin yerine koyamazlar. Bir tek yaşayışları vardır, ömürlerine bin bir kişinin yaşayışını sıkıştıramazlar.”

Roman, hayatı kavramak açısından edebî verimlerin belki de en geniş yelpazelisi. Doğrusu, romansız yaşamayı düşünemem. Gerçi son yıllarda anı kitaplarına düşkünlüğüm arttı, tarih de gönlümü çeliyor. Yine de başı çeken roman.

Ataç roman okuma, romanı sevme konusunu deşerken, roman sanatının duygular çözümleyicisi, duygular aşılayıcısı olduğunu ileri sürüyor. Özellikle acıma duygusu üzerinde duruyor. Roman okumayı sevmeyenlerin acıma duygusunu bir türlü yeterince hissedemeyeceklerini vurguluyor.

Şöyle yazmış:

“Acıdıkları olur ama, acımak da iki türlüdür. Biri üstünlükten gelen acıma ki gururla, bir çeşit bayağı sevinçle karışıktır; öteki ise karşımızdaki kimsenin acısını kendimizde imiş gibi duyarak acımak.”

Roman okumayı sevmeyenlerde işte bu ikinci duygu yokmuş. Onların acılara yaklaşımında ‘sevgi’nin yeri yokmuş. Bir suçu bağışlasalar bile, o suçun sebebini çözümleyemezlermiş.

Şöyle noktalıyor: “(…) suçunu bağışladıkları kimseye yukarıdan baktıklarını, o suçu kötü gördüklerini sezdirmemek ellerinden gelmez.”

Acıma duygusuna, merhamete hepimizin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte Ataç’ın tanımladığı kişilere çok sık rastladım: Merhametleri sadakayı andırır…

Roman sanatının ‘gerçeğin’ çok yüzlülüğünü gösterdiğine inanabilir miyiz? Yazıdan iz sürelim:

“Roman okumayı sevmeyenler gerçeğe bakmaktan kaçınırlar demeyeceğim; çoğu ancak gerçeğe ilgi gösterdikleri için romanları sevmediklerini söylerler. Ancak onların ilgi gösterdikleri gerçek yalnız kendi gerçekleridir, yalnız kendileridir.”

Öyleleri için gerçeğin ‘tek’ bir yüzü var, kendi gördükleri. Bu onlara yetiyormuş. Oysa gerçeğin daha birçok yüzü olabileceği, romanların bize düşündürdükleriyle de kavranabilirmiş.

Bir roman kişisi gerçek hayatta ‘yargıladığımız’ bir kişinin ikizi olabilir; biz yargılamışızdır ama, romandaki kişi gözden kaçırdığımız bir şeyleri yüreğimize söyleyerek bize ufuk açabilir…

Roman okumayanlar, bir bakıma hayata yalınkat bakmaya, hayatlarında sığ kalmaya yargılı kişilerdir diyebilir miyiz? Bizi sarıp sarmalayan o, akıllara durgunluk verici sığlığa bakıldığında, gönül rahatlığıyla diyebiliriz…

Çevrenizdeki şişin şişin, böbür böbür insanlara sorun, hiç roman okumuşlar mı, kaç roman okumuşlar, hangi romanları okumuşlar?

 http://www.zaman.com.tr/selim-ileri/roman-okumayanlar_2072055.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder