Popüler Yayınlar

31 Mart 2013 Pazar

ULUSALCILIK NİÇİN İŞLEVSEL?

Türkiye'de laik kesimin siyasi bağlamda yaşadığı yenilmişlik hissiyatı, günlük hayatta sosyolojik sızmalar ve melezleşmelerle somutlaştığı ölçüde fark edilemeden derinleşen bir travma yaratıyor.

Laik kesim dindarların rejim tarafından korunmuş farz edilen alanlara girişini çaresizce izlemekle kalmıyor, kendi dünyasında yeni bir dindarlaşma eğilimine ve özellikle genç kuşak orta sınıflarda laik ve dindar dünyaları buluşturan ortak yaşam pratiklerine tanık oluyor.

Toplumun yüzde seksene yakını başörtüsünün yargı alanında bile kullanılmasına onay verirken, yeni nesiller kimlikler arası farklılaşmaları anlamsız kılabilen bir küresel atmosferde kendi söylemlerini üretiyorlar.

Orta sınıfların yeme içme âdetlerinden mobilya kullanımına ve tatil yapma alışkanlıklarına kadar pek çok özelliği artık ‘laik' veya ‘dindar' yaftasının ötesine geçiyor ve birbirine benziyor.

Basitçe söylersek Türkiye normalleşiyor. Aynı olgulara İslami kesimden baktığımızda cemaatsal sınırların giderek eridiğini görüyoruz.

Laik kesimde manevi ve uhrevi olana ilgi artarken, buna paralel olarak dindarlar arasında da hızla olgunlaşan bir sekülerleşme dinamiği mevcut.

İslami kesimin içinde bir azınlık bu ‘açılıma' şüpheyle baksa da, dindarların onyıllar boyunca modernliğe uyum sağlama gayretini içselleştirmiş olması, söz konusu yeni durumu da onların dünyasında sıradanlaştırıyor. AKP'nin iktidarda olması ise dindarların özgüvenini pekiştirerek bu ‘yeni dünyayı' kucaklamalarına neden oluyor.

Buna karşılık laik kesimin Atatürkçü kimliğe sarılan çoğunluğu bu durumu bir tehdit, bir tür ‘işgal' olarak algılıyor.

Dindarların kamusal alana hakimiyetini hatırlatan her idari karar veya değişikliği kendi hayatlarından ‘çalınmış' parçalar olarak görüyor, varlık nedenlerine ‘tecavüz' edildiğini düşünüyorlar.

Öte yandan bu tür algı ve duygular Atatürkçü kimliğin toparlayıcı bir nitelik kazanmasına neden olmuş gözüküyor.

Atatürkçülük modernist değişimciliği temsil etmekten çıkarak, ‘yeniden' bir varoluş ve onur mücadelesinin etiketi haline geliyor.

Dolayısıyla sosyolojik bağlamda yeni bir çekim merkeziyle karşı karşıyayız. Ne var ki söz konusu kimliğin kültürel bir nüvesi bulunmuyor.

Bu nedenle söz konusu kimliği bir ‘kurtuluşçu' ideolojinin çerçevesine oturtmanız, diğer deyişle ideolojik kılmanız gerekiyor.

Bu ise hem bir düşmana muhtaç hem de gelecek tahayyülü olan bir söyleme... Düşman zaten önünüzde durmakta: AKP. Söylemin şu an için tek talibi ise ulusalcılık...

Atatürkçülük laik cemaati yeniden toparlamayı becerebilecek asgari muğlaklığa sahip bir kimlik olarak şekillenirken, ulusalcılık da bu kimliğin içini doldurmaktan ziyade o kimliği ‘düşmana' karşı tahkim etmenin ve çatışma atmosferini daim kılmanın peşinde.

Laik kesimin ‘büyük' sosyolojisi bu minvalde sürüklenirken CHP de sürekli savruluyor ve her savrulmada ‘yenilikçi' kanat ulusalcı tutarlılık karşısında aciz kalıyor.

Bu içe kapanma dinamiğinin bir normalleşme ortamında yaşandığının altını bir kez daha çizmekte yarar var. Normalleşme İslami kesimde özgüveni pekiştirirken, laik kesimin özgüvenini daha da zayıflatıyor.

Bu durum laik kesimde de bir özgüven hareketinin ne denli cazip olabileceğini söylüyor ve nitekim ulusalcılık tam da bu.

Örneğin Sözcü Gazetesi'nin son dönemde niçin bir tiraj sıçraması yaptığını merak edenler, bu gazetenin özgüvenli ve korkusuz dili ile Hürriyet'in tedirgin duruşunu mukayese edebilirler.

Tablo böyleyken kendilerini ulusalcı saymayan, hatta bunu hakaret telakki eden sol/liberal aydınların tavrı epeyce ilginç gözüküyor.

AKP düşmanı sayılmasalar da hükümetin başarısızlığından ‘sevinme' hallerini gizleyememeleri, muhalefeti sadece evrensel normlara referanslar üzerinden yapmaları ve Türkiye'deki siyasi bağlamı es geçme eğilimleri, onları iktidara seslenen ama ona ulaşamayan bir ses olmaya mahkum ediyor.

Bu durumda o sesin siyaseten nasıl bir işlev gördüğü sorusundan kaçamayız... Ve görünen o ki –AKP'nin de itelemesiyle– sol/liberal eleştiri bugün genel laik cemaat açısından AKP'nin ‘düşmanlığını' kanıtlayan, ona örnek sunan bir payanda durumunda.

Türkiye tarihsel olarak sıkışan bir toplumsal enerjinin, yeterli iç olgunluğa erişemeden kamusal alana dirayet etmesine tanık oluyor.

Hepimiz bir ‘büyük dalganın' içinde yüzüyoruz ve ‘siyasetimiz' de onun akışı içinde anlam kazanıyor. Bu bağlamda bakıldığında sol/liberal aydınların tutumu, meyvelerini ulusalcılığın toplayacağı bir gençlik heyecanı kıvamından pek uzaklaşamıyor gibi görünüyor.

http://www.zaman.com.tr/etyen-mahcupyan/ulusalcilik-nicin-islevsel_2011005.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder