28 Mart 2013
HAVVA TUNÇ*
Özelleştirme, devletin mülkiyetinde ve yönetiminde olan kamu kurum ve
kuruluşların, yerli ve yabancı, özel ve tüzel kişi, kurum ve kuruluşlara
satışı ya da devri olarak tanımlanabilir.
Devletin banka sektöründe bankacılık faaliyetinde bulunması ya tekstil sektöründe kumaş üretmesi ya da diğer her türlü ekonomik faaliyetlerde aktif olarak rol alması piyasa mekanizması ve işleyişini bozar.
Özelleştirilecek kuruluşları satın alacak olanlar yurtiçinden olabileceği gibi yurtdışından da olabilmektedir. Özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşları satın alanlar, ulusal ekonomide genellikle yeterince sermaye birikimi sağlanmadığından, yabancı kuruluşlar olmaktadır.
Özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşun, özelleştirme sonrasında konumu değişeceğinden özelleştirilmesine karar verilecek olan kurum ve kuruluşun ekonomi içindeki monopol gücü, toplumsal fayda sağlama derecesi, ülke için stratejik konumu gibi durumları dikkatle incelenmelidir.
Bunun yanı sıra özelleştirme sonrasında faaliyette bulunacak kuruluşun piyasa koşulları içinde faaliyette bulunacağı ve temel amacının kârını maksimize etmek olacağı da unutulmamalıdır.
Örneğin, özelleştirilen bir kuruluş piyasa koşulları ve rekabet ortamı içinde, maliyette ortaya çıkabilecek bir artış sonucu ya o malın üretiminden vazgeçer ya da kâr maksimizasyonu olası ise üretilen mal ve hizmet miktarında kısıntı yapar.
Özelleştirmeye konu olacak kurum ve kuruluşların belirlenmesinde aceleci davranılmamalı ve uzun vadeli öngörüler yapılmalıdır. Aksi takdirde, özelleştirme ile elde edilmesi hedeflenen yararlar yerini zararlara ve toplumsal kayıplara bırakabilir.
Özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşlar, kâr eden kurumlar olabileceği gibi zarar eden kurumlar da olabilir. Özelleştirmenin amacının devletin piyasa içindeki ekonomik faaliyetine son vermek ya da en aza indirgemek olduğu unutulmamalıdır.
Siyasi otoritenin, özelleştirmede, ulusal imkânları öncelikle kendi varlığını koruyabilmek ve güçlendirmek için kullanması, ülke çıkarlarına ters düşen uygulamalara yol açabilmektedir. Özelleştirme, devletin, sahip olduğu her şeyi satması anlamına gelmez.
Devletin, öncü olması gereken ve/veya stratejik önemi olan sektörler hariç, işletmeci olarak piyasada yer almamasını sağlayacak her türlü düzenleme ve uygulama, özelleştirme uygulaması olarak uygulamada yerini alır. Bunun yanı sıra özelleştirme uygulamaları ve uygulamaya konu olan mal ve hizmetler her bir ülkede farklıdır.
Gelişmiş ülkeler ya da sermaye birikimini gerçekleştirip sermaye stoklarına sahip olan ülke ekonomileri, gelişmişlik derecelerine ivme verebilmek ya da daralan kâr marjlarını artırabilmek için, kârlarını maksimize edebilmek için, özelleştirme uygulamalarına dört elle sarılıp övgüler sıralamaktadırlar.
Buna karşılık gelişmişlik trendini yakalamak için uğraşan ama bir türlü yakalayamayan gelişmekte olan ülkeler, özelleştirmeyi gerek içinde bulundukları siyasî konjonktür gerekse ekonomik koşulları nedeniyle gerçekleştirilemeyen sermaye birikimini sağlayacak bir uygulama olarak değerlendirmektedirler.
Kuramsal olarak söylenenler doğru olmakla beraber, yapılan uygulamaların yarattığı etkileri değerlendirdiğimizde, gelişmekte olan ulusal ekonomilerin yapısal özellikleri ve sorunları nedeniyle gelişmiş ülke ekonomileri gelişmekte olan ülke ekonomilerinde yapılan özelleştirmelerden kazanç elde ederken, gelişmekte olan ülkelerin gelişimleri beklenenler doğrultusunda olmamaktadır.
Aksine ülke ekonomisi zarara uğramakta, bunun yanı sıra dış dünyaya, gelişmiş ülkelere kaynak transferi gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle, gelişmekte olan ülkede hedeflenen kazançlar yerini kayıplara bırakmaktadır.
Türkiye ekonomisinde, kamu kurum ve kuruluşları olan Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK) ve Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) zarar ettikleri ve ulusal ekonomide borç stoklarının artmasına yol açtıkları için bütçe açıklarının temel sorumlusu olarak değerlendirilmiş ve tartışmaların odak noktası olmuştur.
Dolayısıyla, bunların satılması ve hatta bedava verilmesi ekonominin gündemini oluşturmuş ve bazı hükümet yetkilileri tarafından “üste para verilerek” elden çıkarılmasından bile bahsedilmiştir.
Burada temel amaç ve beklenti "kamu kurum ve kuruluşları satılınca ülkeye yabancı sermaye gelir, bu kuruluşların teknolojileri yenilenir, daha etkin bir yönetime kavuşur, üretimde artış ve verimlilik sağlanır, kârlarda artış elde edilir ve bunlara bağlı olarak vergi gelirleri artar ve nihai olarak, bütçe açıkları kapanır ve uzun dönemde istihdam artar” şeklindedir. Yani, bu yaklaşıma göre ekonomik sorunların çözümü, özelleştirmeden elde edilecek başarıya bağlıdır.
Erdemir, TÜPRAŞ, SEKA, Petlas, PO, Telekom, Türkiye'de özelleştirilen kurumlardan birkaçıdır. Bu kurumların özelleştirilmesi uzunca bir süre tartışmaların odak noktasını oluşturdu ve hâlâ oluşturmaktadır.
Tartışmaların odak noktası ekonomide kâr getiren, toplumsal faydası yüksek olan ve ulusal ekonomi içinde monopol durumunda olan bu kuruluşların özelleştirilmesi ile elde edilmesi beklenen faydanın ne oranda gerçekleştiğidir.
Geçtiğimiz dönemlerde elektrik ve doğalgaz gibi enerji dağıtımının, otoyol ve köprüler gibi ulaştırmanın özelleştirilmesine başlanmış olup uzunca bir süre bunların özelleştirilmesine devam edileceği anlaşılmaktadır.
Özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşların stratejik konumu ve önemi, daha da önemlisi kamu yararı çok iyi sorgulanmalıdır. Ve bu özelleştirmelerin ne kadar rasyonel olduğu ayrıca tartışılmalıdır.
Bunun yanı sıra kamu yararı yüksek ve kâr getiren kurum ve kuruluşun özel sektöre devrinin, uzun vadede getireceği olası sakıncaları veya faydalarının, kalkınma açısından ne anlama geleceğinin çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
27 üyeli Avrupa Birliği ülkelerinde, başta Yunanistan olmak üzere İspanya, Portekiz, Güney Kıbrıs gibi ülkelerin borçluluk oranları, bütçe açıkları büyük değerlere ulaşmasına rağmen, ulusal ekonomi bağlamında, özelleştirme gündeme gelmediği gibi tartışılmamaktadır.
Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan hatta gelişmişlik sürecini yakalayamayan ülkelerin özelleştirmeye bakışları oldukça farklıdır.
Özelleştirme kararı verilmeden önce devletlerin ve/veya hükümetlerin yapmış oldukları özelleştirme sonucu elde edecekleri gelir ile ne yapacaklarını, içinde bulundukları, uzun dönemde, konumlarını gözden geçirmeden özelleştirme kararı almamaları gerek ülkelerin geleceği gerekse hükümetlerin kalıcılığı ve halkların refahı açısından oldukça önemlidir.
Ve özelleştirme sonucu olası etkilerin senaryosu çok iyi yapılmalıdır. Özelleştirmeden beklenen faydanın elde edilebilmesi, elde edilen gelirlerin kısa vadeli harcamaların finansmanında değil, uzun vadede gelir getirecek yatırımların finansmanında kullanılması gerektiği unutulmamalıdır.
*Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder