Popüler Yayınlar

30 Mart 2013 Cumartesi

POSTMODERNİZME KARŞI REÇETE - KEMAL SUSKUN


Ali Bulaç, Postmodern Kaosta Kıble Arayışı adlı yeni kitabında zamanı ve mekânı “modern” adlandırmasıyla bölen hâkim Batı söylemine karşı çıkıyor ama onu anlamlandırmayı da ihmal etmiyor.
 
POSTMODERN KAOSTA KIBLE ARAYIŞI, ALİ BULAÇ, İNKILAP KİTAPEVİ, 280 SAYFA, 15 TL

Hâkim söylemin, egemenin dilinin, ‘diğerleri’ (geriye kalan) üzerinde travmatik bir etkisi vardır. Önce söylenenler inkâr edilir, görmezden gelinir.

Osmanlı’nın Rönesans’a, Reform’a ve Aydınlanma’ya verdiği ilk tepkidir bu. O devir için Osmanlı, “İslam âlemi” demektir. Bu, Batı’nın hâkim güç olmadan evvel yaşadığı bir dönüşüm, kemâle erme sürecidir. Haliyle ‘diğerleri’ tarafından anlaşılmaya değer görülmemiş olabilir.

Devrin Osmanlı metinleri, daha ziyade devletteki ve toplumdaki yozlaşmanın kaynağını, içeride aramaya koyulmuşlardır. Padişaha sunulan raporlarda, bugün sıklıkla işittiğimiz, “Bu mesele dünyada şöyle hallediliyor.” gibi satırlara rastlamak ihtimal dışıdır; devrin şartları bakımından gereksiz de görülebilir. Ardından, egemenin varlığı küllî bir biçimde ortaya çıkar ve çatışma süreci başlar.

Ama bu çatışma aşk-nefret ikilemini beraberinde taşır. Bir kısım, illa ki o varlığa sempati duyacaktır. Sonra kabullenilir ve hâkim söyleme göre hizaya girilir. Burada da çatışma duygusu içeriksel bir muhalefet olarak hayatını sürdürür. Nihayet, makul bir zeminde, kısmen de olsa eşitlik duygusu içinde onunla diyaloğa geçilir.

İslamcı miras nedir?

‘İslam âlemi’nin Batı ile ilişkisinde hangi aşamadayız? Bu şema doğrusal değil, döngüsel bir seyri işaret ediyor. Üstelik Osmanlı’nın yıkılışıyla birlikte çeşitlilik baş göstermiştir İslam coğrafyasında. Birkaç kez kabullenilen Batı’nın hegemonik söylemi, aşırı milliyetçi dalgalara dönüşmüştür kimi zaman.

Sosyalizm, komünizm akımları 1960’larda ve 1970’lerde Türkiye, Suriye, Mısır gibi ülkelerde Batı’yla ilişkileri başka boyutlara taşımıştır. Avrupa ve ABD’deki “ikbal dönemleri”, İslam coğrafyası için bir türlü aşılamayan ideolojik tıkaçlara sebep olmuştu; oralardaki kriz dönemlerinde ‘diğerleri’ çoğunlukla kendi halleriyle cebelleşmekteydi.

Ama bugün farklı bir yapısal durumla karşı karşıyayız. 2008 krizi, Arap uyanışı ve Çin’in yükselişi, Afrika’nın sessiz dönüşümü aynı zamansal düzlemde gerçekleşiyor ve bu gerilim hattında alınacak kararlar, tarihi, yani Batı’yla ‘diğerleri’nin etkileşimini, farklılaştırabilir. Bunun için, Doğu’nun basiretli, Batı’nın da basiretsiz kararlar alması beklenir elbette...

Ali Bulaç, Postmodern Kaosta Kıble Arayışı kitabıyla bu tartışmaya geleneksel bir cepheden katılıyor. Bulaç, İslamcı mirası reddetmeyip geliştirme taraftarı. İslamcı miras: Devletlerin çözülme süreçlerinde “Ne yapmalı?” sorusuna İslam coğrafyasında verilen siyasî cevapların toplamı. Bulaç, zaman-mekânı “modern” adlandırmasıyla bölen hâkim Batı söylemine karşı çıkıyor ama onu anlamlandırmayı da ihmal etmiyor.

Modern ve postmodern dönemlere dair tespitleri, kurucu söylemlerden değil, eleştiren-yıkan söylemlerden ileri geliyor. Haliyle ‘modern tahayyül’e karşı çıkmanın, Batı için bile kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. ABD’de okul saldırıları, Brievik’in Norveç’teki kanlı eylemi, Batı’daki ‘ahlakî kriz’in görüntüleri... Bulaç’a göre İslam’ın tarihî ve kültürel kodları bu krizleri çözmeye hayli elverişli .. Ama ‘kapitalizmin ıslahı’ konusuna şüpheyle yaklaşıyor Bulaç ve kapitalizmden, modernizmden ve ‘postmodern kaos’tan çıkışı teklif ediyor. Bu durumda şu soru güncelliğini koruyor İslam coğrafyası açısından: Ne yapmalı?

Özü yeniden keşfetme çağrısı

Bu bakımdan, Ali Bulaç’ın Batı’yı anlamlandırma çabası hayli gereklidir. Belki bunu, farklı perspektiflerden ve daha çeşitli metotlarla yapmak lâzım. Öte yandan Bulaç’ın İslam coğrafyasına uyarısı olarak okunabilecek “Mevlana” ve “Yunus Emre” bölümleri, İslam’ın özünü de yeniden keşfetmeye çağırıyor.

Burada mesele Mevlana ya da Yunus Emre’nin İslam’ın özüne zarar vermesi değil –böyle bir şey bahis dışıdır– bugün New Age tarzı akımların, bu iki İslam bilgesini kendi potalarında eritme çabasıdır. Bulaç çift yönlü işleyen bir entelektüel çabadan bahsediyor ancak bunun pratik hayata yansıması konusunda ekonomi-politik ya da sosyolojik bir öneri getirmiş değil henüz.

Bu bağlamda, İslam coğrafyası için ‘basiret’in iki kaynağından bahsetmek mümkün: Ömer bin Abdülaziz’in dediği gibi “Allah’la ilişkileri düzeltmek” ve ‘çağın bilgisi’ni elde etmek. Teorik planda bu kaostan çıkmak için çok sayıda uyarı yapılabilir elbette, ancak pratik anlamda küllî bir projenin yokluğu hâlâ göze çarpıyor.

 http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?newsId=8136

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder