1 Mart 2013
MUSTAFA ULUSOY - İSTANBUL
Bazı yürekler gam ve kederle doldu. Bazılarınınki serinledi.
Bir annenin gözüne uyku girmedi. Gece boyu nöbet tuttu çocuğunun başında. Ateşini ölçtü her saat başı.Çocukluk komşumuz Fadime teyze öldü.
Kimi kuşlar şakıdı. Kimileri gayb alemine alındı.
Bir ağaç kovuğunda hayat buldu üç yumurta.
Sabahların çiği yorgun sokakların omzuna düştü.
Hâlâ gökte ay vardı.
Saatler çaldı.
Ezanlar okundu.
Ezan saatini bekleyen yaşlılar vardı. Tek tük gençler.
Kimileri yokuşlara tırmandı.
Kimileri yokuşlardan indi.
Kimileri erkenden yollara düştü rızkını aramak için.
Kimisi metrobüste, dayadı cama başını, hülyalara daldı. Biri açtı kitabını okudu. Facebook’una baktı birkaçı.
Yorumlar gözden geçirildi. Kızın birinin canı sıkıldı. Onu terk eden delikanlının ilişki durumu değişmişti.
İçinden küfretti.
Bir diğeri, ilk vapurla karşıya geçmekteydi. Yolculuk boyunca, mavi sulara bakarak, doksan dokuz kere “Rabbi innî messeniye’d-durru ve ente erhamu’r-rahimiyn” ile “Lâ ilahe illâ ente subhaneke innî küntü mine’z-zalimiyn” dedi. Günler böyle akıp gitti.
Bir hafta daha yakınlaştı yaşayanlar ölüme.
Bilinmezlikler tuttu köşe başlarını.
Kadının biri gece yarısı tatlı uykusunu yardı geçti. Uyandı, abdest aldı. Başını secdeden alamadı saatler boyu.
Dudakları kıpır kıpırdı şehir rüyadan rüyaya geçerken.
Masum bir gülümseme belirdi bir bebeğin yüzünde.
Kimi aşka tutuldu yeniden. Kimi aşkla yaralandı.
Âşıklara verilen güller bir hafta dayanamadı.
Güneş doğdu yedi kere, yedi kere de battı. Tam zamanında.
Ne geleni vardı ne gideni bazı evlerin.
Bazı evlerde huzur, bazı evlerde kavga dövüş vardı.
Bazıları nefs-i emmarenin, bazıları kalbin yolundan yürüdü.
Kimileri dünyanın üzerindeydi, kimilerinin de dünya üzerlerinde.
Dünyanın yarısı aydınlıktı yarısı karanlık.
Dağların tepeleri yine soğuktu. Çöller yine kor ateş.
Oscar ödülleri dağıtıldı.
Alt kattaki komşu taşındı.
Üst kattan kavga gürültü yan komşudan müzik sesleri eksik olmadı.
Arabayı park ederken arka tamponu sıyırdı bir sürücü.
Ayakkabılar biraz daha eskidi.
Yeni bir çanta aldı kadın. Saydı, yirmi dokuz tane olmuştu çantaları.
Adam, “Sen kim oluyorsun da arabayı benimkinin önüne kırıyorsun,” diye bas bas bağırdı.
Biz kimiz, diye düşündü yeni yetme delikanlı.
Birilerinin dilinden sonsuz hamd döküldü, birilerininkindense kasvetli isyan.
Kimileri aziz bir misafir gibi yaşadı geçtiğimiz haftayı. Kimileriyse kendilerine acıyarak geçirdi aziz saatleri.
Kadın boşanırken kuzeni evleniyordu.
Politikacılar her zamanki nutuklarını attılar. Hayatın faniliğinden bahseden pek olmadı.
Oynaştı durdu yunuslar azgın dalgalarda.
Kiminin acısı taştı kiminin sevinci.
Şair haklıydı (Tomas Tranströmer): “Ölüm, doğuştan var olan o leke,/giderek büyüyordu/hepimizin üstünde, kiminde/hızlı, kiminde yavaş.”
Haklar gasp edildi.
Dünyanın mahkemeleri tartamadı kırık kalplerin iniltisini.
Hesaplar ahirete bırakıldı.
Meleklerin gözü dünyadaydı. Onlarla şenlendi kainat.
Çoğu insan bezgin kalktı yataktan.
Kimilerine uzaklar yakın oldu, kimilerine yakınlar uzak.
Bir çöl rüzgârı altını üstüne getirdi kumların.
Yine ölüm öldürülmedi.
Kabir kapısı kapanmadı.
Ebedi bir saadeti kazanmak ya da kaybetmek en önemli meseleydi.
Bazıları bunu mesele yaptı, bazıları ölüm yokmuş gibi yaşadı.
Kalbin misafiri
Başından sonuna kadar okumak nasip olmadıysa da, Hz. Mevlânâ’nın Mesnevi-i Şerif’ini (Timaş Yayınları) parça parça okuduğum olur. 5. cilt 3650. beyitteki şu bölümün sevinçlere, dert ve kederlere bakışı çok manalı.“İnsan vücudu, bir misafirhaneye ve muhtelif fikirler de çeşitli konuklara benzer. Dertli ve sevinçli düşüncelere aynen razı olan arif de konuk seven ve gariplerin gönlünü alan İbrahim Aleyhisselam’ın haline benzer.
Çünkü o, devamlı misafirine ikramla meşgul olup kafir, mümin, emin, hain olsun bütün konuklarına güler yüz gösterirdi ve kapısı herkese açıktı.
Bu beden bir misafirhaneye benzer. Ona her köşeden her gün konuklar gelir. Onlar için ‘Boynumda bir yüktür’ deme. Şimdi onlar, yokluk âlemine uçar giderler. Gayb âleminden her ne gelmişse o, gönlün misafiridir, onu hoş tut sen.”
Güç ve ünden utanmak
PEN 2013 Öykü Ödülü verilen Leylâ Erbil’in şu sözleri hayli çarpıcı:“Önerilen ödülü; ünü, gücü, saltanatı görmezden gelebiliriz diyor gibiyim zaman zaman.
Bir yazar gücü ne yapsın ki! Gerçek yazar güçten de ünden de utanır; nasıl bir dünyanın, onu kendisine sunduğunun bilincindedir…’’
http://www.zaman.com.tr/cuma_gecen-hafta-neler-oldu_2059615.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder