Popüler Yayınlar

22 Mart 2013 Cuma

İNSANİ LATİFELER VE BİRBİRLERİNE TESİRLERİ



Cemal DOĞAN
"Allah (cc) hidayeti kabul edenlerin feyzini artırır..." (K.K. Meryem, 76)

Yani: "İnsandaki idrak melekesinin tekâmülü, belirli mesnet ve ölçülere göre ayarlanmıştır."

İnsanın, akılları donduran mahiyetine bakıldığında en mükemmel bir tarzda varlık âlemine gönderildiğine şahid oluyoruz. 


İnsan kendindeki mahiyet ve bu mahiyetin mazhar olduğu latifelerin farklı zaman ve zeminlerde, farklı kullanılışından doğan çok yönlü bir hareket dairesine sahip bir varlıktır. 

Latifelerin farklılığından meydana gelen bu geniş daire ile alâkalı olan bütün unsurlar ister enfüsî, isterse afâkîyattan gelsin insanı tesiri altına almaya çalışır. 

Bu babda insanı ele alırken onun taşıdığı mânâyı anlamak için sadece zahiri görüntüsüyle değerlendirmeden, ötelere uzanan duygularıyla, ebediyete aşık ruhunu çok iyi tahlil etmek mecburiyetindeyiz. 

Bu tahlillerin sağlam bir temele oturması için de insandaki bazı mühim latifelerin hakkıyla tanınıp, birbirlerine karşı tesirlerini çok iyi bilmek gerekir.

Biz burada "İnsandaki yüksek idrâk gücü olan zeka" (1), "Bir şeyin idrâk edilip, o idrâkten şuur elde etmek demek olan his" (2), "Bilmenin verilerinden başlayıp, onu bilinmesi mümkün olabilen çok geniş bir sahaya yaymak demek olan düşünce" (3), ve "Herhangi bir şey yapıp yapmama hususunda karar verme gücü veya eğilim diye tarif ettiğimiz ve insana sonsuzlaşma yollarını açan biricik sebeb olan iradenin" (4) birbiri üzerine olan tesirleri üzerinde duracak ve tesir alanlarını objektif ölçülerde yakalamaya çalışacağız.

ZEKA VE HİSSİN KARŞILIKLI TESİRLERİ

 
Yaşayan her insanın fıtratında öfke, heyecan, sükûnet, korku, ümit, endişe, acıma, nefret, üzüntü, bedbinlik, gurur, tecessüs, sevgi, aşk ve benzeri gibi muhtelif hisler mevcuttur. 


Fıtratta bulunan bu hislere zeka ve irade çerçevesinde iyi bir yön tayin etmediğimizde insanın iç âleminde depresyon ve tezatlara düşmesi kaçınılmaz olacaktır. 

Zeka, hissin ilişkiye geçtiği her hâdiseden çabuk anlama ve bilme kabiliyeti ile ders almasını bildiği müddetçe, kendisi subjektif olsa bile objektif olarak hislere yön verecek seviyeye ulaşır. 

Bu yüzden, hiçbir zihnî faaliyet yoktur ki, ona tekabül eden ve hisse taalluk etmeyen bir hâdise olsun. Zekâ ve his, birbirine girmiş bir bütünün parçaları gibidir. "Realiteye intibak edebilmemiz için zekaya ne kadar ihtiyacımız varsa o kadar da hisse ihtiyaç duyulur" (5). 

"Zekânın otomatik olarak durduğu ve nüfuz edemediği bir takım hakikatlere de hisler vasıtasıyla ulaşabiliriz" .

Zekâ, subjektif bir yapıya sahip olmasına rağmen bilgi alanı objektiftir. Bu babda diyebiliriz ki, "Zekâ, hayatı dışta müşahede eder, his ise tamamıyle hayatın içindedir" (7). 


Bu zaviyeden realiteyi doğrudan doğruya kavramak hususunda hisler zekadan üstün sayılırlar. Zekanın sahası objektif olduğundan hakikatin tam anlamıyla anlaşılması mümkün olmayacaktır. 

O halde hakikate ulaşmak i-çin hâdiseyi hislerle duymak gerekecektir. "Duyulan bu hisler ve neticesi, insanı zeka tarafında plânı yapılan harekete sevkeder" (8). 

"His, zekayı aştığından düşünmeye giden yolun başlangıcı sayılır" (9). "Çünkü zekâ, bilmenin verileri içinde faaliyet yürütebilir. Zekâ sadece zihnin bir faaliyetidir. Hislerle omuz omuza vermezse, insanı İnsanlıktan uzaklaştıran bir vakıa oluverir. 

Bu durumda his âdeta katalizör vazifesi görmüş olur. Netice olarak ifade edelim ki; zeka muhakeme gücü sayesinde hislere istikamet kazandırır, hisler de zekanın çalışmasına yardım eden yakıt hükmündedir.

HİS VE DÜŞÜNCENİN KARŞILIKLI TESİRLERİ

 
Hissin düşünce üzerindeki tesirlerine değinmeden, düşünceye başka bir tarifle başlamak gerekir. Düşünme, "mecbur olduğumuz ya da bildiğimiz bilme verilerinin şuura dönüşme halidir, ya da bilme vetiresinin zihinde cereyan etmesiyle oluşan, müşahhaslamaların, mücerretlemelerin ve genellemelerin farkına varmadır" (10). 


İnsan bu neticeye varırken zamanında sistematik bir fikir yapışma uygun muhakeme gücüne sahip değilse, dıştan gelen faktörlerin ya da hislerin tesiri akına girer. 

Bu da insanı muhakeme bozukluğuna ve hükümlerde yanılmalara iter. His, geliş yönü ve mekanı istikametinde düşünceye kendi rengini vermeye çalışır. Hissin düşünceyi etkileme gücünün, sıfıra indirilmesi mümkün görünmemektedir. 

Bunu tarihte başaranlar sadece, aklı, düşüncesi, zekâsı, hisleri ve sair latifeleri garanti altında bulunan ısmarlama zâtlardır. Düşünce sonucunda hükmün hakikat olması hislerin kaynağına bağlıdır. His kaynağı Rahmanı ise, o his, düşünceyi "istikamette" hakikate ulaştıran bir sâik olur. 

Aksi halde insan ifrat ve tefritten kurtulamaz ve neticede düşünce yapısında inhirafa gitmiş, iç idrak ve dış müşahede bozukluğuna uğramış biri çıkar karşımıza... Böyle bir durumda artık her hüküm yanlış çıkacağından, bundan sonraki hisler de bozuk olacak ve insan hayatını altüst eden bir duruma düşülecektir.

His, düşünce üzerinde geniş bir tesir sahası bıraktığı gibi, düşüncede hisse istikamet vermede onu tesiri altına alır. İfrat ve tefritten uzak olmak için hissi ve düşünceyi yerli yerinde kullanmak gerekir. İnsanın istikamette olması buna bağlıdır.

İRADE, HİS ve DÜŞÜNCENİN KARŞILIKLI TESİRLERİ

 
İrade, birşeyi yapıp yapmama hususunda karar verme gücü ise vereceği kararın insanı hakikate ulaştırması için müspet düşünce yönünde olması gerekir. 


Bunun için iradenin, müspet yönde karar vermesi istikametinde terbiye edilmesi gerekir. İradeye iyi bir terbiye ise ancak hislerin düşünce tarafından istikamette tutulması, düşüncedeki fikirlerin tertip ve silsilesinin sağlam olması ve bütün bunların başında ellerine "Vahy" fenerinin verilmesi ile mümkündür. 

His ve düşünce istikametini koruyamayıp tefrit ve ifrata düştüğünde iradede karar kriterleri bozulacağından, ister istemez tercihi menfî yönde olacaktır. 

Menfî yön tercihinde ise, insanın fıtratında bulunan ve gelişmeyi bekleyen her türlü latîfe yetişeceği zemini kaybeder. Bu da insanın tekâmül için geldiği dünyadan bodur kalarak gitmesine sebep olur. 

Bu durumda en çok zorlama da insanın vicdanından gelecektir. Çünkü vicdan hakikate aşık olduğundan gerçeklere sed çekenlere tahammülü yoktur.

Kısaca diyebiliriz ki iradenin sağlam olması ile bütün latifeler müspete yönelecektir. Bu da insana nerede ve ne zamanda olursa olsun ifrat ve tefritten uzak bir hayat kazandırır.


İstikametteki irade ise "İnsanda derinlere kök salan hisleri kontrol eder."(11) Hissin kontrollü kullanılmasıyla düşünce daima müspet olacak ve düşüncenin verileri hükümlerde hakikate çıkan bir merdivene dönüşecektir. 

Düşünceden çıkan hükümlerin doğruluğu, insandaki yüksek idrak gücü olan zekanın ilgi alanını subjektiflikten çıkarıp, objektifleştirmeye yönlendirir. Bu ise insanın "akıllı bir insan" olmasına sebeptir. O halde diyebiliriz ki zeka insandaki yüksek idrak ise akıl bu gücün objektifleşmesi ve sosyalleşmesidir.

Tecrübeyle sabittir ki, insandaki latifelerin içiçe daireler gibi birbiri üzerine tesirleri vardır. Birinin düzensiz olması hepsine birden tesir eder. 


Latifelerin birbirlerine tesirlerinin müspet olması, ahengin bozulmaması ve feyzin artması için latifelerimizi istikamette tutacak "Vahy"in ışık saçan tayflarına her zaman sinemizi açık bırakmalıyız.
Ne mutlu bu hakikat zirvesini kendisine mesken edinenlere...

Dipnotlar:

 
1. S. A. Arvasi, Kendim Arayan İnsan, sh. 37
2. A. Yeğin. Yeni Lügat.
3. N.Taylan, İslâm Felsefesi, sh. 28
4. A. F. Şahin, Buhranlar Anaforunda İnsan, sh. 96-97
5. AIexi Carrell, İnsanlar Uyanın, Çev. Arif Bolat. sh. 35
6. Carrell, a.g.e., Arif Bolat. sh, 70.
7. A.g.e., sh. 164
8. A.g.e., sh. 164
9. Fikirde ve Sanatta Hareket Dergisi, sayı 12, sh. 18
10. A. İ. Kurt, Müslüman Aydında Düşünce Sapmaları, sh. 16
11. Carrell, a.g.e., sh. 70

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder