1 Mart 2013
İçinde Osmanlı geçen tarih, son zamanların popüler
alanlarından.
Geçmişte üç maymunun oynandığı Osmanlı tarihçiliği,
perdelerini yavaş yavaş kaldırıyor.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci,
insanlığın son adası Osmanlı’nın kör kuyudan ses vermeye başladığı bu
zamanda şu suali soruyor: “Ama hangi Osmanlı?”
Yazar, TİMAŞ’tan çıkan ‘Ama Hangi Osmanlı?’ adlı kitabında, Devlet-i Âliye-i Osmaniye ile ilgili tartışılan konulara açıyı değiştirerek bakmayı salık veriyor.
Eserin girizgâhındaki şu cümleler dikkat çekici: “Fransız İhtilali’ni, ‘insanlığın büyük zaferi’ diye vasıflandıran bir solcu tarihçi Albert Mathiez’den okumak var; bir de ‘insanlığın temeline atılan dinamit’ olarak gören monarşist Albert Soral’den.
Tarihçinin, şahsiyetini, hüviyetini bir yana koyarak tarih anlatması umulmaz.” Bu cümleler, Ekinci’nin kitabı için bir maymuncuk. Eser, ‘Osmanlı Devleti ne zaman kuruldu?’ faslıyla başlayıp, ‘Fransa dostluğu Türklere uğur getirmedi’ ile nihayet buluyor.
Üç bölümden oluşan kitapta şu başlıklar yer alıyor: Osmanlı’yı Anlamak, Osmanlı’yı Anlatmak, Osmanlı Dünyasını Aralamak.
1923 sonrası resmî ideoloji, reddi miras politikası sebebiyle üzerine kurulduğu toprakların eski sahibini görmezden geldi. Onun yaptıkları -hem de her şeyiyle- yanlış ve terakkiye mani addedildi.
Ancak son zamanlarda tarihe olan alaka sayesinde, gerçeklerle efsaneler saf değiştirmeye başladı. İnsanlığın son adası Osmanlı da kör kuyudan ses vermeye başladı.
Şimdi, sırada şu sual var: “Ama Hangi Osmanlı?”
‘Anayasa tecrübemiz 200 seneden fazla’
Prof. Dr. Ekinci, ilk bölümde yer alan Osmanlılarda Anayasa Macerası makalesiyle günümüze ışık tutuyor aslında.
Malum, ülkenin gündeminde sivil ve yeni bir anayasa var. Yazar, “Anayasa tecrübemiz 200 seneden fazla.” diye giriyor konuya.
Günümüzdeki mevcut Anayasa gibi Kanun-i Esasî’nin de 1831 Belçika ve 1850 Prusya anayasalarından mülhem olduğunu hatırlatıyor.
Ekinci, yeni kurulan mahkemelerin, Fransız mahkemelerinden üstünkörü alındığından getirildikleri muhitle hiç alâkalarının olmadığını söylüyor.
Ve bu kişilerin memleketimize Fransa’nın kendisi kadar yabancı olduklarını anlatıyor: “Yargı reformu kaçınılmaz ise o halde herhangi bir devletin numune alınmasının veya millî karakterde olmasının esasen pek ehemmiyeti yoktur.
Mesele tamamen pragmatiktir. Hele reformcuların bu işi kerhen yaptıkları düşünülürse…”
Yazar, ‘Padişahın Kalbinde Taht Kuran Hürrem Sultan’ adlı yazısına başlamadan önce, “Hürrem Sultan, Osmanlı tarihinin en meşhur hanımlarından biridir şüphesiz.
Romanlara, tiyatrolara, filmlere mevzu olmuştur. Hepsinde kocasını avucunun içine alıp ona her istediğini yaptıran muhteris bir kadın olarak tasvir edilir. Peki, gerçek böyle midir?” ifadelerini kullanıyor.
Hürrem Sultan’ın hayatıyla ilgili bilgiler veren Ekinci, “Kanunî’nin Mahidevran’dan olma oğlu Şehzade Mustafa’nın katlinde Hürrem’in parmağı var mı?” sorusuna şu cevabı veriyor: “Kocası tarafından çok sevilen kadınlar hep kıskanılır ve iftiraya uğrar.
Kanuni Sultan Süleyman gibi hayatında hiç büyük hata yapmamış bir hükümdarın, kadın komplosuyla hareket etmesi düşünülemez. Mustafa, padişahın öz oğludur. Onun kanından ve canındandır.
Padişah elbette idamını haklı görmüş ve infaz ettirmiştir. Hürrem Sultan, belki çok üzülmemiş, hatta taht oğullarından birine kalacağı için belki memnun da olmuştur. Ama hâdisenin mesulü değildir.
Mustafa, heyecanlı ve tedbirsiz tavırlarıyla zaten padişahlığa uygun olmadığını göstermiştir. Yiğitlik tek başına kâfi değildir. Sabır ve temkin daha mühimdir.”
Kürtler nasıl Osmanlı vatandaşı oldu?
Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucularından. Ancak her Kürt’ü PKK olarak gören zihniyetin unuttuğu bir şey var, bu Müslüman halk, tarihte Osmanlı’nın sadık bir tebaasıydı.
Ekinci de bu duruma işaret ediyor ve “Kürtler, Yavuz Sultan Selim zamanında Safevî baskısına girmemek için gönüllü olarak Osmanlı vatandaşlığını seçti.
Bundan sonra, mıntıkada asırlarca sürecek sulh ve sükûn devresi başladı.” diyor. Yazar ayrıca, Kürt beyliklerinin kendilerini tazyik eden Şiî İran’a karşı Osmanlıları bir kurtarıcı olarak gördüğünü, Şark sınırını böylece emniyet altına alma düşüncesinin de Osmanlılara cazip geldiğini kaydediyor.
Rusların öteden beri Doğu Anadolu ve Kilikya’da bir Ermeni devleti kurma hayallerinin olduğunu aktaran Ekinci, İngilizlerin de bunu önlemek için Kürtleri Ermenilere karşı kışkırttığını söylüyor:
“Tehcir sırasında çok Ermeni’nin canı yandı. İttihatçıların kavmiyetçi politikası, Araplarda olduğu gibi Kürtler arasında da milliyetçi entelektüeller doğurdu. Ancak modern fikirleri sebebiyle bunlar muhafazakâr halk arasında rağbet görmedi. Birinci Cihan Harbi’nden sonra İngilizler Ankara ile anlaşarak daha evvel Kürtlere vaat ettikleri otonomiden vazgeçti."
http://www.zaman.com.tr/cuma_haftanin-kitabi-osmanliyi-nasil-bilirdiniz_2059622.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder