Kelimelerin olmadığı bir dünyada yaşasaydık, insanlar, beyinlerinden,
ruhlarından, kalplerinden süzülüp gelen duygu ve düşünceleri
birbirlerine nasıl aktarırlardı kimbilir? Kelimesiz, sözsüz, yazısız,
kısacası dilsiz bir dünya... Hayali bile sıkıntı veren renksiz bir
dünya. Hayata renk katan dil, her toplumun ruh aynasıdır. Bir toplumun
kültür seviyesini ve dünya görüşünü tespit etmek isteyenler o toplumun
kullandığı dili incelemeleri yeterlidir.
Mesela, bir
Kızılderili kabilesi olan Siouxlar’ın dilinde hiçbir “küfür” kelimesi
yoktur. Kızılderililere vahşi diyen beyaz adamın yüzünü kızartacak bir
tablo! Dil ile kültürün ve toplumun ilişkisine diğer bir örnek de
arşivlerimizdeki belgelerdir. Arşivlere bir göz atsak, belgeler bize
şunları fısıldar:
“Kâğıdımızdan mürekkebimize, yazı türümüzden
kullanılan kaleme kadar uzanan unsurlardaki estetiğe bakın. Her şahsın
makamına göre kullanılan lakaplar, hitaplar, dua cümleleri, o devrin
insanının, sizin cedlerinizin ruh inceliklerini yansıtmıyor mu? Şu
muhteşem fermanların arkasındaki muhteşem devleti nasıl görmemezlikten
gelebilirsiniz?”
Gerçekten bu belgelerin sadece
şekilleriyle değil, içlerinde geçen kalıplaşmış ifadelerle de
devirlerinin kültür birikimi ve hayat görüşlerine nasıl işaret ettikleri
incelenmeye değer. Mesela, bir belgede bir bayan ismi geçtiği zaman
hemen ardından, çoğu zaman, “zid iffetüha” (Allah iffetini artırsın),
bir âlimin ismi geçtiği zaman “zid ilmüha” (Allah ilmini artırsın)
şeklinde bir dua cümlesi gelirdi. Sadrazam, defterdar, müftü, kazasker,
beylerbeyi, sancakbeyi ve kadı gibi makam sahibi şahsiyetlerin senası
birkaç satır sürüyordu.
Dil-kültür ilişkisine dair başka bir
misal de atasözleri ve deyimlerdir. Günümüzde, mevcut dillerdeki
kalıplaşmış ifadelerin, bilhassa atasözlerinin, milli ruhu yansıttığı
görülmektedir. Hatta bu atasözlerinden bazılarının farklı milletlerde
-kelimeler farklı olsa bile- aynı manayı taşıdıkları tespit edilmiştir.
Zira bazı cihanşümul (evrensel) hakikatler, bütün insanlar tarafından
tartışmasız kabul edilir. Bir köyde iki muhtar, bir şehirde iki vali,
bir ülkede iki devlet başkanının olamayacağı, olursa işlerin karışacağı,
yani hâkimiyetin en önemli esasının müdahaleyi reddetmek olduğu,
cihanşümul bir hakikattır. Bu hakikata İngilizler şöyle işaret eder: “Aşçılar çoğaldı mı çorba tatsız olur”, İtalyanlar; “Çok horozun öttüğü
yerde güneş doğmaz”, İranlılar; “İki kaptan gemiyi batırır”, Ruslar; “Yedi ebenin olduğu yerde bebek kör doğar”. Bizdeki atasözleri de şöyle: “Horozu çok olan köyün sabahı geç olur”, “İki arslan bir posta sığmaz”.
Atasözleri ve deyimlerin kültürümüze nasıl ayna oldukları şu misallerden açıkça görülebilir:
— Allah, dağına göre kar verir.
— Allah, doğrunun yardımcısıdır.
— Allah gümüş kapıyı kaparsa altın kapıyı açar.
— Allah sabırlı kulunu sever.
— Allah’tan umut kesilmez.
— Almadan vermek Allah’a mahsustur (yaraşır).
— Allaha ısmarladık.
— Allah bağışlasın.
— Allah bilir.
— Allah etmesin.
— Allah utandırmasın.
“Çalım
Kültürü” nün doğurduğu gariplikler de hatırlanmaya değer. Arabalara
yapıştırılan çıkartmalar nedense daha çok İngilizce ve İngilizlerin
“white lie” (zararsız yalan) (!) dedikleri cinsten. Mesela “My other car
is a Ferrari” (Benim diğer arabam bir Ferrari’dir). Ya arabaların arka
camlarında taşınan sahte Amerikan plakalarına ne demeli! Bu plakaları
takanlar, Amerika’yı görüp geldiğini mi ima ediyorlar acaba? Bir de
kolu, bacağı kırılanların alçılarına yazdırdıkları imza sirküleri var.
“Ne çok arkadaşı varmış”mı denmek isteniyor yoksa? Kısacası “hava
atmak”, kültürümüzü ve dilimizi maalesef oldukça etkiliyor.
Şimdi dil-kültür-toplum ilişkisinde, hassas bir husus üzerinde duracağız. Kitle
iletişim araçlarıyla insanların zihinlerini kontrol etmek mümkün müdür?
Aynı
hadiseye, farklı isimler vermeleri ne garip?! Mesela, bir insan dinini
değiştirir; yeni dinine mensup insanlar için o bir “mühtedi” (hidayete
eren)’dir; eski dindaşları için, “mürted” (dinden dönen). “Şehit olmak
isteyen mücahitler” bazıları için “İntihar saldırısında bulunan bir grup
fanatiktir”. Özellikle basın-yayın organlarında bu tür “dil oyunlarına”
veya daha resmi bir ifadeyle “diplomatik üsluba” çok rastlanır.
Mesela,
“Teröristler ölü olarak ele geçirildi”, “Göstericiler hayatını kaybetti”
haberlerinde, özneden çok hadise vurgulanmış, halkın yanlış
anlamalarının (veya gereksiz su-i zanlarının) (!) önüne geçilmiştir. Bu
şekilde, aktif fiil cümlesi yerine, pasif cümleler ve isim cümleleri
kullanmak, basının “tarafsız” kalmak için uyguladığı bir metottur.
Batılı strateji uzmanlarının tavsiye ettikleri “güzel adlandırmalar” (!)
da, insanlarda infiale sebep olabilecek bazı hadiselerin
yumuşatılmasında kullanılır. Gaye, mevcut statükoya zarar gelmesini
önlemektir. “Soykırımı” veya “katliam” yerine “etnik temizleme”; “kumar”
yerine “talih oyunu”; “bebek katliamı” veya “sinsi soykırım” yerine
“aile planlaması” terimlerini kullanmak gibi...
Ya “şeker
bayramı” tabirine ne demeli? Kulluk dairesinde bulunan aciz ve fakir
insanın, Allah’ın azamet, kudret, şef kat ve merhamet gibi yüzlerce isim
ve sıfatını idrak edip “Sübhanallah”, “Elhamdülillah”, “Allahuekber”
senalarıyla görünen ve görünmeyen âlemlere ilan ettiğimiz “Ramazan
Bayramı” nda, “şeker” ve “tatlılar” dışındaki başka bir şeyle uğraşmayan
ve insanları uğraştırmak istemeyenler de kimler? Bunları düşünmek
gerek.
Nezaket
isteyen başka tabirler de var. “Kara kışta” , karla ve tabiatla
“mücadele” edildiği söyleniyor. Hâlbuki ne kış “karadır”, ne de insan
onunla “mücadele” eder. “Hava muhalefeti” de ayni şekilde yanlış
kullanılan deyimlerden birisidir. Tabiatta kötü ve çirkinmiş gibi
gözüken şeylerin altında güzellikler yatar. Güzel düşünemeyen insanlar
güzel göremezler. Rabb e kendilerine ve yaratılanlara yabancılaştıkları
için “hayat”ı bir “cidal” olarak görürler.
İnsanı daha büyük bir vartaya düşüren bir tabir de şöyle “İşimiz Allah a kaldı” Acaba hangi iş Allah‘ın iradesi dışında gerçekleşir ki? Bundan başka “Üzümü nu ye bağını sorma”
gibi ifadeleri duydukça, ister istemez insanın aklına bunların bizden
olmayanlardan sudur ettiği geliyor. Batılılar bu konuda oldukça işgüzar.
Ortaya attıkları tabirlerin ardında kendi hayat görüşleri okunuyor.
Aldanmamak için çok dikkatli olmak gerekiyor.
Allah a
dayandıkları için cihanı sarsan, fazilet ve medeniyet üstadı Osmanlılar
emperyalizm sömürgecilik gibi kavramları tedai ettirecek şekilde bir
“imparatorluk” mudur yoksa “cihad-ı fi sebilillah” mefkûresiyle yaşayan o
şanlı ecdadımız “Devlet ı Aliye-i Osmaniye” midir’
İşte
kullanırken düşünülmesi gereken mefhumlardan sadece birkaçı. O halde ne
yapmalıyız? Kendimize ait mefhumlarla düşünmenin yollan nelerdir?
Aslında çare basit. Kaynağı Kur’an ve hadisler olan eserleri sürekli
okuyup yaşayan insanlarda öyle bir dünya görüşü oluşur ki sahip
oldukları ferasetle eşya ve hadiseleri tahlil, bünyelerine yabancı olan
unsurları teşhis, bilgileri hikmete, “kültür”ü de “irfan”a tebdil
ederler. Öyle bir “lisan” kullanmaya başlarlar ki, sanki yaşadıkları
şeyler kelimeleşir, zihinleri ve hayatları aydınlık ve dupduru olur.
KAYNAKLAR
1) Aksan, Prof. Dr. Doğan (1987) “Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim.” Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi.
2) Pel. M (1965) The Story ol Language New York The American Library.
3) Eminoğlu M. (1989) Osmanlı Vesikalarını Okumaya Giriş. Konya: Ülkü Basım Evi.
4) Hatim ve Mason (1990) Discourse and the Translator, London/New York: Longman.
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/insan-kainat-ikilisi-hipotez-ve-gercekler.html internet sayfasından alınmıştır.
HER ARAYANA HİKMET NASİP OLMAZMIŞ, ANCAK HİKMETE ERENLER DE ONU ARAYANLARMIŞ. HİKMETİ ARAYIŞTA KAİNAT KİTABINI OKUMALI, OLMUYORSA "OKUYABİLENİ OKUMA" İLE MESAFE ALINMALI. GÜZELİ FARKETMENİN ÖLÇÜSÜDÜR, BAŞKALARI İLE PAYLAŞMA İSTEĞİ. GÜZEL BULDUĞUM OKUMALARI PAYLAŞIYORUM...
Popüler Yayınlar
-
konsept Konsept dilimize Fransızcadan geçmiş bir kelimedir. Anlamı kavram demektir . Konseptualizm ise kavramcılık demektir 1 ...
-
1. Kavram ve terimin tanımı: Kavram, bir nesnenin zihindeki tasarımıdır. Terim ise, kavramın dille ifade edilmesidir. Kavramı hayal...
10 Mart 2013 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder