2002 - Aralik, Sayı: 202, Sayfa: 017
Kur’ân’ın sureleri içinde İhlas Suresi’nin yeri bir başkadır.
İhlas Suresi’nin ayetleri, tek sıra dizilmiş inci taneleri gibi durur
Kur’ân’ın göğsünde. En azından adıyla bir ayrıcalığı vardır İhlas
Suresi’nin. İhlas Suresi’nin içinde “ihlas” kelimesi yoktur; surenin
bütünü “İhlas” diye anılır. Adını içindeki bir kelimeden almamıştır.
Adeta, “ihlas”ı İhlas Suresi’nin diziminde okumamız beklenir bizden.Gerçekten de, İhlas Suresi’nin içinde yapacağımız bir esmâ yolculuğu bizi “ihlas”ın o tanımsız iklimine yanaştırır, ihlasın benzersiz yüzüne aşina eder. İhlas, “sırf Allah için yaşamak” diye tanımlanabilir. Zümer Suresi’nde “dikkat!” çekilen de ihlastır:
“Dikkat! Hâlis din Allah’ındır.” Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde zikredilen “dini Allah’a has kılma” bilinci de ihlasın dindar olmaktan öte bir sır olduğunu hatırlatır. İhlas dini yaşamakla elde edilebilir , ancak dini yaşamaktan fazlasıdır. Kolayca ulaşılamaz, hemen erişilemez bir “sır”dır. Cüneyd-i Bağdadî’ye göre: “İhlas, Allah ile kul arasında bulunan bir sırdır; melek bilmez ki yazsın, şeytan bilmez ki eğsin, hevâ bilmez ki saptırsın.”
Dualarımıza hemen karşılık vermeye söz veren Rabbimizin dilimize yerleşterdiği en güzel dua olan Fatiha’da “yalnız Sana” vurgusunun iki defa tekrarı ihlas adına olmalı: “Yalnız Sana ibadet eder, yalnız Senden yardım dileriz.” “Yalnız Sana ibadet ederiz” duasının hemen ardından yardım dileğinin de gelmesi yalnız Allah’a “ibadet” edebilmek” için yine yalnız Allah’ın “yardım”ına muhtaç olduğumuzu hatırlatır.
Buna göre Fatiha’nın bu eşsiz dua cümlesini, “Yalnız Sana ibadet etmek için yalnız Senden yardım dileriz” diye de okuyabiliriz.
İşte, İhlas Suresi de yalnız Allah’a ibadet edebilmemiz için yalnız Allah’dan gelen bir “yardım”dır. Şimdi bu “yardım paketi”ni yavaş yavaş açalım.
“De ki O Allah Ehaddir”
“Ehad” “bir” demektir. Yine “bir” anlamına gelen “Vahid”le aynı kökten gelir. Ancak Ehad ile Vahid’in “Bir”liği farklıdır. Bu farkı Yunus Kıssası’ndan okumaya çalışalım. Yunus Aleyhisselam’ı balığın karnından, denizin derinliğinden ve gecenin koynundan, yani “üç karanlığın içinden” çıkarılışında Vahidiyet ve Ehadiyet birlikte ancak farklı biçimlerde tecelli etmişlerdir.
Kıssada, yaratılmışları temsil eden balık, deniz ve gece başlangıçta Yunus Aleyhisselamın aleyhinde ittifak etmiştir. Bu durumda Yunus Aleyhisselam’ın bütün yaratılmışlara birden sözü geçen Bir’ine başvurması gerekir. Bu “Bir” herşeye birden hükmü geçen Vahid’dir. Ancak bu kadarı Yunus Aleyhisselamın kurtuluşuna yetmeyebilirdi.
Çünkü, herşeye birden hükmü geçen Vahid’in herşeyi sırf Yunus Aleyhisselama özel olarak, sırf Yunus Aleyhisselam lehinde yönlendirmesi de gerekir. Yani, Yunus Aleyhisselam’a “Yunus’a özel bir “Bir” gerekir. Bu “Bir” de Ehad’dir. Vahid herşeye/herkese birden tecelli eder.
Ehad ise her bir şeye/her bir kimseye özel tecelli eder. Yunus kıssasında da, herşeye birden hükmü geçen “Bir”i (Vahid), herşeyi “Yunus’a özel” eyleyen bir “Bir”lik (Ehadiyet) içinde tecelli etmiştir. Yani, Ehadiyet sırrı Tevhid nuru içinde tecelli etmiştir.
Aslında Ehadiyet ve Vahidiyet farkını her sabah aynadan rahatça okuyabiliriz. Yaratıcımız, “bütün insanları birden yaratan” Vahid olarak, tüm insan yüzlerini aynı model üzere yaratmıştır. Ağız ve burnun yerleşimi, kulakların başın iki yanında yer alması, kaşların ve gözlerin konumları gibi detaylarda bütün insan yüzleri “aynı”dır.
Yani insan yüzlerinin hepsi birden Biri tarafından yaratılmıştır. Bütün yüzleri yaratan Vahid olan Yaratıcımızdır. Oysa, aynada gördüğümüz yüz bu aynılığa rağmen yine de kendi yüzümüzdür; yani bize özeldir; kimsenin yüzüne benzemez, kimsenin yüzü de ona benzemez.
Vahidiyetiyle bütün yüzleri birden yaratan Yaratıcımız Ehadiyetiyle de her birimize özel bir yüz yaratmıştır. Aynada gördüğümüz yüzümüz, anahatlarıyla diğer insanların yüzüne benzemesiyle Vahidiyet tecellisine mazhardır, ancak yüzümüzün diğer bütün insanlardan farklı oluşuyla da Ehadiyet tecellisine mazhadır.
Bu tecellinin ikisine birden ihtiyacımız vardır. Yüzümüz sırf Ehadiyet tecellisiyle diğer insanlarınkinden tamamen farklı olsaydı, yani diğer yüzlerle hiçbir ortak özelliği olmasaydı herbirimizin yüzü bir diğerine epey korkunç ve yabancı görünürdü, kimsenin yüzüne ısınamazdık, herbirimiz kendi köşemizde yapayalnız kalıverirdik.
Diğer taraftan, yüzümüz sırf Vahidiyet tecellisiyle tıpatıp diğer insanlara benzemiş olsaydı, yani bir insanın yüzüne bakınca onu diğer bütün insanlara karıştırsaydık, yeryüzünde hiçkimsenin hukuku olmaz, kimse kendi kimliğinden söz edemezdi!
İhlas Suresi’nin ilk esmâsı olan Ehad de, herbirimize “herbirimize özel” bir “Bir”i hatırlatır. Ehad ismi bize, “Sen Allah’ın özel bir kulusun. Onun için biriciksin, yeganesin, bi’tanesin der. Ehad ismi bize “kalabalıkta kaynayan” “sıradan” biri olmadığımızı hatırlatır.
Herbirimizi Yaratıcımız karşısında yalnızlaştırır, biricikleştirir, başka herşeyi ve herkesi bir tarafa bırakıp yalnız “ben ve Allah” eksenine çeker. “Sırf Allah için” yaşamaya ilk çağrıdır bu. Her sabah aynaya düşen yüzümüzde okuduğumuz gibi, “yüzümü bana özel olarak biçimlendirmiş” diyebileceğimiz, “beni kendi nazarında başka herkesten ayrı tutan” Bir (Ehad) Allah vardır.
“De ki O Allah Ehad’dir” sözü herbirimize şöyle dedirtir: “Ben O’nun için ‘özel’im, Ben O’nun nazarında ‘ayrıcalıklı’yım, Ben O’nun katında ‘el üstünde’yim. Öyleyse O’ndan başkasına itibar etmemeliyim, O’ndan başkasından itibar beklememeliyim, O’ndan başkasına kul olmamalıyım.
” Ehad isminin anlamının çağırdığı “Ben ve O” yalnızlığında, O’ndan başkaları itibar kaybeder, O’ndan başkasından yüz çevrilir. “Dini Allah’a has kılma”nın yani, ihlas’ın sırrının inşası böylece açılmaya başlar.
“Peki, Allah başka herkesi bırakıp sırf benimle niye ilgilensin?” “Başka şeylerden vakit bulup benimle sahiden özel olarak ilgilenmesi mümkün müdür?”
“Herkes Allah’ı ‘bana özel’ diye tanırsa, Allah’ın ‘bana özel’ oluşunun anlamı kalır mı?” Ehad isminin anlamına doğru yakınlaştıkça, aklımıza bu sorular ve şüpheler hücum eder. Bu sorular haklı ve yerinde sorular olmalı ki, İhlas Suresi’nin ikinci esmâsı ile Rabbimiz tarafından cevaplandırılır:
De ki… O Allah Samed’dir.
Rabbimiz, Ehad isminin hemen ardından Samed ismiyle kendini tanıtırken, Ehadiyyeti anlamaya çalışırken başımıza gelecekleri bildiğini de bize hissettirir. Rabbimiz bizi “anlar”, bizimle empati kurar. Rabbimizin tam da bize birebir yakınlığını ifade ettiği Ehad isminin icabıdır bu: “Seni anlıyorum.” “Senin yanındayım.”
“Seninleyim.” “Elimi bırakma, beraber yürüyelim.” Çünkü, herşeyi kendisiyle kıyaslamaya alışık olan insan, kendi yaptıkları arasında tam da Ehadiyet sırrının tersini görür. Bir insan herşeyle birden ilgilendiğinde bir şeye özel ilgi gösteremez.
Bir şeye özel ilgi gösterdiğinde de herşeyle birden ilgilenmekten geri kalır. Bizim bildiğimiz budur. “De ki O Allah Samed’dir” diyen Rabbimiz ise, bize “Ben Sizin bildiğiniz gibi değilim.” uyarısında bulunur. “Sizin için geçerli olan benim için geçerli değildir.” dedirtir:
“Sen herşeye muhtaçsın. Ama Ben Samed olanım; hiçbirşeye muhtaç değilim. Ayrıca, varolan hiçbir şey varlığı için sana muhtaç da değildir. Ama Ben Samed olanım; varolan herşey Bana muhtaçtır; hiçbir şey, hiçbir işinde, hiçbir anda Bana muhtaç olmaksızın ayakta duramaz.”
İhlas yolculuğu böylece ikinci durağına varır. İhlas’a giden yolda, Samediyet gerçeği Ehadiyyet sırrını besler, destekler. İhlas Suresi, bize “Allah Ehaddir, çünkü Samed’dir.” dedirtir.
Yani Samed olarak hiçbirşeye muhtaç olmadığı için, her bir şeyle özel olarak ilgilenmesi, herşeyle birden ilgilenmesine engel değildir. Ve hiçbir şey Onsuz olamadığı için herşeyle birden ilgilenmesi her bir şeyle özel olarak ilgilenmesine engel değildir.
Rabbimiz, “Ehad” ismiyle “bize özel” olduğunu anlatırken, “Samed” ismiyle de kendisinin “özel” olduğunu anlatır. Ehadiyetiyle, “bana özel” olarak yönelen Rabbim, Samediyetiyle de kendisinden başkalarına yönelişin yersiz olduğunu hatırlatır. Sırf O’na yönelmeye, yani ihlasa bizi ikna eder.
Kısmetse, İhlas yolculuğumuz devam edecek.
http://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d202s017m1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder