Popüler Yayınlar

17 Mart 2013 Pazar

İNSAN VE TOPRAK

Dr. M. Selim Arık
 
Toprak, bütün kâinatların ve hususiyle de yerkürenin en değerli unsuru, en sihirli maddesidir.. ve hava-su-ziya bir mânâda onunla kâimdirler ve onun için vardırlar. Onun bu öneminden ötürüdür ki, bağrında biz ve bizimle alâkalı milyonlarca varlığın neşet edip geliştiği bu mütevazi fakat semaları aşkın unsurun, Kur’ân-ı Kerim’de sık sık üzerinde durulur.. âdeta bütün göklere denk tutulur.. mebdeimiz olarak tebcil edilir.. ukbâya ulaştıran bir köprü, bir liman, bir rampa olarak da hep dikkatlerimize sunulur.

Kısaca İnsanın Yaratılışı:

Peygamberimiz, الناَّسُ بَنوُ آدَمَ وَآدَمُ مِنْ تُراَبٍ “İnsanlar, Âdem oğullarıdır (Âdem’den türemiştir). Âdem ise topraktan yaratılmıştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/534.) buyurmuşlardır. Bu hadiste, insanın Hz. Âdem’den, Âdem’in ise topraktan yaratıldığı açıkça belirtilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’e bakıldığında insanın yaratılışı; toprak, nutfe, alaka ve mudga şeklinde sıralanmakta, (Bkz.: Hac Sûresi, 22/5; Rûm Sûresi, 30/20.) sonra da “insanın neslini nutfeden, hakir bir sudan ürediği” (Bkz.: Secde Sûresi, 32/ 8) haber verilmektedir. 
 
Nitekim her insanın oluşumu, alınan besinler yoluyla toprağa dayanmaktadır. Çünkü hayatın temel unsuru olan kan besinlerden, besinler de doğrudan veya dolaylı olarak topraktan gelmektedir. Şu hâlde sadece ilk insan değil, diğer bütün insanların varlığının aslı da toprak ve sudur. 
 
Hz. Âdem’in yaratılışı ile ilgili âyetler, meseleyi kaderî plandan, yaratılışın değişik safhalarına kadar merhale merhale öyle ele alır ki, ceninin anne karnında geçirdiği safhaları da Kur’ân’da açıkça okunabilmektedir. Kur’ân-ı Kerim, her insanın, annenin rahminde, yumurtanın sperm tarafından döllenmesinden bir insan hâlini alışına kadar geçirdiği safhaların yanısıra, bunun öncesini ve ilk insanın menşeini bazen bir arada, bazen ayrı ayrı anlatır. 
 
Hem ilk insanın yaratılışında, hem de daha sonraki bütün insanların yaratılışında maddî planda ilk merhale toprak (türab); ikincisi, balçık gibi yumuşak, yapışkan çamur (tîn) ve bundan alınıp süzülmüş bir öz (sülâletün min tîn); üçüncüsü, insan iskeleti hâline getirilen siyah, kokuşmaya müheyya, bir şekle konmuş ve kendisine bir yol, hedef tayin edilmiş balçık (hame-i mesnun); dördüncüsü, tın tın öten, pişirilmiş, kurutulmuş balçıktır (salsâl). 
 
Bunlar, insanın teşekkül merhalelerini ima etmektedir ki, benzer bir süreç, anne karnında da yaşanır. Toprağın bir mineral veya protein çorbası hâline getirilmesinde şüphesiz su da çok ehemmiyetli bir unsurdur. Kur’ân, bu karışımı, “Kasem olsun, Biz insanı süzülmüş bir çamur veya bir hülasadan yarattık.” (Mü’minûn Sûresi, 23/12) âyetiyle açıklar ki, “Biz, her canlı nesneyi sudan yarattık.” (Enbiyâ Sûresi, 21/30) âyeti de suyun bu ehemmiyetini vurgulamaktadır. Su ve toprağın ayrı ayrı muhtevalarıyla yaptığı izdivaç, ayrı bir merhaleyi teşkil etse gerektir. 
 
Bunlardan sonra şekillenme ve bir surete ulaşma faslı gelir. Kur’ân buna, “Andolsun Biz, insanı bir kara çamur ve şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (Hicr Sûresi, 15/26) âyetiyle işaret eder. Bunu müteakip, tam bir düzenleme (tesviye), bütünüyle dengeli hâle koyma mertebesi söz konusudur ki, onu da Kur’ân-ı Kerim, “Ben onu düzenleyip insan şekline koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun için (inkıyad) secdesine kapanın.” (Hicr Sûresi, 15/29) âyetiyle nazara verir. 
 
Bu son safha ile artık kâinatta, manâsının yanında maddesi, ruhu ve onunla içli-dışlı bedeni, fizikî mükemmeliyeti ölçüsünde metafizik derinlikleriyle yepyeni bir varlık olmuştur. İnsan, bu seviyeye geleceği âna kadar, bu kelimelerle anlatılan gerçek manâ ve muhteva ne olursa olsun, şu safhalardan geçmiştir: Toprak, çamur, süzülmüş çamur, yapışkan çamur, bir şekle bağlanan siyah balçık, sertleşmiş balçık ve Allah’ın (celle celâluhu), İlâhî ruhla serfiraz halifesi eşref-i mahlûk. 
 
Hz. Âdem ve Hz. Havva ile mucizevî bir yaratılışla başlayan insanoğlunun dünyayı teşrif etmesi, sebeplerin Allah’ın icraatına perde olma fonksiyonuyla artık sıradan bir hâdiseymiş gibi sürüp gelmiştir. Şu hâlde insanların isteyip dilemesi ve Allah’ın (celle celâluhu) yaratmasıyla sürüp giden yeryüzündeki insan hayatıyla hedeflenen asıl gaye, Yüce Yaratıcı’yı bilip O’na kullukta bulunmaktır. 
 
Bir başka hadiste yaratılış ile alâkalı “Allah (c.c.) Âdem’i yeryüzünün bütün cüzlerinden almış olduğu bir avuç topraktan yarattı. Âdem’in oğulları da yeryüzünün kısımlarına göre meydana geldi. Dolayısıyla onlardan bir bölümü (görünüş itibariyle) kızıldır, bir bölümü beyazdır, bir bölümü siyahtır, bir bölümü bu renklerin arasındadır (karışıktır). (Huy olarak) da bazıları uysaldır, bazıları haşindir (serttir), bazıları habis (kötü kalbli) ve bazıları da hoştur (iyi kalblidir).” (Ebû Dâvûd, Sünnet 17) şeklinde insanların fizikî ve ruhî yapısı belirtilerek, ilk yaratılışı ile ilgili bazı fıtrî özellikler anlatılmaktadır. 
 
Görüldüğü gibi toprak, bütün kâinatın ve hususiyle de yerkürenin en değerli unsuru, en sihirli maddesidir. Hava-su-ışık bir manada onunla kaimdirler ve onun için vardırlar. Dolayısıyla toprak, yağmur ve ışık ile verimli hâle geldiği gibi, insan da hayatını iman ve İslâm suyuyla yararlı hâle getirebilir.

Toprak ve İnsan Karakterleri

Toprak hayat bakımından o kadar büyülü bir muhteva ve iç yapıya sahiptir ki, o, bu iç ve dış zenginlikleriyle her zaman yekpare bir canlı kabul edilebileceği gibi, onun bir kimyahane, bir fizik araştırma merkezi, bir canlı biyoloji laboratuarı olduğunu söylemek de mümkündür. 
 
Evet, toprak; hava ve ziyanın nokta-i iltisaki (karışım noktası), bunların insana yararlı şekilde ulaştırılmasının regülatürü ve santralı, nihayet her şeyi insanın hesabına faydalı hale getiren ve istifadesine sunan bir istihale fabrikasıdır. Yeryüzünün temel unsurlarından sayılan gazlar, ateşler, ilk tekamül merhalesini topraklaşarak idrak etmiş ve ona inkılapla tabiî miraçlarını tamamlamışlardır. 
 
Bu süreç sonunda, insana uzanan yol da yine toprakla başlamış, toprakla bitmiş ve toprak üstü bir hâl alarak semavîleşmiştir. (Bkz. M. Fethullah Gülen, Yeşeren Düşünceler, s. 183-189) Peygamberimiz insanların yaratılışlarını fıtrî olarak üçe ayırıp toprak ve yağmur ile mukayese yaparak şöyle bir temsil getirmektedir: “Allah’ın benim vasıtamla gönderdiği hidayet ve ilim (İslâm) bol yağmura benzer. 
 
Bu yağmur bazen öyle bir toprağa düşer ki onun bir kısmı suyu kabul eder de çayır ile bol ot bitirir. Bir kısmı da kurak olur, suyu üstünde tutar da Allah insanları onunla faydalandırır. Ondan hem kendileri içerler hem hayvanlarını sularlar ve ekin ekerler. Bu yağmur bir başka toprağa isabet eder ki düz ve kaypaktır. Ne suyu üstünde tutar ne de çayır bitirir. 
 
Allah’ın dinini anlayıp da Allah’ın benim vasıtamla gönderdiği (İslâm’dan, hidayet ve ilimden) faydalanan ve bunu bilip başkalarına bildiren kimsenin misali ile bu güzellikleri duyduğu hâlde, kibirlenerek başını bile kaldırmayan ve beni tanımayan kişinin hâli buradaki toprağa benzer." (Buhari, İlim 20) Bu temsilde görüldüğü üzere, toprak fayda bakımından üçe ayrıldığı gibi, insanlar da yararlı olup olmama açısından üç grupta mütalaa edilir.

1. Kendisine ve başkalarına faydalı olanlar. Bunlar kendisine söyleneni kabul ettiği gibi, öğrendikleriyle başkalarına da faydalı olanlardır.

2. Yalnız başkalarına faydalı olabilenler. Bunlar öğrendiklerini anlamayan veya yapamayan, fakat başkalarının yapmasına ve anlamasına yardımcı, vesile olanlardır.


3. Hiç kimseye faydası olmayanlar. Bunlar anlama, anlatma ve yaşama kabiliyetinden mahrum olanlardır ki ne kendilerine ne de çevrelerine faydası olmayan kişilerdir.

Peygamberimiz “Benim ümmetim yağmur gibidir. Önü mü, sonu mu hayırlıdır bilinmez.” (Tirmizi, Emsal 6) şeklindeki teşbihiyle, ümmet-i Muhammed’in yağmur gibi devamlı bereketli ve faydalı olmasını arzu ettiği görülmektedir. Çünkü yağmur, toprak için hayattır. 
 
Nasıl ki su, toprağın cinsine göre bazen önünde, bazen sonunda mahsule daha faydalı olursa insan da zamana ve zemine göre hareket ve hizmet kabiliyetini geliştirmesini bilen faydalı bir varlık olabilmelidir. Faydalı ve faydalanılan insanın en önemli özelliği ise hayatını vahiy yağmuru ile bereketlendiren yani Kur’ân ve Sünnet’i anlayan ve anlatan kimselerdir. 
 
Peygamberimiz yine bir başka hadislerinde “İnsanlar üç gruptur ya sâlim; günahlardan uzak ve selamette, ya gânim; yaptığı hayırlı amellerden dolayı manen kârlı ve kazançlı veya şâcib; dünyevî ve uhrevi yönden zararda olanlardır.” (Suyutî, el-Fethu’l-Kebir, 3/266) buyurarak, insanın maddeten ve manen dünyadaki ahvâlini tasvir etmektedir. 
 
Şu hâlde verimli toprak gibi günü kârla bitiren insan, ilimden ve hidayetten nasibini alan ve aldıklarını olduğu gibi gelecek nesillere aktaran kimse demektir. Dolayısıyla insan, yukarıdaki hangi sınıfa dahil olduğunu kendisi belirlemelidir. Şu da unutulmamalıdır ki bitki ve ağacın yeşermesi ve meyve vermesi toprağın kabiliyetine/özelliklerine bağlıdır. 
 
Nitekim gülü yetiştiren bakımlı toprak olduğu gibi, dikeni bitiren de bakımsız topraktır. Demek ki insan, bakımlı ve verimli toprak gibi meyve, gül ve çiçek yetiştirebilmeli, dikenli bitkiler bitiren çorak toprak durumuna düşmemelidir.

İnsan ve Toprak Münasebeti

İlmin kapısı kabul edilen Hz. Ali’nin lakabına “toprağın babası” anlamında “Ebû Türâb” denilir. Bereket ve bolluk anlamında “elin toprak olsun” manasına gelen “teribet yedâke” deyimi, hadislerde hayır dua anlamında kullanılmaktadır. 
 
Zira toprak, tarih boyunca devamlı bolluğu, bereketi ve verimi temsil etmiştir. Dinî açıdan toprağın bir başka özelliği ise, su bulunmadığı zaman abdest yerine kaim olan teyemmüm için temizlik kaynağı olmasıdır. Bu zaviyeden toprak, maddeten ve manen insanı temizleyen bir unsurdur. 
 
Dolayısıyla insan toprak gibi temiz, alçak gönüllü, mütevazı, üretken, cömert ve faydalı işlerin menbaı (anası) hâline gelebilmedir. İnsanın ruhî yapısında bulunan mala ve toprağa karşı olan hırs ve meyil inkâr edilemez. Hatta insanlar arasındaki çoğu husumetler mal ve toprak sebebiyle meydana geldiği görülmektedir. Çünkü insanın en çok sevdiği şey maldır; mal canın yongasıdır denilmiştir. 
 
Fakat insan onu Allah rızası için harcayabilirse dünya ve ahirette karşılığını bereket ve sevap olarak bulacaktır. Bu da onun (inancındaki) kararlığının, istikamet sahibi oluşunun, iyi niyetinin ve samimiyetinin en güçlü delilidir. Nitekim Allah Teala “Mallarını Allah rızasını dileyerek ve içlerinden gelerek harcayanların misali, tatlı bir yamaçta bulunan, üzerine bolca yağmur yağan, bu sebeple ürününü iki misli veren bir bahçedir.” (Bakara Sûresi, 2/265) buyurarak, malî fedakârlık yapabilenlerin mükafatı toprak ve su misali ile anlatılmaktadır. 
 
Zira insanda mala karşı hırs olduğundan infakta bulunması zor bir iştir. “İnsanoğluna iki vadi dolusu altın verilse bir üçüncüsünü ister. Fakat insanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buhari, Rikak 10) şeklindeki hadis, insanın fıtrî yapısındaki hırsı anlatmaktadır. Ancak insan, dünyaya karşı olan hırsını, ahiret nimetleri ve cennet için tercih edebilse menfaat kavgaları olamayacaktır. Bu da sağlam iman ve itikada bağlıdır. O halde imanlı insan, dünyayı “ahiretin tarlası” hükmünde gören ve ahiret için manevî hazırlık yapan kişi demektir.

Sonuç

Yerküre âlemin kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da arzın kalbidir. Tevazu ve mahviyet gibi insanı en yüce hedefe ulaştıran yolların işaretleri topraktır. Hatta toprak, en yüksek göklerden o gökleri Yaratan’a daha kestirme bir yoldur. 
 
Zira toprak kâinatta Cenab-ı Hakk’ın rububiyetinin tezahürüne, sonsuz kudretinin baş döndüren faaliyetlerine ve Hayy u Kayyum (hayatı veren ve onu devam ettiren) isimlerinin tecellisine en uygun, en müsait bir zemindir. Ayrıca Cenab-ı Hakk’ın rahmet arşı su üstünde olduğu gibi, hayat ve ihya (hayatı verme) arşı toprak üstündedir. 
 
Toprak maddeten sert ve zeminde bulunmasına rağmen, hayatın ve rızkın menbaı olması yönüyle manen her şeyin üstündedir. Yağmur, toprak için nasıl hayat kaynağı ise, toprak da insan için bir hayat ve memât unsurudur. Zira insan toprakla başlamış, toprakla yaşamış ve toprağa girecektir. 
 
Kur’ân bu hususu “Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine oraya döneceksiniz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.” (Tâhâ Sûresi, 20/55) âyetiyle açıkça beyan etmektedir. O hâlde toprağa girmek demek yok olmak değil, bilakis tohum gibi yeni bir hayata, ahirete başlangıç demektir. Şu hâlde, çorak topraklıktan kurtulup verimli hale gelen insan, cennete ehil olan insan demektir. 
 
Bu da insanın Rabbini öğrenmesine, tanımasına ve tanıtmasına bağlıdır. Bu liyakat ise kişinin vahiy yağmuru ile beslenmesi nisbetinde tezahür eder. Çünkü vahyin menbaı olan İslâm, insan fıtratına en uygun besleyici gıdaları gönderen bir hazinenin kaynağıdır. 
 
Bu takdirde mükerrem insan, yaratılışına en uygun hareket eden kişi demektir. Davranış ölçüsü ise vahiy yağmuru şeklinde inen Kur’ân ve Sünnet’i özümsemedir. Dolayısıyla mutlu ve kârlı insan olmada en önemli kıstas, beslendiği ve faydalandığı İslâmî güzelliklerden verimli toprak gibi başkalarına da istifade ettirebilmedir.

msarik@yeniumit.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder