Varın isbatı yokun isbatından her zaman
daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı
göstermekle isbât edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddiâ eden kimse bütün
yeryüzünü, hattâ kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu isbat
edebilir. Bu ise, imkânsızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz
ki, yok hiçbir zaman isbat edilemez...
İki isbat edici, binlerce nefy ve inkâr
ediciye tercih edilir. İki kişi aynı hakikatta ittifak etmişse, binlerce
insanın kendi dar pencerelerinden şahsî bakışlarıyla onu inkârları hiçbir değer
ifâde etmez.
Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri
kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkârcı,
devamlı sûrette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister.
Aslında o kapı da, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde
sebebiyle onların ruh dünyâlarına kapalıdır. Mü’min için kapalı kapı yoktur.
Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten 999’u herkese açıktır. Hem de ardına
kadar... İşte o kapı ve o delîllerden bir kaçı:
1- İmkân Delîli
Âlem, mümkinât nev’indendir. Yani varlık ve
yokluğu müsâvidir. Varolduğu gibi, olmayabilir de. Varolurken de, hadsiz oluş
keyfiyetlerinden herhangi birinin olması imkân dahilindedir. Yani en az varolan
kadar olmayan da varolma şansına sahiptir. Her mümkin ise, kendi dışındaki bir
sebebe bağlıdır. Öyleyse önce varolmayı, sonra da varolma şekil ve keyfiyetini,
olmamaya ve olması mümkün diğer şekil ve keyfiyetlere tercih eden birisi
vardır. O da Allah (cc)'dır.
2- Hudûs Delîli
Âlem mütegayyirdir, durmadan değişiyor.
Değişen herşey sonradan olmuştur. Bu bakımdan madde ezelî olamaz. Evet,
maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kâinatın durmadan
genişlemesi, güneşin süratle tükenişe doğru yol alması gibi vak'alar, varlığın
bir başlangıcı olduğunu gösteriyor. Sonradan olan her varlığın bir yaratıcısı
vardır; illetsiz ma’lûl, sebepsiz netice ve san'atkârsız san'at mümkün
değildir. Sebebler ise zincirleme devam edip sonsuza kadar gidemez. Öyleyse
durmadan değişen, ezelî olmayıp sonradan meydana gelen ve bir ilk sebebe muhtaç
olan şu madde âleminin de bir muhdisi vardır. O da Allah (cc)'dır.
3- Hayat Delîli
Hayat şeffaf bir muammâ!.. Evet o, zâhirî
sebeplerle izah edilemeyecek kadar düşündürücü ve Yaratıcı Güc’e delalet etmesi
bakımından da şeffaftır. Evet o, doğrudan doğruya Yaratıcısını gösterir ve ilân
eder. O, muammâ oluşuyla ilim adamlarını, şeffafiyetiyle de avamdan insanları
büyüleyen sihirli bir vak’adır. Ve hayat âdeta hâl diliyle: “Beni var edip
yaratan ancak Allah (cc)'dır” der..
4- İntizâm Delîli
Her varlık kendi parçalarıyla bir âhenk ve
bütünlük içinde olduğu gibi, bütün kâinat da kendisini meydana getiren varlık
parçalarıyla bir âhenk ve bütünlük içindedir. Bu ise bir nizam ve intizamın
varlığını haber veren yanıltmaz bir delildir ve bir Nâzım’a delalet eder ki, O
da ancak Allah (cc)'dır.
5- San’at Delîli
Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar
bütün kâinatta ince ve baş döndürücü bir san’at göze çarpmaktadır. Evet, bir
baştan bir başa kâinattaki her eser:
Çok büyük san'at değerine sahiptir;
Çok kıymetlidir;
Çok kısa zamanda ve çok kolay
yapılmaktadır;
Çok sayıda olmaktadır;
Karışık ve çeşit çeşittir;
Devamlıdır.
Halbuki, zâhire göre kısa zamanda, çok
sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde san'at ve kıymet olmaması gerekir.
Ancak yapan Allah (cc) olursa, o zaman herşey değişir ve zıtlar biraraya
gelir!.
6- Hikmet Ve Gâye Delîli
Her varlıkta kendine mahsus bir gâye, bir
maksad, bir fayda ve bir netice ta’kip edildiği göze çarpmakta ve bir zerrede
dahi abes, gâyesizlik, ma'nâsızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum
müşâhede edilmemektedir. Halbuki, ne madde aleminde, ne bitki ve hayvanât
dünyasında, ne de eşya ve hâdiselerde şuur ve idrâk mevcut değildir ki, bu
gayeler silsilesi ta’kip edilebilsin.. öyle ise, Kâinattaki bu şuurlu işleyişi
ve bu hikmet ve gâyeleri ancak Allah (cc)'a isnad etmekle ma’kul bir yol tutmuş
olabiliriz.
7- Şefkat-Merhamet Ve Rızık Delîli
Bütün yaratıkların ve bilhassa insanın
ihtiyacı sonsuz, ihtiyarı ise bir hiç hükmündedir. Öyleyken, bütün ihtiyaç
sahiplerinin ihtiyaçları hiç ümit edilmeyen yerden ve hiç ümit edilmeyen bir
tarzda, kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa, o keyfiyet ve miktarda karşılanmaktadır.
Yardım gönderilmesi, gönderilen bu yardımın ihtiyaca tam cevap vermesi açıkca
isbât ediyor ki, bütün bu ihtiyaçlara, herşeye kendisinden daha yakın bir
şefkat eli cevap vermektedir. Kâinat çapında işleyen ve sonsuza kadar da
işleyecek olan bu sistemli şefkat, merhamet ve rızıklandırma, bütün bu işleri
yapabilme sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan da münezzeh bir Zât-ı
Akdes’i anlatmakta ve isbât etmektedir.
8- Yardımlaşma Delîli
Biribirine en yakın olandan en uzak olana
kadar, bütün mahlûkat birbirlerinin yardımına koşuyor. Aralarında hiç münasebet
bulunmayan iki ayrı varlık cins ve nev’i, böyle bir yardımlaşmada âdetâ aynı
bütünün parçaları haline gelip birbirini tekmil edip tamamlıyor. Düşünmeli ki,
bakteriler, solucanlar ve toprak elbirliği içinde ve aynı gâye etrafında
toplanıp bitkilerin imdâdına koşuyor ve bu imdâda koşuş tekerrür edip duruyor.
Akıl ve şuurdan mahrum bu varlıkların, aklı hayret ve şuuru hayranlık içinde
bırakan bu faaliyetleri, perde arkasında Vâcib-ül Vücud bir Zât'ın hikmet dolu
faaliyetini gözler önüne sermektedir. Yani bütün kâinat, bu yardımlaşma diliyle
“Allah” demektedir...
9- Temizlik Delîli
İnsandan arza, arzdan semânın
derinliklerine kadar bütün kâinattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir
delîl olarak, bize Kuddûs ismiyle müsemma bir Zât (cc)'ı anlatmaktadır.
Evet, toprağı temizleyen bakteriler,
böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar.. rüzgâr, yağmur ve kar..
denizlerde aysbergler ve balıklar; fezamızda atmosfer, semada kara delikler;
bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran
mânevî esintiler, hep Kuddûs isminden haber vermekte ve o ismin verasındaki
Zât-ı Mukaddes’i göstermektedir.
10- Sîmâlar Delîli
Esasen bütün mâhlûkata teşmili mümkün iken,
mes'eleyi müşahhaslaştırmak açısından, sadece insanı ve her insan ferdini
diğerlerinden farklı kılan onun en bariz ayırıcı vasfı durumundaki sîmâsını ele
alarak mevzûya yaklaşmış olalım:
Herhangi bir insanın sîması, en ince
teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine
kat'iyen benzememektedir. Bu kâide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen
geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı
milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün
milyarlarca resimden ayırmak ve herşeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola
ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç
kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü
ve ilmi yeten Cenâb-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir
ilândır. Evet, sîmâda yer alan uzuvları başka sîmâlardaki uzuvlardan ayrı
yaratmak ve her gözü, mutlak surette diğer gözlerden tefrik ettirici bir
özellikle techiz etmek, gözünde fer olmasa bile, sînesinde kalb bulunan her
vicdân sahibine, bütün bunları yaratıp sonsuz hikmetlerle donatan Zât (cc)'ı
gösterir ve tanıttırır..
11- Sevk-i İlâhî Delîli
Yavru ördek, yumurtadan çıktığı anda
yüzmesini becerebiliyor. Kozadan çıkan karıncalar, hemen dehliz kazmaya başlıyorlar.
Arı, çok kısa zamanda san'at hârikası olan peteği; örümcek ise, gergef
inceliğindeki ağını örebiliyor. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, bunlar ve bunlar
gibi olanlar başka bir âlemde kendilerine öğretilen mâlumatla ve yaratılıştan
gelen bir kâbiliyetle iş görüyorlar. Halbuki insan, her şeyi bu dünyada
öğrenmek mecburiyetindedir; hem de varlıklar arasında istidatça en mükemmel
yaratık olduğu halde. Demek oluyor ki, diğerlerine bu husûsiyetleri veren
bizzat kendileri değil, her yaptığını hikmetle yapan bir Zât'tır ki, onlara
böyle ihsanda bulunmuş...
Kilometrelerce ötede yumurtalarını bırakıp
dönen yılan balıklarının yavruları, yumurtadan çıkar çıkmaz yola koyulur ve
annelerini sanki elleriyle koymuş gibi bulurlar. Bunu İlâhî bir sevkten başka
ne ile izah edebiliriz? Hayvanlarda gördüğümüz bu hârikulâdelik, ancak ve ancak
Allah (cc)'ın bir vergisi olarak açıklanırsa, işte o zaman buna aklî ve mantikî
bir açıklama nazarıyla bakılabilir. Yoksa, başka her yorum, sadece bir
safsatadan ibaret kalır..
12- Rûh Ve Vicdân Delîli
Mahiyetini bilmemekle beraber, varlığından
kimsenin şüphe etmediği rûhumuzun ve ona ait fonksiyonların cesedimize hükmediş
keyfiyeti de, yine Cenâb-ı Hakk'ı bildiren delîllerdendir. Dünyada Emir
Âlemi’ni temsil eden cevher rûhtur ve rûh, bu âleme ancak terakkî ve tekâmül
için gelmiştir. Hikmetin neticeye tesiri mevzûmuzun haricinde olduğu için, biz
burada yalnızca onun delâlet ettiği noktaya temasla iktifa ediyoruz. Evet,
madde âlemiyle mâhiyeti noktasında hiçbir münâsebeti olmayan rûhun kendine
mahsûs bir âlemden buraya gönderilişi, olgunlaştırılmaya tâbi tutuluşu ve bunun
da belli bir programla yürütülüşü, şüphesiz Cenâb-ı Hakk'ı ilân eden en mühim
delillerden biridir.
Diğer taraftan, insandaki iç sezişler ve
zâhirî hiçbir sebep yokken Rab'be dönüşler ve O’na yönelişler ve bu hâdiselerin
milyonlara ulaşan adette tekrar edilişi açık bir delildir ki, insanda
yaratılıştan var olan ve Hakk'ı bulmanın en mühim vesilelerinden biri durumunda
bulunan vicdân, kendi Yaratıcısı’na, O’na perestiş etme derecesinde meftundur
ve bütün varlığıyla O'nunla irtibat halindedir. Zaten “Elest Bezmi” nin
yanıltmaz şahitlerinden biri de, vicdân değil midir? İşte vicdân, bu şahitliğin
hakkına riâyet zarûret ve mecbûriyetinin sevkiyle “Allah” demektedir...
13- Fıtrat Ve Tarih Delîli
Her insanda iyi ve güzele karşı bir sevgi,
buna mukabil kötü ve çirkine karşı da bir nefret hissinin varlığı, aksi hiç
kimsenin hatırından bile geçmeyecek vuzûh ve açıklıkta bir realitedir. Demek
oluyor ki, bu duygular, ahlâklı davranma ve iyi işler yapma yönündeki meyilleri
ve ahlâksızlıktan ve çirkin davranışlardan da nefret verip kaçınmayı te’min
eden yapıları itibâriyle delalet etmektedir ki, insana iyiyi, güzeli emreden ve
onu kötülük ve çirkin davranışlardan men'eden sistemin sahibi kim ise,
kendisine bu duyguları veren de, O Zât'tır. Bu Zat da, hiç şüphesiz Allah
(cc)'dır.
Dinler tarihi şahittir ki, beşeriyet hiçbir
devrini dinsiz geçirmemiştir. Bâtıl, hattâ gülünç dahi olsa hemen her devirde
bir dine inanmış ve bir ma’nevî sistemi takip etmiştir. Ayrıca, inanmak bir
zarûrettir; zira o fıtratta vardır. İnsan fıtratına bu ihtiyacı yerleştiren
Zât'la, bize inanmayı emreden Zât, aynı Zât'tır. Ve O da Allah (cc)'dır.
14- Duygular Delîli
İnsan, binlerce duyguyla techiz edilip
donatılmıştır. Her duygu, madde dışı bir âlemden mesaj mahiyeti taşır. Ancak
insanda bir duygu daha vardır ki o, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk'ı tanıtır. Bu
duygu, insanda varolan ebed ve sonsuzluk duygusudur. Bu duygu sebebiyle insan,
dâima ebed için didinir ve ebed için çırpınır. Sonlu olan hiçbir şey, onu
hakiki ma'nâda tatmin edemez. Ve bu duygu, insana başka bir sonlunun tesiriyle
tevdî edilmiş olamaz. Sonlu olan sebeplerin hiç biri, bu sonsuzluk bâdesini
sunamaz. Halbuki, bunun varlığı bir vâkıa'dır, inkârı da kâbil değildir.
Öyleyse bu duygu bize, bizi bu duygu ile yaratan Zât tarafından verilmiştir..
Ve, ebedî hayatı da yine O verecektir.
15- İttifak Delîli
On tane yalancı, arka arkaya gelip bize
evimizin yandığını söylese, bu adamların hayatta bir defa dahi doğru
söylediklerini duymamış olmamıza rağmen, “ihtimal” der onlara inanırız. Zirâ
ortada bir ittifak hâdisesi var. Halbuki, bahsini ettiğimiz ittifak, binlerce
Peygamber, yüzbinlerce evliya ve milyonlarca da inanan insan arasında meydana
gelmiş bir ittifaktır. Muhtelif zamanlarda ve ayrı ayrı mekânlarda yaşamış bu
insanların ittifak ettiği en birinci nokta, “Allah vardır” hakikatıdır. On
yalancının bir yalan üzerindeki ittifakına ehemmiyet verildiği halde,
milyonlarca, hem de hayatlarında bir kere dahi yalan söyledikleri duyulmamış
Nebîler ve velilerin bu çaptaki ittifakına inanmayan insan nasıl insan
olabilir? Ve ona nasıl akıllı denebilir..?
16- Kur’ân Delîli
Kur'ân-ı Kerim'in Kelâmullah olduğunu isbat
eden bütün deliller, aynı zamanda Cenâb-ı Hakk'ın varlığının da bürhanları
durumundadır. Kur'ân'ın Allah kelâmı olduğuna dâir yüzlerce delil vardır ve
bunlar, o mevzû ile alâkalı İslâm kaynaklarında en ince teferruatına kadar
tafsil edilmiştir. Biz, mes'elenin isbât yönünü o eserlere havale ile iktifa
ediyoruz. Evet, bütün bu deliller, kendilerine mahsûs dilleriyle “Allah vardır”
derler.
Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler
Efendisi İki Cihân Serveri (sav)'nin peygamberliğini isbât eden bütün deliller
de, yine Cenâb-ı Hakk'ı anlatan bürhanlara dahil edilmelidir. Zirâ
Peygamberlerin varlıklarının gayesi, Tevhid, yani Allah'ın varlık ve birliğini
ilân etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini isbât eden bütün
delilleri, aynı zamanda bütünüyle Cenâb-ı Hakk'ın varlığına da delil
olmaktadır. Ne var ki, onların peygamberliğini isbât eden delillerin serdi, şu
andaki mevzûmuz dışında kaldığından, teker teker üzerlerinde durmayacağız.
Şimdilik sadece şunu arzedelim ki, bir peygamberin hak nebî olduğunu ifâde eden
bütün deliller, aynı kuvvetle, hattâ daha da öte bir kuvvetle “Allah vardır ve
birdir” demektedir.[1]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder