Dr. M. Selim Arık
Toprak,
bütün kâinatların ve hususiyle de yerkürenin en değerli unsuru, en
sihirli maddesidir.. ve hava-su-ziya bir mânâda onunla kâimdirler ve
onun için vardırlar. Onun bu öneminden ötürüdür ki, bağrında biz ve
bizimle alâkalı milyonlarca varlığın neşet edip geliştiği bu mütevazi
fakat semaları aşkın unsurun, Kur’ân-ı Kerim’de sık sık üzerinde
durulur.. âdeta bütün göklere denk tutulur.. mebdeimiz olarak tebcil
edilir.. ukbâya ulaştıran bir köprü, bir liman, bir rampa olarak da hep
dikkatlerimize sunulur.
|
Kısaca İnsanın Yaratılışı:
Peygamberimiz, الناَّسُ بَنوُ آدَمَ وَآدَمُ مِنْ تُراَبٍ “İnsanlar, Âdem oğullarıdır (Âdem’den türemiştir). Âdem ise topraktan yaratılmıştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/534.) buyurmuşlardır. Bu hadiste, insanın Hz. Âdem’den, Âdem’in ise topraktan yaratıldığı açıkça belirtilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’e bakıldığında insanın yaratılışı; toprak, nutfe, alaka ve mudga şeklinde sıralanmakta, (Bkz.: Hac Sûresi, 22/5; Rûm Sûresi, 30/20.) sonra da “insanın neslini nutfeden, hakir bir sudan ürediği” (Bkz.: Secde Sûresi, 32/ 8) haber verilmektedir.
Nitekim her insanın
oluşumu, alınan besinler yoluyla toprağa dayanmaktadır. Çünkü hayatın
temel unsuru olan kan besinlerden, besinler de doğrudan veya dolaylı
olarak topraktan gelmektedir. Şu hâlde sadece ilk insan değil, diğer
bütün insanların varlığının aslı da toprak ve sudur.
Hz. Âdem’in
yaratılışı ile ilgili âyetler, meseleyi kaderî plandan, yaratılışın
değişik safhalarına kadar merhale merhale öyle ele alır ki, ceninin anne
karnında geçirdiği safhaları da Kur’ân’da açıkça okunabilmektedir.
Kur’ân-ı Kerim, her insanın, annenin rahminde, yumurtanın sperm
tarafından döllenmesinden bir insan hâlini alışına kadar geçirdiği
safhaların yanısıra, bunun öncesini ve ilk insanın menşeini bazen bir
arada, bazen ayrı ayrı anlatır.
Hem ilk insanın yaratılışında, hem de
daha sonraki bütün insanların yaratılışında maddî planda ilk merhale
toprak (türab); ikincisi, balçık gibi yumuşak, yapışkan çamur (tîn) ve
bundan alınıp süzülmüş bir öz (sülâletün min tîn); üçüncüsü, insan
iskeleti hâline getirilen siyah, kokuşmaya müheyya, bir şekle konmuş ve
kendisine bir yol, hedef tayin edilmiş balçık (hame-i mesnun);
dördüncüsü, tın tın öten, pişirilmiş, kurutulmuş balçıktır (salsâl).
Bunlar, insanın teşekkül merhalelerini ima etmektedir ki, benzer bir
süreç, anne karnında da yaşanır. Toprağın bir mineral veya protein
çorbası hâline getirilmesinde şüphesiz su da çok ehemmiyetli bir
unsurdur. Kur’ân, bu karışımı, “Kasem olsun, Biz insanı süzülmüş bir
çamur veya bir hülasadan yarattık.” (Mü’minûn Sûresi, 23/12) âyetiyle
açıklar ki, “Biz, her canlı nesneyi sudan yarattık.” (Enbiyâ Sûresi,
21/30) âyeti de suyun bu ehemmiyetini vurgulamaktadır. Su ve toprağın
ayrı ayrı muhtevalarıyla yaptığı izdivaç, ayrı bir merhaleyi teşkil etse
gerektir.
Bunlardan sonra şekillenme ve bir surete ulaşma faslı gelir.
Kur’ân buna, “Andolsun Biz, insanı bir kara çamur ve şekillenmiş bir
balçıktan yarattık.” (Hicr Sûresi, 15/26) âyetiyle işaret eder. Bunu
müteakip, tam bir düzenleme (tesviye), bütünüyle dengeli hâle koyma
mertebesi söz konusudur ki, onu da Kur’ân-ı Kerim, “Ben onu düzenleyip
insan şekline koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun için
(inkıyad) secdesine kapanın.” (Hicr Sûresi, 15/29) âyetiyle nazara
verir.
Bu son safha ile artık kâinatta, manâsının yanında maddesi, ruhu
ve onunla içli-dışlı bedeni, fizikî mükemmeliyeti ölçüsünde metafizik
derinlikleriyle yepyeni bir varlık olmuştur. İnsan, bu seviyeye geleceği
âna kadar, bu kelimelerle anlatılan gerçek manâ ve muhteva ne olursa
olsun, şu safhalardan geçmiştir: Toprak, çamur, süzülmüş çamur, yapışkan
çamur, bir şekle bağlanan siyah balçık, sertleşmiş balçık ve Allah’ın
(celle celâluhu), İlâhî ruhla serfiraz halifesi eşref-i mahlûk.
Hz. Âdem
ve Hz. Havva ile mucizevî bir yaratılışla başlayan insanoğlunun dünyayı
teşrif etmesi, sebeplerin Allah’ın icraatına perde olma fonksiyonuyla
artık sıradan bir hâdiseymiş gibi sürüp gelmiştir. Şu hâlde insanların
isteyip dilemesi ve Allah’ın (celle celâluhu) yaratmasıyla sürüp giden
yeryüzündeki insan hayatıyla hedeflenen asıl gaye, Yüce Yaratıcı’yı
bilip O’na kullukta bulunmaktır.
Bir başka hadiste yaratılış ile alâkalı
“Allah (c.c.) Âdem’i yeryüzünün bütün cüzlerinden almış olduğu bir avuç
topraktan yarattı. Âdem’in oğulları da yeryüzünün kısımlarına göre
meydana geldi. Dolayısıyla onlardan bir bölümü (görünüş itibariyle)
kızıldır, bir bölümü beyazdır, bir bölümü siyahtır, bir bölümü bu
renklerin arasındadır (karışıktır). (Huy olarak) da bazıları uysaldır,
bazıları haşindir (serttir), bazıları habis (kötü kalbli) ve bazıları da
hoştur (iyi kalblidir).” (Ebû Dâvûd, Sünnet 17) şeklinde insanların
fizikî ve ruhî yapısı belirtilerek, ilk yaratılışı ile ilgili bazı fıtrî
özellikler anlatılmaktadır.
Görüldüğü gibi toprak, bütün kâinatın ve
hususiyle de yerkürenin en değerli unsuru, en sihirli maddesidir.
Hava-su-ışık bir manada onunla kaimdirler ve onun için vardırlar.
Dolayısıyla toprak, yağmur ve ışık ile verimli hâle geldiği gibi, insan
da hayatını iman ve İslâm suyuyla yararlı hâle getirebilir.
Toprak ve İnsan Karakterleri
Toprak ve İnsan Karakterleri
Toprak hayat bakımından o kadar büyülü bir muhteva ve iç yapıya sahiptir ki, o, bu iç ve dış zenginlikleriyle her zaman yekpare bir canlı kabul edilebileceği gibi, onun bir kimyahane, bir fizik araştırma merkezi, bir canlı biyoloji laboratuarı olduğunu söylemek de mümkündür.
Evet,
toprak; hava ve ziyanın nokta-i iltisaki (karışım noktası), bunların
insana yararlı şekilde ulaştırılmasının regülatürü ve santralı, nihayet
her şeyi insanın hesabına faydalı hale getiren ve istifadesine sunan bir
istihale fabrikasıdır. Yeryüzünün temel unsurlarından sayılan gazlar,
ateşler, ilk tekamül merhalesini topraklaşarak idrak etmiş ve ona
inkılapla tabiî miraçlarını tamamlamışlardır.
Bu süreç sonunda, insana
uzanan yol da yine toprakla başlamış, toprakla bitmiş ve toprak üstü bir
hâl alarak semavîleşmiştir. (Bkz. M. Fethullah Gülen, Yeşeren
Düşünceler, s. 183-189) Peygamberimiz insanların yaratılışlarını fıtrî
olarak üçe ayırıp toprak ve yağmur ile mukayese yaparak şöyle bir temsil
getirmektedir: “Allah’ın benim vasıtamla gönderdiği hidayet ve ilim
(İslâm) bol yağmura benzer.
Bu yağmur bazen öyle bir toprağa düşer ki
onun bir kısmı suyu kabul eder de çayır ile bol ot bitirir. Bir kısmı da
kurak olur, suyu üstünde tutar da Allah insanları onunla faydalandırır.
Ondan hem kendileri içerler hem hayvanlarını sularlar ve ekin ekerler.
Bu yağmur bir başka toprağa isabet eder ki düz ve kaypaktır. Ne suyu
üstünde tutar ne de çayır bitirir.
Allah’ın dinini anlayıp da Allah’ın
benim vasıtamla gönderdiği (İslâm’dan, hidayet ve ilimden) faydalanan ve
bunu bilip başkalarına bildiren kimsenin misali ile bu güzellikleri
duyduğu hâlde, kibirlenerek başını bile kaldırmayan ve beni tanımayan
kişinin hâli buradaki toprağa benzer." (Buhari, İlim 20) Bu temsilde
görüldüğü üzere, toprak fayda bakımından üçe ayrıldığı gibi, insanlar da
yararlı olup olmama açısından üç grupta mütalaa edilir.
1. Kendisine ve başkalarına faydalı olanlar. Bunlar kendisine söyleneni kabul ettiği gibi, öğrendikleriyle başkalarına da faydalı olanlardır.
2. Yalnız başkalarına faydalı olabilenler. Bunlar öğrendiklerini anlamayan veya yapamayan, fakat başkalarının yapmasına ve anlamasına yardımcı, vesile olanlardır.
3. Hiç kimseye faydası olmayanlar. Bunlar anlama, anlatma ve yaşama kabiliyetinden mahrum olanlardır ki ne kendilerine ne de çevrelerine faydası olmayan kişilerdir.
Peygamberimiz “Benim ümmetim yağmur gibidir. Önü mü, sonu mu hayırlıdır bilinmez.” (Tirmizi, Emsal 6) şeklindeki teşbihiyle, ümmet-i Muhammed’in yağmur gibi devamlı bereketli ve faydalı olmasını arzu ettiği görülmektedir. Çünkü yağmur, toprak için hayattır.
1. Kendisine ve başkalarına faydalı olanlar. Bunlar kendisine söyleneni kabul ettiği gibi, öğrendikleriyle başkalarına da faydalı olanlardır.
2. Yalnız başkalarına faydalı olabilenler. Bunlar öğrendiklerini anlamayan veya yapamayan, fakat başkalarının yapmasına ve anlamasına yardımcı, vesile olanlardır.
3. Hiç kimseye faydası olmayanlar. Bunlar anlama, anlatma ve yaşama kabiliyetinden mahrum olanlardır ki ne kendilerine ne de çevrelerine faydası olmayan kişilerdir.
Peygamberimiz “Benim ümmetim yağmur gibidir. Önü mü, sonu mu hayırlıdır bilinmez.” (Tirmizi, Emsal 6) şeklindeki teşbihiyle, ümmet-i Muhammed’in yağmur gibi devamlı bereketli ve faydalı olmasını arzu ettiği görülmektedir. Çünkü yağmur, toprak için hayattır.
Nasıl ki su, toprağın cinsine göre
bazen önünde, bazen sonunda mahsule daha faydalı olursa insan da zamana
ve zemine göre hareket ve hizmet kabiliyetini geliştirmesini bilen
faydalı bir varlık olabilmelidir. Faydalı ve faydalanılan insanın en
önemli özelliği ise hayatını vahiy yağmuru ile bereketlendiren yani
Kur’ân ve Sünnet’i anlayan ve anlatan kimselerdir.
Peygamberimiz yine
bir başka hadislerinde “İnsanlar üç gruptur ya sâlim; günahlardan uzak
ve selamette, ya gânim; yaptığı hayırlı amellerden dolayı manen kârlı ve
kazançlı veya şâcib; dünyevî ve uhrevi yönden zararda olanlardır.”
(Suyutî, el-Fethu’l-Kebir, 3/266) buyurarak, insanın maddeten ve manen
dünyadaki ahvâlini tasvir etmektedir.
Şu hâlde verimli toprak gibi günü
kârla bitiren insan, ilimden ve hidayetten nasibini alan ve aldıklarını
olduğu gibi gelecek nesillere aktaran kimse demektir. Dolayısıyla insan,
yukarıdaki hangi sınıfa dahil olduğunu kendisi belirlemelidir. Şu da
unutulmamalıdır ki bitki ve ağacın yeşermesi ve meyve vermesi toprağın
kabiliyetine/özelliklerine bağlıdır.
Nitekim gülü yetiştiren bakımlı
toprak olduğu gibi, dikeni bitiren de bakımsız topraktır. Demek ki
insan, bakımlı ve verimli toprak gibi meyve, gül ve çiçek
yetiştirebilmeli, dikenli bitkiler bitiren çorak toprak durumuna
düşmemelidir.
İnsan ve Toprak Münasebeti
İnsan ve Toprak Münasebeti
İlmin kapısı kabul edilen Hz. Ali’nin lakabına “toprağın babası” anlamında “Ebû Türâb” denilir. Bereket ve bolluk anlamında “elin toprak olsun” manasına gelen “teribet yedâke” deyimi, hadislerde hayır dua anlamında kullanılmaktadır.
Zira toprak, tarih boyunca devamlı bolluğu, bereketi
ve verimi temsil etmiştir. Dinî açıdan toprağın bir başka özelliği ise,
su bulunmadığı zaman abdest yerine kaim olan teyemmüm için temizlik
kaynağı olmasıdır. Bu zaviyeden toprak, maddeten ve manen insanı
temizleyen bir unsurdur.
Dolayısıyla insan toprak gibi temiz, alçak
gönüllü, mütevazı, üretken, cömert ve faydalı işlerin menbaı (anası)
hâline gelebilmedir. İnsanın ruhî yapısında bulunan mala ve toprağa
karşı olan hırs ve meyil inkâr edilemez. Hatta insanlar arasındaki çoğu
husumetler mal ve toprak sebebiyle meydana geldiği görülmektedir. Çünkü
insanın en çok sevdiği şey maldır; mal canın yongasıdır denilmiştir.
Fakat insan onu Allah rızası için harcayabilirse dünya ve ahirette
karşılığını bereket ve sevap olarak bulacaktır. Bu da onun (inancındaki)
kararlığının, istikamet sahibi oluşunun, iyi niyetinin ve samimiyetinin
en güçlü delilidir. Nitekim Allah Teala “Mallarını Allah rızasını
dileyerek ve içlerinden gelerek harcayanların misali, tatlı bir yamaçta
bulunan, üzerine bolca yağmur yağan, bu sebeple ürününü iki misli veren
bir bahçedir.” (Bakara Sûresi, 2/265) buyurarak, malî fedakârlık
yapabilenlerin mükafatı toprak ve su misali ile anlatılmaktadır.
Zira
insanda mala karşı hırs olduğundan infakta bulunması zor bir iştir.
“İnsanoğluna iki vadi dolusu altın verilse bir üçüncüsünü ister. Fakat
insanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buhari, Rikak 10) şeklindeki
hadis, insanın fıtrî yapısındaki hırsı anlatmaktadır. Ancak insan,
dünyaya karşı olan hırsını, ahiret nimetleri ve cennet için tercih
edebilse menfaat kavgaları olamayacaktır. Bu da sağlam iman ve itikada
bağlıdır. O halde imanlı insan, dünyayı “ahiretin tarlası” hükmünde
gören ve ahiret için manevî hazırlık yapan kişi demektir.
Sonuç
Sonuç
Yerküre âlemin kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da arzın kalbidir. Tevazu ve mahviyet gibi insanı en yüce hedefe ulaştıran yolların işaretleri topraktır. Hatta toprak, en yüksek göklerden o gökleri Yaratan’a daha kestirme bir yoldur.
Zira toprak kâinatta Cenab-ı Hakk’ın rububiyetinin
tezahürüne, sonsuz kudretinin baş döndüren faaliyetlerine ve Hayy u
Kayyum (hayatı veren ve onu devam ettiren) isimlerinin tecellisine en
uygun, en müsait bir zemindir. Ayrıca Cenab-ı Hakk’ın rahmet arşı su
üstünde olduğu gibi, hayat ve ihya (hayatı verme) arşı toprak
üstündedir.
Toprak maddeten sert ve zeminde bulunmasına rağmen, hayatın
ve rızkın menbaı olması yönüyle manen her şeyin üstündedir. Yağmur,
toprak için nasıl hayat kaynağı ise, toprak da insan için bir hayat ve
memât unsurudur. Zira insan toprakla başlamış, toprakla yaşamış ve
toprağa girecektir.
Kur’ân bu hususu “Sizi ondan (topraktan) yarattık;
yine oraya döneceksiniz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.” (Tâhâ
Sûresi, 20/55) âyetiyle açıkça beyan etmektedir. O hâlde toprağa girmek
demek yok olmak değil, bilakis tohum gibi yeni bir hayata, ahirete
başlangıç demektir. Şu hâlde, çorak topraklıktan kurtulup verimli hale
gelen insan, cennete ehil olan insan demektir.
Bu da insanın Rabbini
öğrenmesine, tanımasına ve tanıtmasına bağlıdır. Bu liyakat ise kişinin
vahiy yağmuru ile beslenmesi nisbetinde tezahür eder. Çünkü vahyin
menbaı olan İslâm, insan fıtratına en uygun besleyici gıdaları gönderen
bir hazinenin kaynağıdır.
Bu takdirde mükerrem insan, yaratılışına en
uygun hareket eden kişi demektir. Davranış ölçüsü ise vahiy yağmuru
şeklinde inen Kur’ân ve Sünnet’i özümsemedir. Dolayısıyla mutlu ve kârlı
insan olmada en önemli kıstas, beslendiği ve faydalandığı İslâmî
güzelliklerden verimli toprak gibi başkalarına da istifade
ettirebilmedir.
msarik@yeniumit.com.tr
msarik@yeniumit.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder