İnsanı başıboş
bırakmanın diğer ifadesi olan Liberalizmin bizim açımızdan belki de en önemli
hususu, sahip olduğumuz değerlerin, kırmızıçizgilerimizin, buradan öteye asla
olmaz dediğimiz sınırların altını oymasıdır.
İslam düşüncesini her dönemin hâkim siyasal düşüncesine benzetme gayretinde
olanlar, aslında hiç kaybolmamış olan mefkûre sermayemizi uzaklardan getirme
çabasına giriyorlar. Her 1 Mayıs yaklaşırken İslam biraz Sosyalizm oluyor.
Kayseri’ye yeni kurulan bir fabrika Müslümanların özünde kapitalist olduğu
tezini gündeme getiriyor. Örtünme hakkı ile eşcinsel hayatları aynı kefeye
koyanlar, liberal İslam’dan dem vuruyorlar.
İşin künhüne cevap verebilecek
seviyede olmayan bütün bu ‘‘izm’’lerin belki de en çekicisi liberalizm gibi
geliyor. Temel kanunu şahsî menfaat olan Liberalizmin, serde epeyce bencillik
taşıyan insanoğluna cazip gelmesine şaşmamak gerek. Şahsî menfaatlerin
karşılaşması ve çatışmasından ekonomik dengenin doğduğunu bunu neticesinde de genel
bir toplum menfaati oluşacağını savunan liberaller Türkiye’de parti kurup
seçimlere de girdiler. Kişi çalışmasında, kâr aramasında ve meslek seçiminde,
biriktirmesinde ve harcamasında serbest bırakılmalıdır. Bütün bunlar olunca
insan zaten servete boğulacaktır.
Âlemdeki gelişme ve medeniyet hep bu
serbestliğin ürünüdür. Liberalizmi diğerlerinden farklı kılan bir yönü de
kapitalizme hazırlık safhası olmasıdır, Nihayetinde bu anlayış azgın bir ferdî
mülkiyetçiliği de beraberinde getirmektedir. Bu sistemin parolası “bırakınız
yapsın, bırakınız geçsin” formülüdür. Liberalist düşünceyi savunanlar 18.
yüzyılda İngiltere’de Adam Smith ve 19. yüzyılda John Stuart Mill ve John Locke
gibi düşünürlerdir.
Meselenin bizim açımızdan iki önemli kısmı var.
Birincisi refah ve mutluluk getiren her sistemin özünde İslam’dan neşet
ettiğini varsayıp, hemen söz konusu sistemle yakın benzerlikler, beraberlikler
arama gayreti. Biz doğulular, Müslümanlar, batıdan gelen bu ideolojilerin,
sistemlerin kıyısında köşesinde yer alsak da batılılara benzemiş ya da dinimizi
terk etmiş olmayıp, kökü zaten bizde olan değerlerimize sahip çıkmış olacağız.
Bu düz mantık, Batı düşüncesinin uzun bir tarihsel süreçle doğudan, İslam’dan
aldığı her ne varsa nasıl başkalaştırdığını, tepeden tırnağa nasıl
dönüştürdüğünü görmezden gelmekten ibarettir.
İnsanı başıboş bırakmanın diğer ifadesi olan
liberalizmin bizim açımızdan belki de en önemli hususu, sahip olduğumuz
değerlerin, kırmızıçizgilerimizin, buradan öteye asla olmaz dediğimiz
sınırların altını oymasıdır. Ekonomik hayatta tabii kanunların varlığını kabul
ederek, haksız elde edilen malları, emeksiz bazen faizle kazanılan servetleri Müslüman
kimliğimiz nasıl izah edebilir ki? Sosyal hayatın, ticaretin sırf şahsî
gayretle, rekabetle oluşan kuralları yanında ahlâk kanunları, dinin emir ve
yasakları hangi yanda duracaktır? Sırf daha çok haz alalım, daha müreffeh
yaşayalım diye bırakınız istediklerini düşünsünler, dilediklerini yapsınlar
demeyi midemiz kaldırabilecek mi?
İmanımız haksızlıklara, adaletsizliklere ve
sefalete alakasız kalmamıza zaten müsaade etmez. İnsan için aslolan gayrettir;
bu gayret ve çalışma neticesinde her şeyin yolunda gideceği zehabına
kapılmamalıdır. Şahsî menfaat elde ederek sosyal adalet ve düzenin sağlanacağı
fikrî hatalarla doludur. Tarih göstermiştir ki büyük şahsî menfaatler çoğu kere
ülkelerin ve milletlerin genel menfaatlerinin satılmasıyla elde edilmişlerdir.
Şahsî menfaat, sosyal ve ahlâkî ilkeleri çoğu kere çiğneyerek amacına ulaşır.
Öte yandan devleti sosyal yapının dışında saymak, başıboşluğu daha da
körükleyebilir. Bütün batılı kalkınma ilkelerini alarak bu işe İslamî bir
görüntü vermeye çalışmak, meselelere çözüm üretmekten çok yeni problem alanları
doğurur. İdeolojiler şahsiyet üretmezler, bir defaya mahsus olmak üzere tespit
edilmiş sabit kaideleri mevcut değildir. Refah ve hürriyet adına bunların
peşine takılmak, en büyük hürriyet olan, “biz sadece Müslümanlardanız” deme
hürriyetine ket vurmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder