Ahmet TAŞGETİREN |
27 yıldır tasavvufi duyarlılığı olan bir derginin yayın yönetmenliğini yapıyorum. Bu şu anlama geliyor: Bir yayın kurulu ortamında derginin kapak gündemleri üzerinde düşünüyor ve dosyalar hazırlıyoruz.
Derginin yayın çerçevesini şöyle belirledik: İslam-insan ilişkileri, İslam-Müslüman ilişkileri, İslam-toplum ilişkilerini takip etmek, ortaya çıkan açı farklarını işaretlemek ve İslam’ın çağrısını insanın, Müslümanın, toplumun, kendimizin gündemine sunmak... Bütün bunlardan hem kendi kişiliğimiz hem toplum adına bir şahsiyet restorasyonunu gerçekleştirmek.
Acaba biz “İslamcı” bir misyonla mı hareket etmekteyiz?
Dünyanın bugünkü atmosferinde, Müslümanlığını Kur’an çerçevesinde yaşama çabası sergileyen, kalbî hayatına özen gösteren, Allah Teala ile olan hukukunu, O’nun rızası istikametinde oluşturmaya çalışan bir “Sufi” İslamcılık nokta-i nazarından nasıl tanımlanır?
Ne dersiniz, Afrika’da kuyu açmak, kataraktlı bir çocuğu ameliyat etmek “İslamcılığımız”ın neresine düşer?
Ne dersiniz, Haiti’ye deprem yardımı götüren insani yardım kuruluşu nasıl bir misyona sahiptir?
Ne dersiniz, Ramazan’da Anadolu’nun bilmem hangi şehrinden otobüslerle yola çıkıp İstanbul’un büyük camilerinde namaz kılıp dönen hanımlar, “İslamcılık” açısından ne anlama gelirler?
Ne dersiniz, Tek Parti döneminin en soğuk günlerinde, Kur’an okumanın ateşi avuçlamak kadar zor olduğu zamanlarda, İstanbul-Ankara arası tren seferlerini, Kur’an eğitimi için kullanan, mesela Süleyman Hilmi Tunahan Efendi “İslami bir misyon” içinde nereye konur?
O dönemin samanlıklarda çocuklara Kur’an öğreten hocaları, o çocukların Kur’an öğrenmesini isteyen ana-babaları, kendilerine “İslamcı” denmese de İslami bir misyon ifa etmekte miydiler?
İmam Hatiplerin önünü kimsenin görmediği, İmam Hatip’e verilen çocuğun “ölü yıkayıcısı” olduğunun ifade edildiği zamanlarda çocuklarını İmam Hatiplere veren ilkokul mezunu bile olmayan analar-babalar, İslami misyonun neresinde idiler?
18 yıllık bir fetretin ardından ezanın asli ifadelerle okunmasını sağlayan Menderes, ne “İslamcı” idi, ne “Şeriatçı” idi, ama ne idi?
Ne dersiniz, AK Parti’nin “İslamcı köken”den gelen kurucu kadroları, reel şartlarda politika inşa ederken, kendi kimliklerinden soyunmuş mu olurlar? İslamcılık, laik bir düzende, reel şartları nasıl yorumlayarak politika yapar?
Hayrettin Karaman Hoca’nın “Laik Düzende İslam’ı yaşamak” dediği şey, politika platformunda ne anlama gelir?
Ben Bediüzzaman Hazretleri’nin kendisine “İslamcı” dediğini okumadım, duymadım. Acaba Bediüzzaman’ın o çileli hayatının resmettiği Müslüman tipi nasıl tanımlanır?
Mehmet Akif’in sıfatı neydi?
Necip Fazıl da, Nurettin Topçu da, Sezai Karakoç da, İsmet Özel de, kendilerini “İslamcı” diye tanımlamadılar.
Nereye gelmek istiyorum?
İslam dünyasının ve Müslümanların “mazlumiyet” statüsünü paylaştığı zamanları yaşıyoruz. Bu statü, en sade, politik alanlardan en uzak insanın bile yüreğinde baskılar oluşturuyor.
Bundan çıkmak, kurtulmak istiyoruz.
Bütün bir İslam dünyası, İslam’ın izzetinin yaşandığı bir iklime kavuşmak istiyor.
“İslamcılık” dışarıdan bir tanımlama, ama ihtiva ettiği misyon dikkate alınarak onunla tanımlananlar tarafından reddedilmeyen de bir tanımlama. “İslam’ın izzeti ile buluşma misyonu”nun neresini reddedeceksiniz?
Ama bence bu misyon, şu veya bu alanda çalışanın inhisarında değil.
Bence gecekondu semtine cami yaptıran “hacı emmi” de İslam’ın izzet günlerinin arayış yolculuğunda önemli bir görev ifa ediyor.
Ya “İslamcılar”ın, para ve iktidar ortamında dönüşmeleri... Manevi derinlik alanında problem yaşamaları...
Bence o da, insanoğlunun kadim imtihanı ile ilgilidir.
Misyon duyarlılığı ile yola çıkıp yere kapaklanmak her zaman mümkündür. Orada da belki, bir “Sufi”nin “Allah’tan başka her şeyden arındırmak için” kendi kalbine gösterdiği itinayı kuşanmak gerekiyor.
Sevgili Peygamberimiz’in “Ya Rabbi, göz açıp kapayıncaya kadar beni bana bırakma” diye dua etmesi, en başta bizleri bu yol kazalarına karşı terbiye etmek için değil midir?
Bence iş, güzel mü’min ve Müslüman olmakta toplanıyor. Allah Teala soruyor: “Ben Müslümanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder