Dr. Selçuk CANSIZ
Gerçek ilim, öncelikle insanın kendisini tanımasıyla
başlar. İnsan ruh ve beden olarak çok karmaşık olan, âdetâ sırlar yumağı
görünümü arz eden, ayrıca kendisine verilen her bir duygusu da keşfe muhtaç
hakikatlerle dolu olan harika bir varlıktır.
Bediüzzaman’ın deyimi ile kâinatın
küçük bir numunesi ve çekirdeği olan insanın, mahiyetinin anlaşılabilmesi
oldukça güçtür. Bütün bütün anlaşılması da mümkün görünmüyor.
İnsanlık tarihi boyunca ruh konusuna net bir açıklık
getirilebilmiş değildir. Kur’ân’ın karşısında olan felsefenin ruh konusundaki
bilgileri, canlıların hal ve davranış biçimlerinden yapılmış çıkarımlardan
ibarettir.
Kur’ân’da; “Sana ruhtan soruyorlar.
De ki: “Ruh
Rabbimin emrindendir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (İsra: 85)
“Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: ‘Ben, kuru balçıktan, şekil
verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım.
Ben, onun yaratılışını
tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye
kapanın.’” (Hicr: 28-29) “Sonra onu düzenli bir şekle sokup, ruhundan üfürdü.
Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. Siz pek az
şükrediyorsunuz!” (Secde:9) “Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona
üfledim mi derhal ona secde edin.” (Sad: 72) âyetlerinde ruh konusunda bize
bilgi verilmektedir.
Ancak bu kadar bilgi ruhu tam mânâsıyla anlamamıza
yetmemektedir. İlk insan Âdem aleyhisselâmdan sonra, anne rahminde yüz yirmi
günlük iken, bir melek gönderilerek ruhu üflenen, rızkı, eceli, ameli ve şakî
ya da said mi olacağını yazılan1 insanın, kendi mahiyetini anlamadan yaşaması
düşünülemez.
Günümüzde Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nurların
muhtelif yerlerinde insanın ve ruhunun mahiyeti konusunda bizi rahatlatacak
birçok açıklayıcı bilgiler vermektedir. Biz bu bilgilerin ışığında ruh konusunu
kabiliyetimiz nisbetinde anlamaya çalışacağız.
B- RUHUN TANIMI:
Bediüzzaman ruhu tarif ederken, ‘haricî vücut
giydirilmiş şuurlu bir kanun’ olarak belirtir. Diğer sabit ve daimî olan fıtrî
kanunlar gibi, ruh dahi emir âleminden, irade sıfatından gelmiştir.
Ruhu, Ezelî
Kudretin, kıymetli bir mücevher kutusu gibi, hisseden ve algılayan çok güzel
bir vücut giydirdiği, bir yerde duramayan, akıcı, şeffaf ve hoş bir cevher 2
olarak tanımlar.
İmam Gazali ruh için;
“Ruh cisim dahi değildir. Suyun kaba girmesi gibi
bedene dışarıdan girmiş değildir! Cisim bölünebilir. Ruh ise cisim olmadığı
gibi bölünebilir bir şey de değildir. Eğer ruh bölünebilseydi, onun bir
parçasının bir şeyi bilip diğerinin bilmemesi mümkündü...
Tek yerde iki zıddın
olması çelişik bir fikirdir. Cüz kelimesi ruh için uygun değildir. Çünkü, cüz
kül’e izâfet demek olup, bu hususta ise ne kül, ne de cüz vardır. Ruh bölünmez
bir yapıdır. Ve yer de tutmaz”3 şeklinde bir tarif getirmektedir.
Ruh
maddeden mücerred bir cevher veya bir lâtife-i Rabbaniye olduğundan, onun
mahiyetini idrak etmenin insanlar için mümkün olmadığına vurgu yaparak; ruhun
tesir altına girme ve eşyayı tesir altına alma olarak iki cephesi olduğunu,
insan ruhunun hem şu görünen âlemle, hem de gayb âlemiyle devamlı münasebet
halinde olduğunu, gayb âleminden sürekli feyz aldığını, şehadet âlemine ise
ilim ve irfanıyla tesir ettiğini, ruhun bizatihi kaim, fakat hâdis ve mahlûk
olduğunu, zâtıyla idrak eden, aza ve hisler vasıtasıyla bedende tasarrufta
bulunan ruhun, hâkim bir cevher-i mücerred ve bir lâtife-i Rabbaniye olduğunu,
ebedî fakat ezelî olmadığını, ruhun görünen âlemdeki varlıkları hissedip
anlamak için her zaman vücuttaki organları kullanmaya muhtaç olmadığını,
görülmemekle beraber, ruhun varlığı beden ülkesindeki fiil ve hareketleriyle
bilindiğini, ruhun bedenin bütün hücrelerinde hazır ve nazır olduğunu, Hakîm-i
Kerîm’in her bir nev’î hayvanın ruhuna onlara en münasip ve istifadelerine en
müsait cesetler giydirdiğini, arslanın haşin ruhu ile kuvvetli bedeni ve keskin
dişleri arasında tam bir münasebet olduğu gibi, bülbülün hassas ruhuyla nazik
bedeni, narin tüyleri, tatlı sesi arasında yine tam bir münasebetin olduğunu,
ruhun bedene dâhil olmadığı gibi hariç de olmadığını, bitişik olmadığı gibi
ayrı da olmadığını, ruhun bedenin tamamını idare ettiğini, bedenin her yerinde
mevcut, bölünmez ve parçalanmaz olduğunu, ruhun, his, idrak, ihtisas ve irade
üzerinde hâkimiyet kurduğunu, ruhun tek ve basit olduğunu, terkip olmadığını,
terkip olmadığı için de zaman, mekân ve harici hadiselerin onu çözüp
dağıtamadığını, eskitip yıpratamadığını ifade etmektedir. 4
C - İNSAN RUHUNUN ÖZELLİKLERİ
1- Ruh, âlem-i emir ve iradeden gelen bir kanundur:
Evet ruh emir âleminden5 gelen bir kanundur.
Kanunlar, Allah’ın kâinatı yaratırken koyduğu kurallardır. Bu kanunlara fıtrat,
âdetullah ya da sünnetullah kanunları denir.
Kâinata baktığımız zaman bu
kanunların nasıl işlediğini görebiliriz. Fen ilimleri bu kanunların çeşitli
vechesini incelemek için vardır. Meselâ biyoloji canlılar üzerinde hükümran
olan kanunları incelerken, fizik; maddeler üzerindeki ısı, ışık, hız, hareket,
kütle, yer çekimi gibi kanunları/konuları inceler.
Fakat bu kanunların bir vücutları yoktur. onları
sadece maddî âlemdeki tezahüratlarından fark ederiz. Yer çekimi kanununun
kendisini göremeyiz. Çünkü harici bir vücudu yoktur. Bu kanunun varlığını
havaya atılan bir cismin yere düşmesinden anlarız ve icraatını görebiliriz. Ruh
da aynen bu kanunlar gibi Allah’ın irade sıfatından çıkan ve emir âleminden
gelen bir kanunudur.
2- Ruh kanunu canlıdır:
Maddelerin en küçük biriminin atom olduğunu ve
atomları nötron, proton ve elektronlarla yüklü olduğunu biliyoruz.
Nurun
maddeye dönüşmeden bir önceki safhası kuantum fiziğinde bahsedilen enerji
olmalı. Bu enerji dalgaları veya her neyse bizim bildiğimiz atom altı
parçacıkları oluşturur. onlar da proton, nötron ve elektronu oluşturarak atom
oluşur.
Bundan sonraki basamaklar fen ilimleri tarafından bilinir. Bu aşamadan
sonra madde kanunları dediğimiz kanunlar işler. Bu kanunlar canı, vücudu ve
şuuru olmayan kanunlardır.
Evet ruh kanunu canlıdır. Yine kâinata ve dünyaya
baktığımızda çevremizde bir çok canlı kanunlar görürüz. Bu canlı kanunlar
canlılar âlemi denilen ve biyolojinin incelediği âlemdir. En basit anlamda
prokaryot ve ökaryot6 diye ikiye ayrılırlar.
Bitkiler, hayvanlar ve insanlar
ökaryot kısmına girer. Daha ayrıntısına girmeyeceğiz. İşte bu canlılar âleminde
işleyen kanunlar hayat kanunlarıdır.
Bunlar maddî olup canlı olmayan diğer
kanunlardan farklı ve daha komplekstir. Çünkü canlı olmaları onları bütün
kâinatla alâkadar etmiştir.
Evet her bir canlı kanun başka bir canlı kanunla
bağlanmıştır. Meselâ güneş olmasa dünyada canlılık faaliyeti olmazdı.
Allah
dünyadaki hayatiyet kanunlarını güneşin de içinde bulunduğu bir kanunlar
silsilesine bağlamıştır. Hayat öyle bir şeydir ki, katı maddeleri dahi
lâtif/şeffaf maddelere çevirir.
İnsanı sadece maddî açıdan inceleyecek olsak;
şu kadar demir, şu kadar şu element, şu kadar bu element diye ayırsak ve bu
maddeleri yan yana koysak canlı insan bedeniyle kıyaslasak ne kadar kesif ve
kaba kalacaktır.
Bitkilerde işleyen hayat kanunlarının bir vücutları
yoktur. Şuurları da yoktur. Hayvanlarda işleyen hayat kanunlarının bitkilere ek
olarak harici vücutları vardır. Ancak şuurları yoktur.
Yani hayvanların ruhları
şuursuzdur. İnsanlarda işleyen hayat kanununun hem vücudu, hem de şuuru vardır
ki, bu da insan ruhudur.
İnsan bedeninden, hayat kanunlarını kendisinden aldığı
ruhu çıkarsa, canlılık fonksiyonlarını kaybeder ve bedende bulunan bütün atom
ve moleküller cansız âlemde işleyen canlı olmayan kanunlar tarafından işlenir.
3- Ruh kanununun vücudu vardır:
Ruh kanununun diğer kanunlardan en büyük farkı
vücudunun olmasıdır. Diğer hiçbir kanunun vücudu yoktur. Hatta zihayat diye
tabir ettiğimiz bitkilerde var olan teşekkülat kanununun dahi vücudu yoktur.
Onların
hayatiyet özelliği olsa da vücudiyet özellikleri yoktur. Evet ruhun harici
vücudu vardır. Öyleyse bir kanunun ruh olabilmesi ya da ona ruh diyebilmemiz
için hayat sahibi olması yetmiyor, ayrıca vücut sahibi olması gereklidir.
4- Ruh kanununun şuuru vardır:
İnsan ruhunun diğer kanunlardan farkının hayat ve
vücut sahibi olması demiştik. Hayvanlarda da ruh, hayat ve harici vücut vardır.
Bu kanun onlarda da işliyor.
İnsan ruhunun hayvan ruhundan farkı şuur sahibi
olmasıdır. Eğer onda şuur olmasaydı hayatı anlayamazdı. Dolayısıyla Allah’ı
tanıyamazdı. Yeryüzüne halife olamazdı.
5- Ruha birçok cihazlar takılmıştır:
Evet insan ruhuna maddî ve manevî bir çok, cihaz,
duygu, lâtife takılmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır. Akıl, kalp, vicdan,
sır, lâtife-i Rabbaniye, saika, şaika, nefis, ene vs. Sıfatî olarak görme,
konuşma, işitme kabiliyeti vs.dir. Ruh bu cihazları kullanarak maddî ve mânevî
âlemlerle irtibatı sağlamaktadır.
Aslında her duyguyu ve her cihazı maddî ve manevi diye
ikiye ayırmak gerekir. İnsanda kimi duygular manevî olarak yani vücutsuz,
kimileri de vücutlu tezahür etmiştir.
Meselâ duymak hem maddi, hem manevidir.
Madde âlemindeki sesleri duymak için kulağa ihtiyaç var. Fakat mânâ âlemindeki
sesleri duymak ruha ait bir şeydir.
Göz de öyledir. Madde âlemindeki görüntüleri
görmek için göze ihtiyaç vardır. Fakat mânâ âlemindeki şeyleri görmek ruhun
direkt görmesiyle ilişkilidir.
D- RUH VE BEDEN İLİŞKİSİ
1- Ruh, âlemine göre bedene girer:
Ruh yaratıldıktan sonra bulunduğu âlemin özelliklerine
göre kendisi için hazırlanmış bir bedene yerleştirilmektedir.
İçinde bulunduğu
âlemle temas halinde olabilmesi ve o âlemde iş yapabilmesi buna bağlıdır.
Meselâ ruh bu yaşadığımız maddî âleme geldiğinde yine maddeden yaratılmış bir
bedene girmektedir.
O beden aracılığıyla bu maddi âlemle temasa geçebilmekte, onu
görebilmekte, ona dokunabilmekte, onda oluşan sesleri duyabilmekte,
yaratılmış olan tatları ve acıları algılayabilmektedir. Şâyet beden aracı
olmasaydı bunların hiçbirini yapamazdı.
Bediüzzaman; “Ekser İlâhi isimlerin tecelliyâtını
hissedip bilmek, zevk edip tanımak cihazâtı cismâniyettedir. Hem, gâyet
mütenevvi’ ve nihâyet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidadlar
cismâniyettedir.” 7 diyerek buna vurgu yapmaktadır.
Bütün maddî ve mânevî duygu ve cihazlarıyla ubudiyet
etmiş Cennet ehli olan insanların, her bir cihazını okşayacak, her bir
duygusunu zevklendirecek bir şekilde, Cennetin her bir nev’înden birer
güzelliği gösterecek bir elbise, kendilerine ve hurilerine, rahmet-i İlâhiye
tarafından giydirileceği; Cehennem ehline de, dünyada gözüyle, kulağıyla,
kalbiyle, eliyle, aklıyla ve sair bütün cihazlarıyla günahlar işlemiş oldukları
için Cehennemde onlara göre elem verecek, azap çektirecek ve küçük bir
cehennem hükmüne gelecek çeşitli parçalardan yapılmış elbise giydirileceği
hususu hadis-i şeriflere dayandırılarak anlatılmaktadır.8
Bir Hadis-i Şerifte; “Ehl-i Cennetin ruhları, Berzah
âleminde yeşil kuşların cevflerine girerler ve Cennet’te gezerler.” diye işaret
edilen “tuyurun hudrun” adı verilen Cennet kuşlarının ve sineklerin içlerine
emr-i Hak’la giren bir kısım ruhların, cismani âlemi seyredip o canlı
cesetlerdeki göz, kulak gibi duygular ile fıtrî mucizeleri temaşa ettikleri,
ayrıca meleklerin de kendi âlemlerinde Cenâb-ı Hakk’ı zikir ve tesbih ettikleri,
şehadet âlemindeki zikir ve tesbihleri ise âdeta onların mescitleri olan maddî
şeylerde yaptıkları belirtilmektedir.9
Vücut ruhun elbisesi değil, belki hanesi ve yuvasıdır.
Ruhun bir derece sabit ve ruha münasip lâtif bir kılıfı ve misalî bir bedeni vardır.
Ölüm sırasında bütün bütün çıplak kalmaz, yuvasından çıkar, misalî bedenini
giyer.10
Ruh bedenden çıktıktan sonra, o an misal âlemine girer
ve misal âleminde olanları görür, duyar, fakat maddi âlemle artık bir ilişkisi
kalmaz. Maddî âlemle irtibat sağlayabilmesi ancak maddî âlemde bir bedene sahip
olmasıyla mümkündür.
2- Ruh ve maddî bedenimiz
Ruh bedenle maddenin mânâya en yakın yerinde temasa
geçer. Bu ise kuantum fiziğinin bahsettiği atom altı enerji ile alâkalı
olabilir. Yani ruh enerji iletimiyle maddeye hükmeder. Zaten kuantum fiziğinin
dediği gibi maddenin temelinde enerji var.
Bilindiği gibi bedenimizdeki
faaliyetler elektriksel düzeyde işliyor. Yani bir şeyi görmek için önce ışık
göz içine girer orada bu ışık elektrik sinyallerine dönüşür ve sinir
kablolarıyla beyne iletilir.
Beyinde görme merkezinde bu sinyaller bir takım
iyon deşarjına sebep olur ki, bu da elektriksel olarak orada bir enerji
oluşturur. İşte bu aşama madde ile mânânın, ruh ile bedenin irtibata geçtiği
aşamadır.
Bu, parmak-klavye ilişkisine benzer. Ruh bunu madde âleminin
görüntüsü olarak algılar. İşte ruhta var olan beş manevî duygunun, beş zahiri
organ olan göz, kulak, burun, dil ve dokunma ruhun maddi âlemle ilişki kurduğu
organlardır.
Bu duyguların algılama yapabilmesi için bu organlara ihtiyacı
vardır. Beden sadece mükemmel bir âlettir. onu kullanan ise ruhtur. Yani ruh
olmazsa beden bir işe yaramaz.
3- Maddenin hikmeti ve kıymeti:
Toprağın İlâhî san’atların bütün nev’îlerine kaynaklık
etmesi sebebiyle bütün sâir unsurlardan mânen üstün olması gibi; çok geniş
sanatları ve özellikleri üzerinde taşıyan insan nefsi de temizlenmek şartıyla
bütün insanî duyguların üstüne çıkmaktadır.
Maddî âlem, Allah’ın ilim, hikmet, kudret gibi
sıfatları ile sayısız isimlerinin en kapsamlı, en geniş ve en zengin bir
şekilde tecellisine mahzar olan bir ayna, san’atını nakşettiği çok ince ve
güzel bir nakıştır.11
E- RUHUN BAKİ OLUŞU
1- Ruh kanunu diğer kanunların kardeşidir:
Başta da dediğimiz gibi ruh aynen diğer kanunlar gibi
âlem-i emirden gelir. Bu itibarla diğer kanunların kardeşi gibidir.12
2- Kanunlar bir derece bekaya mazhardır:
Diğer kanunlara baktığımızda onların bir derece
bekaya mazhar olduklarını görürüz. Meselâ Risâle-i Nur’da incir ağacı misal
olarak verilmiş. İncir ağacının teşekkülat programı, onun çekirdeğine
hıfzedilmiştir.
O teşekkülat kanunu, âlem-i emirden gelmiş ve bir nev’î onun
ruhu gibidir. Ama ruhu değildir, çünkü o kanun ruh değildir. Sürekli yeni
çekirdeklere aktarılarak bir çeşit bekaya mazhar olmuştur.
Diğer kanunlar da
kâinatın yaratılışından beri aynı şekilde bekaya mahzar olmak suretiyle
işlemektedirler. Çoğunlukla değişmezler. Yer çekimi kanunu, suyun donarken
genişleme kanunu gibi. Allah hikmeti gereği onları bazı özel hallerde geçici
süreyle değiştirmiştir.
Bunları peygamber mucizelerinde görüyoruz. Zaten onun
mucize oluşu da bundan ileri geliyor. Allah kendi âdetini o elçisini tasdik
etmek için değiştirmiş ve bu da mucize olmuştur.
3- Ruhun diğer kanunlardan üstünlüğü:
Ruhun diğer kanunlardan çok farklı ve üstün yönleri
vardır. Harici vücudu vardır, canlıdır ve şuuru vardır. Hem onlardan daha
kavîdir, daha ulvîdir. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymettardır.
Bu
sebeple insan ruhu, bir derece bekaya mahzar olan diğer kanunlardan daha fazla
bekaya lâyıktır ve muhtaçtır.13 Bu sebeple Allah insan ruhuna ebedî bir hayat
vaad etmiştir.
F- SONUÇ
Ruhun mahiyetini tam olarak anlayabilmek mümkün
değildir. İnsanın ruhuna takılan bütün maddî ve manevî cihazlar Allah’ın sonsuz
ilim, kudret ve saltanatını anlamak, keşfetmek ve O’na iltica etmek içindir.
İnsan ne derece Allah’a kulluk ederse, o derece mahiyetine uygun hareket etmiş
ve ebediyete lâyık bir varlık haline gelmiş olur. Unutmayalım ki, sır perdeleri
gerçek nura yaklaştıkça açılır.
KAYNAKLAR:
1- Hadis-i Şerif, Abdullah İbn-i Mesud tarafından
rivâyet edilmiştir. Buhari ve Müslim’de bulunmaktadır.
2- Nursî, Bediüzzaman Said, 29 Söz, Yeni Asya
Neşriyat, İstanbul.
3- www.ahmethulusi.com
4- Kırkıncı, Mehmet, Ruh Nedir? 1998 Timaş.
5- Allah (cc) bütün kâinatı kanunlar koyarak
yaratmıştır. Her şeyin maddi âlemde görünür cihetine mülk denir. Mülkü
işlettiren kanunlar ise melekût yönünde bulunur. Kanunların bulunduğu aleme
âlem-i emr denir. Bu âlem görünmez. Yalnız hissedilir. Varlığı ilmen bilinir.
Gözle sadece onun icraatları görülür. O kanunların mülk âlemindeki tezahürleri
bilinir. Hâlık-ı zülcelâl masivayı nurdan yaratmıştır. Önce kendi nurundan
mahlûkatın en üstünü olan insanoğlunun en şerefli ve en üstününü yani
Peygamber’in (a.s.m.) ruhunu yaratmış, sonra onun nurundan diğer bütün insan
ruhlarını ve tüm kâinatı yaratmıştır.
6- tr.wikipedia.org
7- Nursî, Bediüzzaman Said, 28. Söz, Y. A. N,
İstanbul.
8- Nursî, Bediüzzaman Said, 28. Mektup, Y. A. N,
İstanbul.
9- Nursî, Bediüzzaman Said, 29. Söz, Y. A. N,
İstanbul.
10- Nursî, Bediüzzaman Said, 29. Söz, Y. A. N,
İstanbul.
11- Nursî, Bediüzzaman Said, 28. Söz, Y. A. N,
İstanbul.
12- Nursî, Bediüzzaman Said, 29. Söz, YY. A. N,
İstanbul.
13- Nursî, Bediüzzaman Said, 29. Söz, Y. A. N, İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder