Hangi Batı bir facianın hikâyesi: iki yüzyıldan beri kurbanı ve kahramanı olduğumuz bir facianın.1 Bu millî dram, şairin kalemiyle ufeerique"leşmiş. Dost bir sesin musikisi, Ariel'in rebâbı gibi, sizi şiire ve şirin'e kanatlandırıyor. Evet, ilhan'ın ilk vasfı bir sesi oluşu; sıcak ve aydınlık bir ses.
Düşüncelere gelince... Bu haşarı üslup, düşünce yumağı ile oynayan sevimli bir kedi yavrusu: koşuyor, zıplıyor, saklanıyor, tekrar fırlıyor bir köşeden. Kâh açılıyor, kâh düğümleniyor yumak. Arada bir koptuğu da oluyor. İlhan, çok defa şair, bazen gazeteci, bazen de bir derginin Paris muhabiri. Muallim Naci'nin tenzihinden geçmemiş bir Cenap. Türkçe yazan bir Ali Namık daha usta, daha tecrübeli bir Ali Kemal, Paris Musahabeler'in Ali Kemal'i.
Kitaba Niyazi Berkes'den bir epigrafla giriyoruz, iştihayı tıkayan kakavan bir epigraf. Bir avuç kelime leşi..."Önsöz yerine", gerçek bir beyanname. Şuura bıçak gibi saplanan, yalın ve gür bir ifade. Uçurumun kenarında uyanan bir vicdan, nesillerin şikâyetlerini haykırıyor, şikâyet ve gafletlerini. Anlaşıyor muyuz? Temelde, evet; teferruatta, hayır. -" Çağdaşlaşmayla batılılaşma arasındaki fark" ne demek?
Batılılaşma miti eskiyince, yeni bir yalan çıktı sahneye, daha doğrusu aynı nazenin taze bir makyajla arz-ı endam etti: çağdaşlaşma. Intelijansiyamızın uğrunda şampanya şişeleri patlattığı bu ihtiyar kahpe, Tanzimat'dan beri tanıdığımız Batı'nm son tecellisi. Çağdaşlaşma, karanlık, kaypak, rezil bir kavram. Rezil, çünkü tehlikesiz, masum, tarafsız bir görünüşü var. Çağdaşlaşmanın kıstası ne? Hippilik mi, bürokrasi mi, atom bombası imal etme gücü mü...
Çağdaşlaşmak, elbette ki Avrupalılaşmaktır. Avrupalılaşmak, yani yok olmak. Avrupa bizi çağdaş ilan etti, Avrupa, daha doğrusu onun yerli simsarları. Zira, apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız, düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin. İki yüzyıldır bir "anakronizm" in utancı içindeyiz, sözümona bir anakronizm.
Bu 'çağdışı' ithamı, ithamların en alçakçası ve en abesi. Haykıramadık ki, aynı çağda muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlık, neden Hıristiyan ve kapitalist Batı'nın abeslerine perestiş olsun? Fâni ve mahallî abesler. Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi tarihine ihanet etmek ve köleliğe peşin peşin razı olmak değil midir? Çağdaşlık masalı, bir ihraç metaı Batı için, kokain gibi, LSD gibi, frengi gibi. Şuuru felce uğratan bir zehir.
Çağdaşlaşmanın halk vicdanında adı asrîleşmektir, asrileşmek yani maskaralaşmak, gavurlaşmak. İlhan, çağdaşlaşmak "sorununu", "çağdaş yöntemlerle ulusal uygarlık bileşimi yapmak" diye alıyor. Çağdaş yöntem ne demek kuzum? Başka bir medeniyetin hazırladığı, başka bir medeniyetin hâkimiyet kurmasına yarayan karanlık güçlerin bütünü değil mi?
Bu yöntemler, ülkeden ülkeye aktarılabilir mi? Çok titiz, çok sabırlı bir ayıklamadan geçirilmeleri, ehlileştirilmeleri gerekmez mi? "Ulusal uygarlık" ağacına nasıl aşılayacağız bu yöntemleri? İki yüzyıldan beri aşılamaya çalışmıyor muyuz? Çağdaşlaşmak belli tedaileri olan bir kelime, cıvık, sinsi, kaypak.
Sevimli şair, felaketlerimizin kaynağını araştırırken "Tanzimat ve sonrası, bize, Batılıların önerdiği ve denetlediği bir batılılaşma düzenidir," diyor., "bu düzen imparatorluğu batırmıştır, çünkü endüstrileşmeyi sağlayan değil, engelleyen bir tutum içermektedir".2 Şüphe mi var?
Dört kıtayı sömürerek palazlanan kapitalizm canavarı, bindiği dalı kesecek değildi ya! Sonra, hatalarımızın altını çiziyor İlhan: "Bir kere yaptığımız batılılaşmak değildi, ikincisi Batı bizim sandığımız gibi değildi, üçüncüsü Batı'mn ulaştığı yer özenilecek bir yer değildi".3
Bu şahane teshillere bazı müdahaleler yapalım: yaptığımız batılılaşmak değildi, çünkü batılılaşamazdık. Bir medeniyetin başka bir medeniyete istihale edemeyeceği, Danilevski'den beri bir kaziye-i muhkeme. Batı bizim sandığımız gibi değildi, iddiasına gelince hem doğru hem yanlış. Biz kimiz? Atıf Efendi mi, Sadullah Paşa mı, Fuat Paşa mı... Emin Bülent mi, Celal Nuri mi, Abdullah Cevdet mi?
Üçüncü cümle, 'Batıperestler'e ithaf olunur, mahza hakikattir. Batı'mn çıkmaza saplandığını isbat için, Batı yazarlarından fetva getirmeye lüzum var mı? Ne de olsa İlhan da bizden, yani Avrupalı. Önsözün kefere isimleriyle bitmesi hastalığın vehametini göstermiyor mu?
Birinci bölüm: "Neuilly'de bir Pencere". Bir şiir başlığı değil mi? Vaitkâr ve cazip. İlhan bir hatırasıyla giriyor
bölüme: "Genç bir ozan hatırlıyorum. Yumruğunu göğsüne vura vura 'Ben, demişti, Türk olmak istemiyorum. Çevremde gördüğüm her şey kızgın bir demir dehşetiyle etime yapışıyor. Sanatımla ve duygulanma gücümle başka ve Batılı bir ortama aidim ben1". Bu parçalanışın başka bir milletin tarihinde benzerine rastlayamayız. Sadullah Paşa'nın Paris sergisindeki aptalca hayranhğıyla başlayan bir dramın son perdesi...
Genç Osmanlılardan, genç sosyalistlere kadar bütün Türk aydınlan bir hıyanet psikozu içindedir.. Bu bir alınyazısı mı? Yani, haşin ve kaçınılmaz bir muayyeniyet mi söz konusudur? Elbette, imparatorluğun yükseliş devrinde aydın, toplumun herhangi bir ferdidir, zevkleri ile, zilletleri ile, mukaddesleri ile, acıları ile...
Kadıdır, müftüdür, tahrirat kâtibidir vs. Toplumun herhangi bir ferdiyle aynı camide namaz kılar, aynı kahvede dinlenir, aynı sofrada yemek yer. Ne imtiyazı vardır, ne imtiyaz peşindedir. Tanzimattan sonra durum değişir. Aydın, kendi tarihinden koptuğu ölçüde aydındır; kendi tarihinden, yani kendi insanından. Batı'nın temsilcisi olduğu ölçüde aydın.
Batı medeniyetine bağlanmak, deri değiştirmekle olmaz. Daha köklü, daha uzvî bir istihale gerek. Aydın, bu istihaleyi başardığı, yani ihanette muvaffak olduğu ölçüde benimsenir Batı tarafından. Padişah halktır. Gerçi, o da hastalığa yakalanmıştır, "frengi hastalığı" na, ama yine de halk.
Babıâli, Reşit Paşa'dan itibaren Avrupa'yı temsil eder. Saraydan da, halktan da kopmuş bir bürokrasi. Aydın da bir bürokrattır; o da mütevazı bir temsilcisi bulunduğu içtimaî zümre gibi şöhret ve itibarını yeni efendilerine, yani Avrupa'ya borçludur.
İdeoloji, hâkim sımflann, hâkim sınıfın ideolojisidir, diyor kitap. Hâkim sınıf: İngiliz, Fransız burjuvazisi. Padişah, son mukavemet kalesi. İstese de istemese de, kalabalığı korumak mecburiyetindedir. Babıâli, birjhân-ı yağma grubu. Halkla en küçük bir teması yok. Batan bir gemide...
Ve ufukta rüyaların en muhteşemi: Avrupa. Aydın, kadın gibidir, hercai, kaprisli, tembel. Plekhanov, Kleopatra'ya benzetir efendiciğimi. Azgın iştihalan vardır. Avrupa, memnu meyveleriyle karşısındadır, dudaklarında büyüleyici bir tebessüm, şarkılar fısıldar ona, davetkâr şarkılar.
Yüzlerce mektep, binlerce keşiş, elçiliklerle balolar, ekalliyetler, ikide bir Beyoğlunu zevk panayırı haline getiren şuh aktrisler ve... mürebbiyeler (Hasan Sabbah'ın cenneti kaç para eder?).
Bu kesif hücum karşısında, o dev cüsseli ve dev iştihalı intelijansiyamız nasıl dayanabilirdi? Halk maziye çivili. Bu, ahmakça bir taassup değil, insiyaki bir nefis müdafaası. Aydınların ihanetini biliyor. Korkuyor ve seziyor ki, hayatını idame ettirmenin tek şartı hareketsizlik. Bir başka lisan konuşmaktadır aydınlar, halktan nefret etmektedirler.
Padişahı, kendilerini dünya zevklerinden ayıran bir hâil olarak görmektedirler. Padişah olmasa, Avrupa'nın emrinde ve Avrupa'nın inayetiyle Türkiye'yi kendileri yönetecek. Kalabalığı savaşa hazırlamak mı, ne savaşı? Kalabalık Caliban'dır, sevimsiz, pis, ahmak Caliban.4
lntelijansiya, ülkesiyle her türlü bağlarım koparmış bir "desenchante"ler topluluğu. İlhan doğru söylüyor. Okumak kopmaktır. Okuduğumuz ölçüde yabancıyız. Şairi dinleyelim:
"Yeni Türk sanatçısı, kendisini Batılı diye alır. İçinde yaşadığı toplumu doğulu diye küçümser. Küçük aydınlar, hatta biraz gözü açık mahalle kızları, yalnız çeviri roman okumakla, Türk filmlerine gitmemekle, basbayağı övünürler. Büyük şehirlerimizin, o Allah muhafaza, sanat çevrelerinde Fransız resmi, İngiliz şiiri, Rus müziği, İtalyan sineması herhangi bir Türk sorunundan önce konuşulur".5
Sonra, Pondichery'den, Antiller'den söz ediyor yazar. Ve oklarım aydın kardeşlerinin iman tahtasına saplıyor insafsızca;
"Antilli yazar, halkına olmayan bir geçmiş bulmaya çalışadursun, biz rahatça var olan, hem de nasıl var olan. koskoca bir geçmişe sövmekteyiz. O kadar ki, yeni, Batılı, üstelik de ilerici sandığımız bir yazara, elin Bulgarı sizin klasikleriniz nedir, diye sorunca bizim klasiklerimiz yoktur, cevabını alır".6
Konuşan şiirin ta kendisi, şiirin yani maşeri vicdanın. Var ol İlhan! Sonra yine nesre geçiş, nesre yani ukalalığa. Bir alay kefere ismi, sevimsiz ve lüzumsuz. Şahin, hep aynı yükseklikte kanat çırpamıyor. Ama bir kanat darbesiyle tekrar yükselebiliyor hakikata:
"Yok, yok, genç sanatçı Batılı olmanın Türk olmamak demeye gelmediğini anlamalıdır. Uygarlığımızı değiştirmek ne lâf? Türk'üz, Türk kalacağız. Uygarlığımızı çağdaş ölçülerle yeniden değerlendirmesini bileceğiz (biraz karanlık değil mi?). Batılılık bu (neden Batılılık olsun, insanlık). Yoksa yanm yırtık bir yabancı dil belleyip bir yabancı uygarlığın kuyruğuna eklenmek değil".7
Arkasından, gerçek Paris'i bütün tezatlarıyla sergileyen birkaç sayfa. Orada "umutsuz çırpınışlar ve çizgi dışı arayışlar var" diyor İlhan. Yabancıları büyüleyen de Paris'in bu tarafı, ama "Paris'in iç yaşantısıyla, organik yaşamasıyla kendi düşlerimizi" karıştırmayalım.
Çok doğru. Ortalama Fransız, bugün de baba Flaubert'i tiksinti ile öğürten o dar kafalı, o şaşı tecessüslü papağandır. Fransızın cihanşümul hamakatine ayna tutmak isteyenler, Flaubert'in dictlonnaire des Idees Reçues'ünü uzatıversin hazrete. Fransa, ne devler ne cüceler diyarı. Kapitalizmin bütün ihtişamını ve sefaletini vitrinleştiriyor sadece. İlhan, fazla konuşuyor belki, ama ne yapsın? Yurdunun afyonlanmış intelijansiyasını uyarmak için İsrafil'in sûr'una satılsa hakkı var.
Az sonra, şairin çok şairane bir hayretiyle karşı karşıyayız. Bir orta mektep tarih kitabında, Sümerleri, Hititleri, hatta Etrüskleri bulamayınca afallıyor. Unutuyor ki, tarih düpedüz bir ideolojidir. Avrupalının yazdığı tarih, Hıristiyan Avrupa'nın gururunu okşayacak bir masallar yığınıdır.
Hele orta mektep seviyesindeki tarih! Sayın İlhan, Anatole France üstadımızın Penguenler Adası'nı hatırlasın, bilhassa önsözünü. Her içtimaî sınıfın, her milletin, her medeniyet camiasının kendine göre bir tarihi vardır, hatta her tarihçinin diyecektim.
Şairin elinde kelimeler zaman zaman, karanlıktan aydınlatan birer şimşek pırıltısı oluveriyor: Yeni roman,
gerçeküstücülük vs. hep belli bir bünyenin hastalıkları. Biz mecbur muyduk bunları ithale? İlhan doğru söylüyor: "Türk edebiyatının en önemli sorunu, bugün için bir öz kişiliğini bulma sorunudur".8
İkinci bölüm: "Kuşku Kapısı". Yalanla beslenen bir neslin ızdıraplarıyla karşı karşıyasınız; ızdırapları, isyanları ve arayışlarıyla. "Yirmi yıldır her toplumsal sınavda çaka çaka başımız döndü" diyor şair. Sonra, intelijansiyamızı Baytekin'in uşağı Kolu'ya benzeterek faciayı bir mizahla beşerileştiriyor. Severek okuyacaksınız o sayfaları.9
Asırlık bir faciayı üç kelimeye hapsetmiş: "Uşaklaşmayı uygarlaşmak sanmak". "Hangimiz Batı'dan bizim toprağımıza gelmiş bir yaman Baytekin'in sağ kolu değiliz?.. Filanın Baytekin'i Bertold Brecht'dir, falanınki Andre Breton'dur, feşmekanınki Sartre, Joyce ya da Garaudy!"
Sonra coşuyor ilhan ve yeniden bir vicdanın sesini duyuyorsunuz: "Çinhindi'nde tam Fransızlaşmak, tam Amerikanlılaşmak için nasıl birtakım Kolu'lar çekik gözlerini ameliyatla düzeltmeğe uğraşıyorlarsa, sen de tut dilini iğdiş et, sanatının imge düzenini boz, ses uyumunu kır, sonra da artık Batılı oldum diye övün! Seni beğense beğense tek kişi beğenir: Avcı Bay tekin".10
Nur ol aziz şair! Birden Mettenich'in öğüdünü hatırladım; tarihin derinliklerinden gelen bir dost sesi:
"Devlet-i Aliyye günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamalı: Onu bu hale düşüren sebeplerin başında Avrupalılaşma gelir. Temellerini III. Selim'in attığı bu zihniyeti, derin cehaleti ve sonsuz hayalperestliği yüzünden, II. Mahmut son haddine vardırır. Babıâli'ye tavsiyemiz şu: hükümetinizi din kanunlarınıza saygı esası üzerine kurun. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın. idarenizi düzene sokun, ıslah edin. Ama yerine, size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskilerini yıkmayın. Batı kanunlarının temeli Hıristiyanlıktır. Türk kalınız. Avrupa'nın şartlan başkadır, Türkiye'nin başka. Avrupa'nın temel kanunları, Doğu'nun örf ve âdetlerine taban tabana zıttır, ithal malı ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat Müslüman memleketlerini ancak felakete sürükler."
1 Attila İlhan, Hangi Batı, ikinci basım, Bilgi yayınevi, İstanbul 1976. 24
2 a.g.e., s. 15.
3 a.g.e., s. 17.
4 Shakespeare in "Fırtına"sında adi geçen kahraman. Bir büyücü ve Şeytanın oğlu. Daha büyük bir güce boyun eğmek zorunda kalır ama daima başkaldırır.
5 a.g.e., s. 26.
6 a.g.e., s. 30.
7 a.g.e„ s. 30.
8 a.g.e., s. 83.
9 a.g.e., s. 9l.
10 a.g.e., s. 94.
11 Engelhaıdt. Ed. La Turauie et le Tanzimat, Paris, A. Cotillon, 2 cilt, 1882-1884,
c. 1, s. 48 vd. Türkçe çevirisi AB Reşat, Türkiye ve Tanzimat, Kanaat Kütüphanesi, 1912.
Cemil Meric'in konuyla ilgili diğer bazı yazıları için bkz.
Bu Ülke, "Avrupa'nın Yeni bir İhraç Metaı" İletişim Yayınlan, 7. baskı, 1992, s. 97-98.
Magaradakileç "Kültür ve Emperyalizm" Ötûken Yayınlan, 1. baskı, 1978, s. 38 vd.
"Sola Göre Kültür Emperyalizmi", a.g.e. s. 46 vd.
Kırk Ambar, "Avrupalılaşma mı Avrupahlaştınlma mı?". Ötüken Yayınlan, 1980, s. 263 vd.
CEMİL MERİÇ Umrandan Uygarlığa kitabından alınmıştır.
Ötüken Yayınevi, 1974,1977 (2 baskı)
İletişim Yayınları 379 • Cemil Meriç Bütün Eserleri 7
ISBN 975-470-580-1
© 1996 İletişim Yayıncılık A. Ş.
Abdullah Cevdet:
Ali Kemal :
Ali Namık :
anakronizm :
Anatole France :
Andre Breton :
Antiller :
Ariel'in Rebâbı :
Atıf Efendi :
Atilla İlhan :
Baba Flaubert :
Babıâli :
Baytekin'in uşağı Kolu :
Bertold Brecht :
Beyoğlu :
Caliban : Shakespeare in
"Fırtına"sında adı geçen kahraman. Bir büyücü ve Şeytanın oğlu. Daha
büyük bir güce boyun eğmek zorunda kalır ama daima başkaldırır.
Celal Nuri :
Cenap :
Danilevski :
desenchante :
Dictlonnaire des Idees Reçues :
ekalliyet :
Emin Bülent :
epigraf :
Etrüskler :
Fuat Paşa :
Garaudy :
Genç Osmanlılar :
Genç Sosyalistler :
Hangi Batı :
Hasan Sabbah'ın Cenneti :
Hititler :
Intelijansiya :
İsrafil'in sûr'u :
Joyce :
kakavan :
kaziye-i muhkeme :
Mettenich :
Muallim Naci :
Niyazi Berkes :
Penguenler Adası :
Plekhanov :
Pondichery :
Reşit Paşa :
Sadullah Paşa :
Sartre :
simsar :
Sümerler :
Tanzimat :
ufeerique :
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder