Popüler Yayınlar

19 Mart 2013 Salı

Ronald Dworkin, Bir Siyaset Düşünürü

Ronald Dworkin

Amerikalı hukuk ve siyaset teorisyeni Ronald M. Dworkin, 14 Şubat günü 82 yaşında vefat etti. Dworkin otuz küsur yıldır İngilizce konuşulan dünyada başta hukuk teorisi alanında olmak üzere kendisine en çok atıf yapılan düşünürlerden biriydi.

Kamu hukuku alanında uzmanlaşmış bir bilim adamının eserlerinin siyaset teorisinden soyutlanması zaten imkânsızdır ama Dworkin'e siyasî düşünce alanında da ilgi duyulmasının kendi teorisinin yapısından kaynaklanan özel bir nedeni vardır.

Bu, onun hukuku aynı zamanda siyasî bir girişim olarak gören yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Bu arada, “revizyonist” bir liberal olarak Dworkin'in bir bakıma “popüler” bir düşünür olmasının, onun, toplumsal-siyasal bir teori ve pratik olarak liberalizmin yeniden canlandığı bir dönemde -1970'ler ve sonrasında- eser vermesiyle de ilgili olduğu muhakkaktır.

Ronald Dworkin “liberal” olarak anılmakla beraber, Amerikan siyasî yelpazesinin “sol”unda, yine orada yaygın olan bir deyimle, “ilerici” cenahta yer alan bir düşünürdü. Bu pozisyon, Türkiye'nin ve Avrupa'nın terminolojisinde kabaca “sosyal demokrat”lığa denk düşmektedir.

Önerdikleri projelerin liberalizmin klasik anlamıyla uyuşmayan epeyce yönü bulunmasına rağmen, Dworkin ve benzeri –J. Rawls, B. Barry, B. Ackerman gibi- düşünürlerin Amerikan bağlamında “liberal” olarak anılmalarının başlıca iki nedeni var:

Birincisi, bunların 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında T. H. Green, L. Hobhouse ve J.A. Hobson'ın revizyona uğrattığı düşünce geleneğini –yerleşik deyimiyle, “yeni liberalizm”i- takip ediyor olmalarıdır.

Bu düşünürler liberalizmi klasik köklerinden önemli ölçüde kopararak, onu demokratik sosyalizmle bağdaşabilecek yeni bir rotaya sokmak istemişlerdi. Rawls ve Dworkin gibi Amerikan siyasî düşünürlerinin “liberal” olarak anılmalarının ikinci nedeni, onların sonuçta önerdikleri veya onayladıkları siyasî projenin aşağı yukarı sosyal veya refah devletiyle örtüşmesine rağmen, ahlâkî ve epistemolojik öncülleri bakımından onların esas olarak bireyci olmasıdır.

KADER VE HAK DAĞILIMI İLİŞKİSİ

Dworkin'in görüşleri bu bakımdan tipiktir. Nitekim o, klasik liberallerden farklı olarak, “liberalizm”in temel değerinin özgürlük değil eşitlik olduğunu savunuyordu. Hem özgürlük hem de eşitliğe bağlılığa dayandırılan bir liberalizm görüşünü eleştiren Dworkin'e göre, bu anlayışı benimseyenlerin asıl bağlılıkları özgürlüğe olduğu için, eşitliğe teorilerinde daha sınırlı bir rol verirler.

Oysa, Dworkin liberalizmin özünü bütün bireylere “eşit ilgi ve saygı”yla muamele etmenin oluşturduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla, siyasî kurumların bu ilkeye uygun olarak tasarlanması gerekir. Aslına bakılırsa, bildik anlamda liberallerin çoğundan farklı olarak, Dworkin bireylerin genel bir özgürlük hakkına sahip oldukları görüşünde de değildir.

Ona göre, bireylerin temel nitelikte bazı sivil ve siyasal hakları vardır ama özgürlük diye genel bir hakları yoktur. Sivil özgürlüklerin temeli özgürlük değil eşitliktir, eşit ilgi ve saygıdır. Liberalizmin sivil özgürlüklere özel önem vermesi özgürlüğün eşsiz öneminden ileri gelmeyip, eşit ilgi ve saygıya bağlılığından kaynaklanır.

Dworkin'e göre, eşitlik değerler bakımından tarafsızlığı gerektirir. Değer çoğulculuğu bir gerçek olduğuna göre, liberal devlet ancak farklı iyi hayat anlayışları karşısında tarafsızlığını koruyarak eşitliğe bağlı kalabilir. Dworkin'in kendi ifadesiyle:

Eşitlik siyasî kararların herhangi bir iyi hayat anlayışından veya hayata değer veren her neyse ondan mümkün olduğunca bağımsız olmasını gerektirir… Yurttaşların (iyi) anlayışları farklı farklı olduğundan, (hangi nedenle olursa olsun), devlet eğer bir anlayışı diğerine tercih ederse onlara eşit davranmamış olur.

Öte yandan, Dworkin'in temel liberal değer olarak gördüğü eşitlik sadece eşit yurttaşlık veya hukuk önünde eşitlikten ibaret de değildir. Ona göre, eşitlik ilkesi bireylerin kaynaklara eşit ulaşımını ve fırsatların eşitliğini de gerektirir.

Dworkin bu konuda insanların doğumla gelen yetenek donanımlarının sonucu olan eşitsizlikler ile “başarma tutkusu”na duyarlı olan eşitsizlikler arasında bir ayrım yapar. İnsanların fıtrî yetenekleri bakımından avantajlı olmalarını keyfî bulur, çünkü bunlar kişilerin tercihleri ve çalışmalarıyla ilgisizdir.

Buna karşılık kişilerin tutkulu bir şekilde çalışarak elde ettikleri ahlâkî bakımdan takdire değerdir ve kişi bu sonuçları hak eder. Dworkin bu anlamda eşitlikten ayrılmanın eşit ilgi ve saygıdan caymak anlamına geleceğini, dolayısıyla meşru olmadığını düşünür.

Çünkü, böyle yapılması halinde devlet ya bazı insanların kaderinin diğerlerininkinden daha fazla ilgiyi hak ettiğini ya da bazılarının tutku ve yeteneklerinin daha değerli olduğunu varsaymış olur.

Dworkin'in hem siyasî hem de hukukî teorisinde hakların belirleyici bir yeri vardır. Çünkü o hakları esas olarak ahlâkî bir kategori olarak görür. Dworkin'e göre, temel sivil haklar başka her türlü mülâhazaları, ama öncelikle de faydacı mülâhazaları geçersiz kılan, bireylerin ellerindeki “kozlar”dır.

Temel haklar bu arada kolektif iyi gerekçesine dayandırılan kamu siyaseti taleplerine de üstün gelirler. Dolayısıyla, eğer bir kişi bir şey üzerinde hakka sahipse, genel yarar gerekçesiyle bile devlet kişinin o hakkını tanımazlık edemez.

    İlginçtir ki, Dworkin en üstün ahlâkî talepler olarak nitelediği “haklar” listesinde meselâ ifade ve örgütlenme özgürlüklerine öncelikli bir yer verirken, iktisadî özgürlük haklarını bu listeye dahil etmez. Ona göre,“(h)akikî liberallerin fikir özgürlüğü kadar iktisadî özgürlüğü de korumaları gerektiği önermesi gülünçtür.

 Böylece, İktisadî haklar kamu siyaseti mülâhazalarıyla her zaman ihmal edilebilirler. Bu demektir ki, iktisadî beklentilerini veya mülkiyet haklarını olumsuz etkileyen kamu otoritelerinin aşırı düzenleyici ve müdahaleci önlemlerine (aşırı vergi gibi) karşı Dworkin'in teorisi kişileri korumasız bırakmaktadır.
  
*Prof. Dr., İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder