21 Mart 2013
BÜLENT KENEŞ
“20. yüzyılda Avrupa merkezli her büyük sarsıntı Ortadoğu'ya da
yansımış, Ortadoğu'yu şekillendirmiştir.
Birinci Dünya Savaşı,
Avrupa'nın büyük devletleri arasında patlak vermiş ve sonucunda Avrupa
haritası yeniden çizilmişti. Ortadoğu haritası da o savaşın sonunda
çizildi.
İkinci Dünya Savaşı da Avrupalı büyük güçler arasında patlak verdi. Avrupa haritası bir kez daha çizildi. Ortadoğu haritasına ise, savaş sonrasında Filistin topraklarının bir bölümünde ortaya çıkan İsrail Devleti eklendi.
Soğuk Savaş, tıpkı Birinci ve İkinci Dünya Savaşları gibi dünya ölçeğinde bir savaştı. Sona ermesiyle Avrupa haritası bir kez daha değişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölünen iki Almanya birleşti. Yok olan Sovyetler Birliği'nden Rusya'nın yanı sıra Ukrayna, Belarus, Moldova, Litvanya, Letonya, Estonya yeni Avrupa haritasına dahil oldular.
Çekoslovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ayrıldı. Yugoslavya'dan Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ ve 21. yüzyılda Kosova doğdu.
Soğuk Savaş sonrasında Avrupa haritası bir kez daha çizilirken, Ortadoğu'nun da olduğu gibi kalmayabileceğini, yakın tarihteki örneklerden çıkartmak mümkündü. Avrupa statükosunun değişmesine paralel olarak, Ortadoğu statükosunun değişmesi de gündeme geldi. (Neticede) Irak, Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Ortadoğu statükosunu temsil ediyordu.”
Türkiye'nin gazetecilik gurusu Cengiz Çandar'ın “Mezopotamya Ekspresi: Bir Tarih Yolculuğu -- Türkiye-Kürtler-Ortadoğu-Batı” isimli otobiyografik kitabında yer alan ve tamamına katıldığım yukarıdaki cümlelerine tek ilavem son cümledeki Irak'a Suriye ve diğer bazı Ortadoğu ülkelerini de eklemek olacaktır.
1916'da İngiliz ve Fransızlar tarafından bölgenin paylaşımı ve yeniden şekillendirilmesi konusunda imzalanan Sykes-Picot anlaşmasının artık geçerliliğini yitirdiğinin yoğun şekilde tartışıldığı şu günlerde, bölge ülkelerindeki muhtemel bölünmeler ve sınır değişiklikleri de ister istemez gündeme geliyor.
Zaten bölgenin ne coğrafik, ne de etnik ve kültürel doğal sınırlarıyla uyuşmayan Sykes-Picot sınırlarının suniliği ve anlamsızlığı uzun zamandır bölge halkları arasında konuşulan bir konuydu.
Küçücük bazı köyleri bile tam ortasından bölecek kadar bölgenin gerçekliğinden uzak çizilen bu sınırların oluşturduğu anormalliğin normalleşmesini beklemek için bugün her zamankinden daha fazla sebep var.
Suriye'de 2 yıldır süren kanlı savaş ve Nuri el-Maliki'nin Irak anayasasını ihlal ederek izlediği alabildiğine mezhepçi ve olabildiğine merkeziyetçi politikalardan dolayı bu iki ülkenin zaten hiçbir zaman oluşturamadıkları milli birliklerindeki tam dağılmadan sonra toprak bütünlüklerini de koruyup koruyamayacakları sorusu bugün bölgesel ana gündemi oluşturmaktadır.
Oluşan uluslararası güç dengesi yüzünden Suriye'de gidişatın ülkenin toprak bütünlüğünü korumayı neredeyse imkânsız hale getirdiği aşikâr.
Irak'ta ise istikrar ve güvenliği sağlayacağına olan boş ümitten ve yalnız bırakılması halinde tamamen İran'ın kontrolüne gireceğinden duyulan endişeden dolayı ABD'nin destek verdiği Maliki yönetiminin akılsızca politikaları yüzünden ülke hızla parçalanmaya doğru yol alıyor.
Sünni diktatör Saddam Hüseyin'i aratmayacak bir Şii diktatöre dönüşen Maliki'nin Bağdat'ı bugün ne Kürtlerin, ne de Sünni Arapların saygı duyduğu bir rejim niteliğinde bulunmuyor.
Hatta Bağdat'la Erbil arasındaki ilişkiler neredeyse iki düşman komşu rejim arasındaki ilişkiler niteliğinde. Anbar bölgesinde yoğunlaşan Sünni Araplar ise artık iyice Maliki'den umudunu kesmiş durumda.
Şimdilerde Sünni Araplar tıpkı Kürtlerin sahip olduğu gibi güçlü bir otonomiye ve belki de ileride bağımsız bir devlete sahip olmayı hayal ediyorlar.
Öte yandan, iç savaşla çalkalanan Suriye'nin muhtemel parçalanması Irak'taki gidişata da yön verecek gibi duruyor.
Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Suriye'nin kuzeyindeki Kürt nüfusun yoğunluklu olduğu bölgeler arasında bir ortak oluşumun ihtimal dahilinde olduğunun akla gelmesi için sahada her şey mevcut.
Muhtemel parçalanma durumunda Irak'ın geniş Anbar bölgesindeki Sünni Araplar ile, tek farkları aralarında geçen sınır olan, Suriye'nin Sünnileri arasında bir birliktelik ihtimali de gerçeklikten uzak bir gelecek formasyonu gibi gözükmüyor.
Irak ve Suriye'nin muhtemel parçalanmalarının mevcut sınırları aşan yeni bölgesel formasyonlara ve bazı birleşmelere yol açmasını beklemek de abes olmayacaktır.
Hatta Türkiye'nin çözmeye çalıştığı başta terör örgütü PKK sorunu olmak üzere, genel anlamdaki Kürt sorununu çözme çabalarının da bu gelişmelerle yakından ilgili olduğu söylenebilir.
Bu ihtimalleri düşünmek, yazmak ve konuşmak elbette yapmaktan daha kolay. Tam bir bölgesel herc-ü merci gerektiren bu türden değişikliklerin ne türden acılara ve trajedilere yol açacağını tahmin etmek zor değil.
Bir de başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin Çekoslovakya örneğinde olduğu gibi rızaya dayalı bölünmeler hariç parçalanmalara/birleşmelere ve sınır değişikliklerine hiç de sıcak bakmamaları işi daha bir içinden çıkılmaz hale getirebilir.
Tüm bu sebeplerden dolayı bölgesel sınırların değişebileceği üzerine hesap yapanların bunu kendi başlarına yapmaya yeterli güçlerinin ve imkânlarının olup olmadığını çok iyi hesap ve analiz etmeleri gerekiyor.
Sınırları değiştirme ya da yok sayma konusunda limitlerini bilmeleri ülkelere ya da etnik/mezhepsel gruplara liderlik edenleri büyük acılara yol açacak tehlikeli maceralardan alı koyacaktır.
Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder