Mustafa TEMİZ
“Bu kâinatta kendimi yabancı hissetmiyorum. Onu daha yakından tanıdıkça
ve mimarisinin ayrıntılarına vakıf oldukça, sanki insanoğlunun gelişini
daha önceden biliyormuş hissine kapılıyorum.’’
Yukarıdaki satırlar, asrın ünlü filozoflarından Alfred Russel Wallace’a ait. Ama onun bu sözlerinde ifade edilen müşahedeler yeni ve yalnız ona mahsus değil. Kâinatla insan arasındaki harika münasebeti inceleyen her ilim adamı ve mütefekkir, kâinatın birçok yönüyle insana baktığını, onun hizmetine sunulduğunu ve düşünmesi için önüne bir perde gibi açıldığını fark ediyor. Yine Wallace’a kulak verelim: “İçinde insanın da bulunduğu organik hayatı ihtiva eden hassas mizanlı bir dünya ancak şu anda içinde bulunduğumuz mükemmel kâinatta mümkün olabilir.
Wallace’ın “İnsanın kâinattaki yeri” isimli eserinde yer alan bu teşhislere fizikçi Freeman Dyson “Kâinata Müdahale’ kitabında şöyle misaller ekliyor: “Atom çekirdeğini bir arada tutan kuvveti düşünelim. Bu kuvvet, protonlar arasındaki elektronik itmeyi ancak yenecek kadardır. Eğer biraz daha fazla olsaydı protonları biraraya getirerek diprotonları oluşturacaktı. Hayatın devamı, güneş gibi bir yıldızın milyonlarca yıl süreyle sabit denebilecek bir enerji yaymasıyla mümkündür.
Yukarıdaki satırlar, asrın ünlü filozoflarından Alfred Russel Wallace’a ait. Ama onun bu sözlerinde ifade edilen müşahedeler yeni ve yalnız ona mahsus değil. Kâinatla insan arasındaki harika münasebeti inceleyen her ilim adamı ve mütefekkir, kâinatın birçok yönüyle insana baktığını, onun hizmetine sunulduğunu ve düşünmesi için önüne bir perde gibi açıldığını fark ediyor. Yine Wallace’a kulak verelim: “İçinde insanın da bulunduğu organik hayatı ihtiva eden hassas mizanlı bir dünya ancak şu anda içinde bulunduğumuz mükemmel kâinatta mümkün olabilir.
Wallace’ın “İnsanın kâinattaki yeri” isimli eserinde yer alan bu teşhislere fizikçi Freeman Dyson “Kâinata Müdahale’ kitabında şöyle misaller ekliyor: “Atom çekirdeğini bir arada tutan kuvveti düşünelim. Bu kuvvet, protonlar arasındaki elektronik itmeyi ancak yenecek kadardır. Eğer biraz daha fazla olsaydı protonları biraraya getirerek diprotonları oluşturacaktı. Hayatın devamı, güneş gibi bir yıldızın milyonlarca yıl süreyle sabit denebilecek bir enerji yaymasıyla mümkündür.
Eğer çekirdek
kuvvetleri şimdi olduğundan biraz daha zayıf olsaydı hidrojen hiç
yanmayacak ve ağır elementler meydana gelmeyecekti. Öte yandan şu
andakinden biraz güçlü olsalar da bütün hidrojen diproton şeklinde
bulunacak ve hidrojenin yavaş yanmasıyla hayatını devam ettiren güneş
benzeri küçük yıldızlar olamayacaktı. Gezegenlerde hayat, merkezi ve
istikrarlı bir güneşi icap ettirmektedir. Dolayısıyla hayatın devamı
için atom çekirdeğindeki kuvvetlerin çok hassas bir ayarlamayla dar bir
aralıkla değerler alması gerekmektedir.”
Başka bir misal de dünyamızın galaksimizdeki yeriyle alakalı: “Dünyamız samanyolunun merkezine şimdi olduğundan biraz daha yakın olsaydı 5 milyar yıllık ömrü boyunca büyük bir yıldız yeteri kadar yakınından geçip onu yörüngesinden saptıracaktı.”
Başka bir misal de dünyamızın galaksimizdeki yeriyle alakalı: “Dünyamız samanyolunun merkezine şimdi olduğundan biraz daha yakın olsaydı 5 milyar yıllık ömrü boyunca büyük bir yıldız yeteri kadar yakınından geçip onu yörüngesinden saptıracaktı.”
Felsefeciler, Wallace ve Dyson’un dâhil olduğu bu düşünce tarzına ‘‘antropik’’ (ruhcu) kâinat görüşü diyorlar. Kâinat—İnsan münasebetini açıklamada inancın rehberliğinden mahrum filozof ve bilim adamlarının şu günlerde gündeme getirdiği başka bir hipotez de “gala hipotezi’’ olarak isimlendiriliyor. Adını yunanlıların batıl inançlarında yer alan “yer tanrıçası”ndan alan bu hipotezin fikir babası Jim Lovelock, şöyle özetliyor: “Dünya canlıdır; yani tabiat şartlan hayatı değil hayat tabiat şartlarını şekillendirir(!)”
Hipotez her ne kadar bilim çevrelerinde fazla itibar görmemişse de onu doğuran ihtiyaç ve parmak bastığı noktalar düşünmeye değer. Mesela Klasik fizik ve biyolojik teorileri Mars ve Venüs’te olmayıp da neden dünyada hayata müsait şartlar olduğunu açıklamada yetersiz kalıyor. Bu teoriler gezegenlerin güneşe olan uzaklığı, atmosferindeki azot, oksijen gibi gazların oranı ile ilgili bazı açıklamalarla bu işin ‘nasılı konusunda fikir yerse de neden’ sorusunu cevapsız bırakıyor.
Yeryüzünde hayatın devamı için zaruri faktörlerden biri de sıcaklıktır. Güneşin şimdikinin üçte biri enerji gönderdiği günlerde dahi bugünküne yakın sıcaklık nasıl temin edilebiliyordu? Yapılan araştırmalar belki akla en son gelecek varlıklardan biri olan “mikroskobik planktonların” iklimin düzenlenmesinde çok mühim bir vazife gördüklerini gösteriyor.
Canlılar ve cansızları, dünyayı ve güneş sistemini, atomdan yıldızlara kadar her çeşit varlığı elinde bulunduran bir Yaratıcı’ya inanmanın rahatlığına erememiş insan için elbette böyle hassas münasebetleri, harikulade mizanları açıklamak zor. Gala teorisyenleri de bu meseleyi teorilerine destek olarak öne sürüyor ve diyorlar ki, “İşte bakın bu (şuursuz, mikroskobik canlılar olan) planktonlar, yeryüzünde hayatın devamı için termostat vazifesi görüyorlar”. Yani şuursuzluklarıyla beraber, tabiat şartlarını hayatın devamını temin yönünde etkilemek gibi şuurlu bir iş yapıyorlar.
Gala ve Antropik Kâinat teorileri arayış içindeki batı insanının kâinatta insan ve canlı varlıklar arasındaki münasebeti anlayıp açıklama gayretinin sadece iki misalidir. Binbir sanat ve harika kanunlarla, insanoğlunun yaşaması için emrine verilmiş Kâinatı gerçek sahibiyle tanımayan talihsizler, bu muazzam Sanat eserini dar akıllarıyla izah etmekten aciz bulunduklarından “Canlı Tabiat”, ‘Gala” vs. gibi hakikatten uzak birçok müphem teorilerle insanlığı yanlış yollara sevk etmekten başka bir iş yapamamaktadırlar.
Hâlbuki Kâinat kitabının her sayfasındaki derin mana ve hakikatler, O’nun, elçisi olan seçilmiş insanlar vasıtasıyla dünya kurulduğundan beri devamlı olarak ilahi mesajlar halinde izah edilmiştir.
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/insan-kainat-ikilisi-hipotez-ve-gercekler.html internet sayfasından alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder