Soru:
Günlük hayatta bazen anlaşamadığımız kimseler oluyor, tatsızlıklarla
yüz yüze gelebiliyoruz çevremizle, işyerimizle, konu komşumuzla, hatta
aile içindeki bazı yakınlarımızla bile?
Böylesine huzur kaçıran
durumlarda ters düştüğümüz kimselere karşı mutlaka yumuşak muhatap
olmaya mı çalışmalıyız? Yoksa, ne pahasına olursa olsun düşündüğümüz
doğruları kabul ettirmeyi esas alan bir dik duruşla mı karşılık vermeyi
tercih etmeliyiz?..
Mümine mahsus bu özel vasıf, hadislerde kısaca şöyle tarif edilmektedir:
-Mümin, anlaşan, anlaştıran insandır!.
Evet, kamil ve olgun mümin, anlaşmazlığa düştüğü yerlerde dayatmayı, inadı, uyuşmazlığı tercih ve temsil etmez. Ne pahasına olursa olsun kendi dediğini kabul ettirme mücadelesine girişmez.
-Ya ne yapar? Fedakarlıklarla da olsa anlaşmayı, anlaştırmayı, işi tatlıya bağlamayı, helalleşerek halletmeyi esas alır. Çünkü kendisi mümindir. Mümin ise:
- Anlaşan, anlaştıran kimse, demektir!.
Müminin hayırlı halini böyle tarif eden Efendimiz (sas) Hazretleri, hayırsız halini de şöyle dikkate verir:
-Anlaşmayan ve anlaştırmayan müminde hayır yoktur!..
Evet, ailesiyle, çevresiyle anlaşmayan, anlaştırmayan müminde hayır yoktur!.. Denebilir ki:
-Ben anlaşmak istiyorum ama muhatabım aksi insan, anlaşmaya yanaşmıyor?
-Doğrudur. Böyle kimseler de olabilir. Ancak kamil müminin özel vasfı, anlaşmazlıklarda bir çaresini bulup helalleşmelerle konuyu tatlıya bağlamaya çalışma vasfı olmalıdır.
İsterseniz sözü daha fazla uzatmadan sizlere, gürültüsü Resulullah’ın (sas) hanesinde duyulacak kadar heyecanlı bir anlaşmazlık olayı arz edeyim de görelim, kamil müminler, böylesine tartışmalı bir anlaşmazlıkta dahi nasıl anlaşan ve anlaştıran mümin örneği vermişler bir bakalım.
Kab bin Malik ile İbni ebi Hadred, Mescid-i Saadet’e namaza gelmişlerdi. Ancak Kab’ın, komşusunda ödeme günü geçen alacağı vardı.
Hazır yan yana gelmişken alacağını istedi. Borçlu da, az eksiği kaldığını, tamamlayınca hemen getireceğini ifade etti.. derken seslerin yükselmesi üzerine mescide bakan pencereden perdeyi kaldırarak bakan Efendimiz (sas) Hazretleri, iki mümin arasında bir alacak verecek anlaşmazlığı olduğunu anladı.
Müminlerin arasındaki anlaşmazlıklar, yine müminlere mahsus anlayışla sonuçlanmalıydı. Bunun için de, durumu müsait olan taraftan birazcık fedakarlık beklenebilirdi. Bu yüzden Efendimiz (sas) Hazretleri alacaklı olan Kab bin Malik’e, sağ elinin şahadet parmağını yukarıya doğru dikerek ucundan kesme işareti yaptıktan sonra:
-Alacağının birazını bağışla, durumun böyle fedakarlığa müsaittir! işaretinde bulundu.
Kab, kamil müminin sahip olması gereken vasfını bildiğinden anlaşmaz insan örneği vermek istemedi. Hemen cevap verdi:
-Başım gözüm üstüne ya Resulallah, alacağımın bir kısmını bağışlayarak anlaşan mümin olmayı tercih ediyorum, dedi!.
Bu defa borçlu İbni ebi Hadred’e işaret eden Efendimiz:
-Kalk sen de borcunun hazırlayabildiğin miktarını getir, senin de buna gücün yeter artık.. buyurdu.
-Hemen ödüyorum ya Resulallah, bu kadarına gücüm yeter artık, dedi.
Böylece gürültülü bir anlaşmazlık, anlaşan ve anlaştıran mümin ahlakıyla anında helalleşme ile sona erdi.
Bundan sonra Efendimiz (sas) Hazretleri buyurdu ki:
-Mümin (işte böyle) anlaşan, anlaştıran insandır. Arkasından da şu ikazı ekledi:
-Anlaşmayan ve anlaştırmayan müminde hayır yoktur.!
Demek ki İslam, ailesi içinde de, toplum içinde de anlaşan, anlaşmayı esas alan hayırlı insan olmayı tavsiye ediyor bize:
“Kamil mümin, anlaşan ve anlaştıran mümin” tarifiyle de. Şimdi bize düşen, bu tarife uymak, ailemiz içinde de, toplum içinde de anlaşan, anlaştıran sevimli mümin örneği vermektir.
http://www.zaman.com.tr/ahmet-sahin/muminde-anlasma-ve-anlastirma-ahlaki_2066914.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder