Özet
Bu konuşmada,
insanoğlunun varoluşundan beri doğru düşünmek ya da doğru bilgi üretmek için
giriştiği çok kapsamlı ve görkemli çabanın matematiğe dayanan en önemli kolunun
çok kısa bir özetini verecek ve şimdiye kadar cebirsel yöntemlerle yetinen
biçimsel mantığın, gelecekte analiz (calculus) yöntemlerine başvurması
gerektiğini belirterek, fuzzy logic üzerinde harmonik analiz yapmanın olanaklı
olduğunu açıklayacağız.
İnsan doğaya egemen olmak ister
İnsanoğlu varoluşundan beri doğayı bilmek, doğaya
egemen olmak istemiştir. Gök gürlemesi, şimşek çakması, ayın ya da güneşin
tutulması, hastalıklar, afetler, vb doğa olayları kuşkusuz onu korkutmuştur. Öte
yandan, yaşama içgüdüsü, insanı yaşamaya, doğadan korkusunu yenmeye zorlar.
Korkuyu yenebilmenin tek yolunun, korkuyu yaratan doğa olayını bilmek ve ona
egemen olmak olduğunu, insan, zamanla anlamıştır. Böylece, insanoğlu doğayla
amansız bir savaşa girişmiştir.
Elbette korkunun yanında başka nedenler de vardır.
İnsanoğlunun merakı, tutkusu, egemen olma isteği, beğenilme isteği, refah içinde
yaşama isteği vb nedenler bilgi üretimini sağlayan başlıca etmenlerdir. İnsanın
bu istekleri hiç azalmadan sürecektir. Öyleyse, insanın doğayla savaşı ve
dolayısıyla bilgi üretimi de durmaksızın sürecektir.
Bir yandan, tek tek doğa
olaylarını açıklama çabasına giren insanoğlu, öte yandan doğayı, evreni, varlığı
toplu olarak açıklama gereksemesi içine girmiştir. Felsefe, evreni bir bütün olarak
açıklamak, evrensel olguyu (fenomeni) anlatmak ister. Bunu yapabilmesi için şu
sorulara yanıt arar:
-
Evren niye vardır ?
-
Evren niye böyledir?
-
Varlık nedir, nasıl oluşmuştur?
Belli bir olayı ya da bir sınıf olayı gözlem, deney,
usavurma vb yollarla inceleyen bir bilim dalının yöntemlerinden ve amacından çok
farklı olarak, felsefe, onların üzerinde genel doğa yasasını arar.
Doğru –Yanlış
Bilgi üreten insanoğlu, doğal
olarak, bilgi üretiminde güvenilir yöntemlere gerekseme duymuştur. Başka bir
deyişle, onu doğru bilgiye götürecek aracı da yaratmak zorunda kalmıştır. Bu
araç şu iki soruya yanıt vermeliydi: Doğru nedir?
Yanlış nedir? Bu araç mantık’tır. Mantık, düşünülen varlıktan ve
içinde bulunulan çevre koşullarından bağımsız olarak, doğru düşünme
yöntem(ler)ini konu edinir.
Deneysel Bilimin gücü
Bilimin sözlüklerdeki tanımları, bazı nüans
farklılıklarıyla birbirlerine benzer:
“Bilimsel bilgi, doğa olaylarını açıklayan, geçerliği ve kesinliği
kanıtlanabilen düzenli bilgidir. Bilim ise, doğa olaylarının sınırlanmış bir
bölümünü açıklayan bilimsel bilgiler topluluğu ya da bilimsel bilgi üretme
sürecidir.”
Dar anlamda bakarsak, insanla ve çevresiyle ilgili
olan her olgu bir doğa olayıdır. Burada doğa olaylarını en genel kapsamıyla
algılıyoruz. Yalnızca mikro ya da makro evrendeki fiziksel olguları değil,
sosyolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel vb bilgi alanlarının hepsi doğa
olaylarıdır. İnsanoğlu, bu oluşumları bilmek için varoluşundan beri tükenmez bir
tutkuyla ve sabırla çabalamaktadır. Dolayısıyla, bilimin asıl uğraşı alanı, bu
anlamda, doğa olaylarıdır.
Doğa bilimcisi
açısından, bilimsel bilginin geçerliliği her istenildiğinde
tekrar tekrar kanıtlanabilir. Yüzyıllar boyunca süren bilimsel bilgi üretim
süreci, kendi niteliğini, geleneklerini ve standartlarını koymuştur. Bilimsel
çalışma hiç kimsenin tekelinde değildir, hiç kimsenin iznine bağlı değildir.
Bilim herkese açıktır. İsteyen her kişi ya da kurum bilimsel çalışma yapabilir.
Dil, din, ırk, ülke tanımaz. Her an herkes tarafından, üretilen bilginin
geçerliği ve kesinliği denetlenebilir. Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu
anlaşılan bilgiler elenir. Dolayısıyla, bilim, herhangi bir anda tekniğin
verdiği en iyi olanaklarla gözlenebilen, denenebilen ya da mevcut bilgilere
dayanan usavurma kurallarıyla geçerliliği kanıtlanabilen sistemli bilgilerden
oluşur. Böyle oluşu, deneysel doğa bilimcisi açısından, bilimsel bilginin
doğruluğunu ve evrenselliğini sağlar.
Ama felsefe, mantık ve hatta matematik
açısından bilginin doğruluğu ve evrenselliği bu denli basit değildir.
Bilimsel bilgi üretme yolları
Bilgi üretimine yarayan
yöntemleri, başlangıçta ikiye ayırmak mümkündür: tümevarım ve tümdengelim.
Tümevarım,
tikel önermelerden tümel önerme oluşturma
yordamıdır. Tümevarım gözlem ve deney ile bir doğa olayının genel kuralını kurmaya
çalışır. Bazı doğa olayları insanlık tarihi boyunca gözlendiği ve her seferinde
aynen tekrarlandığı için tartışmasız tümel önermeler olarak kabul edilir. Bazı
doğa olayları yeterince gözlenmiş ve hep aynı sonucu vermiştir.
Bazı doğa
olayları, ancak laboratuvar ortamında defalarca denenmiş ve varılan sonuç genel
kural kabul edilmiştir. Tümdengelim ise, tümel (genel)
bir önermeden tikel (özel) önerme çıkarma eylemidir. Bazı düşünürler, bilimsel
bilgi üretmenin tek aracının tümevarım olduğunu, tümdengelim yönteminin bilimde
yeri olmadığını düşünürler. [Francis Bacon
(1561-1626) , Réne Descartes
(1596-1650)]. Bazıları ise, bunun tam tersini savunurlar.
Mantık tarihine kısa bir bakış
Tümel bir önermeden
tikel önerme çıkarılışını sağlayan yordama usavurma diyoruz. Mantık (usbilim-lojik) usavurma
kurallarını konu edinir. Başka bir deyişle, mantık tümdengelim yöntemlerini
inceler. Değişik kaynaklarda bazı nüans
farklılıklarıyla, usavurmaya akıl yürütme, tasım (kıyas), dedüksiyon, çıkarım,
vb adlar verilir.
Antikçağ
MÖ 8.yy dan başlayıp MS 5.yy da
sona eren zaman dilimi içinde eski Yunan ve Roma kültürlerini içine alan
felsefeye antikçağ felsefesi denilir. Buna eski Yunan felsefesi de denilir. Bu dönemde
uzakdoğu, Hint, Mısır, Sümer, Akad, Babil, Asur, Hitit, Fenike, İsrail, Pers,
Kartaca vb birçok kültürler daha vardır. Bunları da içine alan felsefeye
İlkçağ felsefesi
denilir.
Hemen her olguda olduğu gibi, doğru düşünme kurallarının ortaya çıkması
da tarih içinde bir gelişim, bir evrim geçirmiştir. Buna bir başlangıç noktası
seçilemez. Üstelik felsefe ile mantığın ayrıldığı tarih çizgisi belirlenemez.
Ancak, antik çağdan günümüze gelen kalıtlarda mantık ile uğraştığı bilinen bazı
önemli adlar şunlardır.
Parmenides (M.Ö.500) : Varlık (evren) mutlaktır, onun ne eksiği, ne
isteği, ne hareketi ne de değişimi vardır.
Zenon (M.Ö.500): Fenike asıllıdır. İradeyi tanrılaştıran stoacı okulun kurucusudur.
Abese indirgeme ve kanıtlama yönteminin bulucusu, diyalektik ve sofistiğin
babası sayılır.
Socrates
(M.Ö.470-399): Tümevarım yönteminin kurucusudur.
Devletin tanrılarına inanmamak, başka tanrılar kabul etmek ve gençliği bozmakla
suçlu tutularak baldıran zehiri içmeye mahküm edildi. Sofistlere, metafiziğe, tabiat bilimine ve
matematiğe karşıdır. Dersleri üstün ahlakı yaymaya yöneliktir. Bu nedenle etik (en yüksek iyi) ’in kurucusu sayılır. Geriye hiç bir yazı
bırakmamıştır. İnce zekası, siyasi paradoksları, mükemmel hitabet sanatı, ölüme
kahramanca gidişi belki onu hakettiğinden üstün bir yere oturttu.
Platon (M.Ö.428-348): Atina’daki ünlü Akademia yüzyıllar boyunca onun adıyla anıldı.
Kendisinden önceki felsefecilerin öğretileri yanında Öklid’in ve Pisagorcuların
matematik düşüncelerinden etkilendi. Platon’un felsefesi geometri gibidir.
Doğru, daire, üçgen, vb geometrik şekiller evrende vardır, var olmaya devam
edeceklerdir. Onların varlığı, onları bize aksettiren maddeden bağımsızdır.
Madde değişse bile, onların nitelikleri değişmez.
Geometri aksiyomlar üzerinde
kurulur, yasaları usavurmayla çıkarılır. Geometride yasaları elde etmek için
başka bir yönteme gerekseme yoktur. Platon felsefesinde geometrideki
aksiyomların yerine geçen ideler vardır. İdeler gelip geçen şeylerin değişmez
şekilleridir, öncesiz ve sonrasızdırlar. Asıl olan ide’nin bilimidir. Bu bilimin kullandığı yöntem
diyalektik
adını alacaktır. Maddeye etki yapan ide doğayı yaratır. Physike adını alan bu bilim ikinci derecededir, hatta
bilim sayılmaya bile değmez. Doğa sonunda en yüksek iyiye (etik) gidecektir.
Aristotles(M.Ö.384-322):
Mantık biliminin doğması
ve gelişmesinde en etkili olan addır. Kendi
zamanına kadar ortaya çıkan usavurma kurallarını Aristotles sistemleştirdi.
Organon
(alet) adlı
yapıtında 14 syllogism (usavurma kuralı) verdi. Bu kurallar bu günkü biçimsel
mantığın temelidir. Bu kurallar, 2000 yılı aşkın bir zaman dilimi içinde
insanoğlunun düşünme ve doğruyu bulma eylemini etkisi altında
tutmuştur.
Ortaçağ
Hristiyanlık en
başından antik çağ felsefesine karşı oldu, onu düşman saydı. Zaten başka türlü
de olamazdı. Antik çağ felsefesinin yarattığı tanrılar veya tek ve mutlak tanrı varlıktan
ayrı değildi, varlığın kendisiydi. Başka bir deyişle, antik çağ felsefesinde
doğa-tanrı vardır.
Bireysel varlıklar mekanda onun parçaları, zamanda anlarıdır. ‘Yoktan hiç bir şey varolmaz’ kuralı antik çağ felsefenin temelidir.
Hristiyanlık ise
‘evreni yoktan yaratan’ tanrı kavramını getiriyordu. Yalnız oğul (İsa) ve kutsal ruh
tanrıdan çıkmıştır. Öyleyse, onlar
da gerçek tanrıdır. Yoktan yaratılanlar ile yaratan arasında mutlak ayrılık
vardır. Tanrı gerçek ve hayat olan oğulda kendisini göstermiştir. Mutlak gerçeğe
sahip olduğuna göre, Hristiyan’ın gerçeği aramasına gerek yoktur. Eğer gerçeği
arıyorsa, sahip olduğu gerçekten (oğul) şüphe ediyor demektir. Bu da İsa’yı
inkar etmesi anlamına gelir.
Ne
var ki, çöken hellenizmin bıraktığı miras felsefede izini belli ediyordu.
Kilise, red ettiği antik çağ felsefesinin karşısına bir felsefe koymak
zorundaydı. Bu durum hristiyanlık üzerinde verimli bir baskı yarattı. Platon,
Aristotles ve stoacıların doktrinleri hristiyan öğretisine uyarlandı.
Hristiyanlık inancı (imanı) bir doktrin (dogma) halinde kuruldu, sistemleşti.
Hristiyan doğmatiğinin kurucusu İskenderiye hristiyan okulunun kurucusu Origenes
(MS 220) dir.
İskenderiyeli Saccas (MS
300) Aristotles'in eserlerini yorumlayarak ortaçağa taşıdı. Din devletini kurmak
isteyen Hristiyan Kilisesi Aristotles Mantığını iyice benimsedi. Ortaçağda,
Hristiyan din adamları, Aristotles'in 14 syllogism'ine 5 tane daha eklediler.
Ortaya çıkan 19 kural, Hristiyan Kilisesi öğretisinin (skolastik öğreti) temeli
oldu. Bu öğretide, evrime (değişim - zaman) yer yoktur; gerekseme de yoktur.
Aristotles'in tümelden tikele giden usavurma kuralları, Hristiyan din devletinin
yapısına kolayca uyarlandı. Din devletinin yetkileri Tanrı'nın yetkileri
sayıldı. Bu tümel bir gerçek (mutlak gerçek) olarak kabul edildi. Bu gerçek asla
sorgulanamazdı.
Ortaçağda yeryüzünde biricik olan islam hoşgörüsü, müslüman olan ya
da olmayan birçok bilginin islam şemsiyesi altında toplanmasına neden oldu.
Ortaçağların sonlarına doğru Organon Arapça'ya çevrildi. El Kindi(805-873), El-Farabi(873-950), İbni
Sina(980-1037), İbni Rüşd(1126-1198) islam uygarlığının mantıkla da uğraşan düşünürleridir.
Matematik,
astronomi, tıp ve felsefede ileri adımlar atıldı. Bağdat, Mısır, Buhara, Kufe,
Kurtuba, Gırnata, Toledo, Sevilla, Valencia vb yerlerde bilime kaynak olacak
okullar açıldı. Bu okullar batının felsefi uyanışına çok yardım etmiştir.
Hristiyan dünyasında düşünce üretimi durmuşken, islam dünyasındaki bu gelişme
sürdürülebilseydi, belki tarihin akışı değişecekti.
Ne var ki, akıl ve mantığın
imana ters düşemeyeceğini savunan İmam Gazali, bir bakıma hristiyan din devleti
öğretisine benzer düşünceyi savunarak, diğer islam bilginlerine karşı çıktı. Ne
yazıktır ki, Osmanlı'da ve islam dünyasında İmam Gazali'nin düşünceleri zamanla
egemen oldu ve islam dünyasında düşünce üretimi sınırlandı [12].
Yeniçağ
İnsanın, düşüncenin sınırlanmasına başkaldırısı aniden olmadı. Buna
bir başlangıç bile konulamaz. Hristiyan dogmasına karşıt tohumlar, kilisenin en
güçlü olduğu dönemlerde, hatta hristiyanlığın gelişme döneminde atılmıştır.
Zamanla yeşeren bu tohumlar yenidendoğuşu (rönesas) yarattı.
Bir çok bilginin,
kaşifin, düşünürün bitmez çabalarıyla yeni fikirler oluştu. 1547 yılında Alman
Papazı Martin Luther (1483-1576) Wüttenberg kilisesinin kapısına astığı ünlü
protestosu ile katolik kilisesine karşı çıktı. Bu bir başlangıç değil, sondur!..
Bu sonun gelişi engizisyon mahkemeleriyle, savaşlarla, acılarla, insana yapılan
eziyetlerle epeyce uzun sürmüştür.
Sonunda batı avrupada ortaçağ karanlığı
yırtılmıştır. Yenidendoğuş (rönesas), her alanda olduğu gibi felsefe ve mantıkta
da yeni gelişmelere neden oldu. Akıl dinden ayrıldı, özgürce düşünmeye başladı.
Bilgilerini yenileyen insan, bütün dogmalardan kuşkulanmaya başladı.
Yenidendoğuş felsefesi bir dinsel akım gibi görünse de, onun temel niteliği
insancı (hümanist) olmaktır. Jordano Bruno (1548-1600), Francis Bacon (1561-1626), Réne
Descartes (1596-1650)
cesaretle bilimde yenilik gösteren sistemleri koydular.
Bruno bilimin yenileşmesinde başı çekti. Kilise dogmasına karşı
görüşlerinden dolayı Roma’da yakılarak öldürüldü. Yakılacağı sırada, kendisine
ölüm kararını bildiren engizisyon yargıcına söylediği şu söz insan aklının zulme
meydan okuyuşudur:
„Ölümümü bildirirken, sen benden daha çok
korkuyorsun!..“
Bacon, tümdengelime karşı
çıktı. Bilimsel bilginin ancak tümevarımla üretilebileceğini savundu. Her şeyin
tam bir listesini çıkarıp aralarında karşılaştırma yapmayı önerdi. Ama böyle bir
listeyi çıkarmak mümkün değildi.
Bilimsel bilgi üretiminde, en önemli yöntemi Descartes önerdi:
‘Herşeyden şüphelen,
çözümle, birleştir, say-ölç, bütün-parça ilişkisini kur’ diye özetlenebilecek bu yöntemin bilimsel
yöntemlere büyük etkisi oldu.
Ancak, bunların biçimsel
mantığa bir etkisi yoktu.
Hatta, biçimsel mantık yenidendoğuşun başlarında bir
bilgi üretme yöntemi olarak kabul görmemeye başladı. Kilisenin temel baskı aracı
olduğu gerekçesiyle, Martin Luther, Aristotles’in adını bile duymak istemiyordu.
Tabii, zamanla Aristotles’in usavurma yöntemlerinin, yabana atılamayacağı ve
kilisenin onu kullanmış olmasında biçimsel mantığın bir günahının olmadığı
anlaşılmıştır.
Bundan sonraki dönemlerde, biçimsel
mantıkta matematiksel yöntemler ağır basmaya başlayacaktır.
Matematiksel Mantık
Blaise
Pascal(1623-1662 ): Bir para atıldığında, ya
yazı ya
tura gelir.
Herkesin gördüğü, bildiği bu apaçık gerçeği, Pascal, matematik diliyle ifade
etti: “Yazı gelme
olasılığı ½, tura gelme olasılığı da ½ dir. Bu iki olasılığın toplamı ½ + ½ = 1
eder.” Matematik diliyle söylenen bu apaçık
gerçek, olasılık kuramı (probability theory) adlı bilim dalının doğmasını
sağladı. Bu bilim dalının, biçimsel mantıkla halâ süren yakın ilişkisi o
günlerde hiç sezilmiyordu; çünkü biçimsel mantığa matematiksel yöntemler henüz
karışmamıştı.
Gottfried
Wilhelm Leibniz (1646-1716): Usavurma sürecini
konuşulan dilden bağımsız kılarak ona matematiksel bir yapı kazandırmaya çalışan
ilk kişi Alman matematikçisi Leibniz’dir. Yazık ki Leibniz'in yaptığı işin önemi
ölümünden iki yüzyıl sonra anlaşılabilmiştir. Dissertatio de Arte Combinatoria, 1666, adlı eserinde sembolik bir dil yaratmayı düşündü. Evrensel tam
notasyon sistemi diyebileceğimiz bu dilde, her kavram en küçük bileşenlerine
kadar ayrıştırılabilecektir. Ayrışan bu bileşenler her kavrama temel olacak
bilgilerdir. Lingua characteristica universalis,
Calculus ratiocinator (Akıl yürütmenin hesabı) adlı projeleri teorik bazda bile gerçekleşemedi. Logic konulu olan
ve yaşarken yayınlanmamış makalelerinin önemi, daha sonraki dönemlerde
anlaşılacaktır.
İmmanuel Kant (1724-1804
), mantığın tamamen işlenmiş, bitirilmiş, sona
erdirilmiş bir doktrin olduğunu 1794 yılında ifade etmiştir. Ama Kant yanılıyordu. Mantığın görkemli dönüşü
henüz başlayacaktı.
George Boole
(1815-1864): İngiliz matematikçisi Boole,
Leibniz’in başladığı işin önemini kavrayan ilk kişi sayılır. Konuyu yeniden ele
alarak bugünkü iki-değerli mantığın yapısını tamamen matematiksel temellere
oturtmuş ve klasik mantığın dile bağımlı zayıf yanını yokeden simgesel mantığı
yaratmıştır. Buna Boole mantığı, Boole cebiri,
matematiksel mantık, simgesel mantık, vb adlar
verilmektedir. Boole mantığında bu gün kullandığımız simgeleri yaratan kişi
Ernst Schröder (1841-1902)’dir. Simgesel mantığın üstünlüğü şudur: Akıl
yürütmede kullanılan kavramları sözcüklerden, nesnelerden, duyulardan
arındırmakta, onları soyut simgelerle temsil etmekte ve o simgeler arasında
matematiksel işlemler kullanarak akıl yürütme
sürecini kesin sonuca ulaştırmaktadır. Kullandığı
cebirsel yapı, mantığın istediği sağlamlığı sağlamaktadır.
Predicate calculus
Simgesel mantığın
birisi ötekine kenetlenmiş iki ayrı dalı vardır: Önermeler
mantığı ve predicate calculus. Birincisi, önermeleri tek tek ele alır ve onların doğru ya da
yanlış olduklarını belirler. İkincisi ise, bir küme üzerinde tanımlı önerme
fonksiyonlarını ele alır. Predicate
terimi, matematik dilindeki fonksiyon’dan
başka bir şey değildir.
Belirsizlik (uncertainty)
Matematiksel
(simgesel) mantığın sağlam ve soyut cebirsel bir yapı olarak ortaya konması,
klâsik (sözel) mantıkta ancak 2000 yıl sonra yapılabilen çok büyük bir aşamadır.
Ama, Boole mantığı da klâsik mantığın ortaya koyduğu iki-değerliliği
korumaktadır. İki-değerli mantıkta belirsizlik olamaz. Orada bir önerme ya
doğru ya da
yanlış’tır. Oysa,
gerçek yaşamda önermeler biraz doğru, biraz yanlış olabilir. Daha ötesi,
gözlemlere dayalı önermeler belli bir olasılık katsayısına bağlıdır
([2],[4],[6],[8]).
İki-değerli mantıktan çok-değerli mantığa geçiş
İki-değerli
matematiksel mantık, 20.yy biliminin ve teknolojisinin temelidir. Hiçbir
matematikçi, onun sağlamlığından, öneminden, heybetinden kuşkulanamaz. Ama doğa
olaylarıyla ilgilenen bilim adamları, bazı doğa olaylarını açıklamak için
iki-değerli mantığın yetmediğini çaresizlik içinde görüyorlardı. İki-değerli
mantığın istediği kesinliğin elde edilemediği yerlerde, doğa bilimciler olasılık
kuramına başvurmaya başladılar.
Bu arada, bazı mantıkçılar üç-değerli
mantık(lar) kurmaya çalıştılar. İki-değerli mantığın aldığı doğru ve yanlış değerler yanına
belirsiz ya da
nötr adını
verdikleri üçüncü bir değer kattılar. Lukasiewicz, Bochvar, Kleene, Heyting,
Reichenbach gibi mantıkçılar birbirlerinden
farklı üç-değerli mantık sistemleri oluşturdular. Bunların her biri kendi içinde
tutarlı olmakla birlikte, simgesel mantığın kullandığı ,
, , ,
işlemler arasında tanım farklılıkları yarattılar. Dolayısıyla,
hiç biri mantığın evrensel kuralları olarak düşünülemez.
Bu arada, Jan
Lukasiewicz (1878-1956) üç-değerli mantığın da yetmediğini gördü ve 1930 lu yıllarda
(L2,
L3, ... ,
L) mantık dizisini
kurdu. Bunlardan ilki olan L2 iki-değerli mantıktır. Diğerleri artarak sonsuz-değerli
L mantığına kadar
uzanır.
L mantığının değerleri [0,1] aralığındaki rasyonel sayılarıdır. Bu
düşünce, elbette çok önemlidir ve sonsuz değerli mantığa yürüyüşün
kaçınılmazlığını ortaya koymaktadır.
Heisenberg Belirsizlik İlkesi
Werner Karl
Heisenberg(1901-1976), yirmimci yüzyıl fiziğinin
büyük adlarından birisidir. Bu yüzyılın en önemli buluşlarından birisi olan
kuantum
mekaniğinde, atom çekirdeğinin yapısını
belirlemek için, içindeki küçük parçacıkların hareketlerinin belirlenmesi
gerekiyordu. Ancak, kesin ölçümler yapılamadığı için, hareketli parçacıkların
yörüngeleri ancak olasılık hesabıyla verilebildi. Heisenberg Belirsizlik
İlkesi diye adlandırılan bu yöntem, atom
çekirdeğinin yapısı hakkında çok şey söylemektedir. Ama, Albert Einstein
(1879-1951) “Tanrı, doğa için zar
atmaz!” diyerek doğa olaylarının olasılık
yöntemleriyle açıklanmasına karşı çıkmıştır. Elbette, matematikçiler ve
fizikçiler, belirsizlikten sakınmak isterler ve daima kesinliğin peşinde
koşarlar ([3],[6],[8],[11],[15],[20]).
Hartley İnformasyon Formülü
Hartley (1928), öğe
sayısı n olan bir X kümesinden s defada seçilebilecek dizilerin sayısından
hareketle, I(ns) = slog2n formülünü
çıkarmıştır. Bu formül, bir yandan elektronik bilgi aktarımında maksimum sığayı
verdiği için; öte yandan da bir belirtisiz informasyonun (buna bulanık önerme
diyelim) alabileceği değerleri veren sayısal bir formül olduğu için önem taşır
([1], [4], [5], [7], [11]).
Shannon
Entropisi
Claude Elwood Shannon (1916-2001) sonlu bir X kümesi üzerindeki
belirsizliğin ya da bulanık informasyonun başka bir ölçüsü olan entropiyi
aşağıdaki olasılık dağılımı ile vermiştir (1948).
H
(p(x) | xX) =
-p(x) log2
p(x)
Boltzman Entropisi
Sonlu kümeden sonsuz bir
X kümesine geçildiğinde, Shannon formülü aşağıdaki şekle dönüşür ve Boltzman
entropisi adını alır. Bu formül, belirsizliğin ya da belirsiz informasyonun
(bulanık önermenin) değerini gerçel sayılara genişletmektedir.
H(q(x) |
xX) = -q(x)log2
q(x)dx
Problem Çözen Makina
Bilimin her dalında olduğu gibi, 20.yy ikinci ve
üçüncü çeyreğinde mantıkta ve matematikte başdöndürücü gelişmeler oldu.
Leibniz'in hayalini gerçekleştirecek bir makine olabilir mi? Başka bir deyişle,
her problemi çözen bir algoritma yaratılabilir mi? Aristoteles’den sonra en
büyük mantıkçı sayılan Kurt Gödel (1906-1978) ‘in eksiklik (tamamlanamazlık -
incompleteness) ilkesi, bunun yapılamayacağını ortaya koydu.
Recursive fonksiyonlar
kuramı, sonlu sayıda kombinatorik işlemlerle
hesaplanabilen fonksiyonları konu edinir. Bunlara mekanik çözülebilir fonksiyonlar da denilir. Gödel,
Herbrandt, Turing, Church ve Post tarafından 1930 lu yıllarda yapılan çalışmalar
bu alanda önemli gelişmeler sağladı. Bazı problem
sınıflarının mekanik çözülebilirliği, bazı problem sınıflarının da çözülemezliği
ispatlandı.
Bu yönde yapılan
çok önemli bulgulardan birisi de şudur: 1970 yılında, Diophant
denklemleri’ni çözecek bir algoritmanın olmadığı ispatlandı. Bu sonuç, 1900
yılındaki Matematik Kongresinde Hilbert'in
sunduğu ünlü 10.Problem’in çözümsüzlüğünü ortaya koymuştur.
David
Hilbert (1862-1943)
sembolik logic yardımıyla soyut ve sonsuz varlıkları konu edinirken sağlam bir
zemin aradı. Bu nedenle aksiyomatik yaklaşımı seçti ve mantıkta engin bir ufuk
açtı. Öte yandan Brouwer bu yaklaşıma karşı çıkıyor ve sezgisel mantığa
(intuitionism) dayanmayı yeğliyordu.
Düşünen Makina
1970 yılında Alan Colmerauer PROLOG
(PROgramming LOGic) adını verdiği bir bilgisayar dili yarattı. Bu dil, daha
önceki bilgisayar dillerinden tamamiyle farklı idi. PROLOG mantık kurallarını
kullanarak (çözülebilir) problemleri usavurma yöntemiyle çözecekti. Bu dilin
önemi başlangıçta anlaşılamadı. Belki de, kapsamlı problemlerin çözümünde
PROLOG'un gerekseme duyduğu büyük ana bellek yokluğu (RAM), onun pratiğe
geçişini geciktirdi.
Son yıllarda, PROLOG türü programlamanın geleceğin
dili olduğunu savunanlar çoğalmıştır. Bir çok üniversitede mantık ve yapay us
(logic and artificial intelligence) konusunda yoğun çalışmalar başlamıştır.
Mantıksal programlama kavramı 1974 yılında Kowalski
tarafından önerilmiştir.
Uzun zaman hiç bir ses getirmeyen bu öneriden 20 yıl
sonra binlerce makale yayımlanmıştır. O alana özgü bilimsel dergiler çıkmaya
başlamıştır. Üniversiteler ve hatta devletler araştırma projeleri
başlatmışlardır. Bu gelişmeye PROLOG dilinin etkisi büyüktür.
80'li yıllarda
alternatif programlama dilleri üzerinde başlayan sağanak halindeki araştırmalar
sonunda görüldü ki, aranan seçenek zaten orta yerde duruyor: PROLOG. Ondan
sonra, logic programlama konusunda ciddi araştırmalar başladı ve önemli
gelişmeler katedildi. Tabii, PROLOG yanında, başka mantıksal programlama dilleri
de yaratılmıştır.
Boole ile matematiksel açıdan tamamen ortaya
serildiği varsayılan logic’te gelişmeler hiç durmadı. Sezgisel logic, klasik
logic, sequent calculi, linear logic, modal logic, monoton logic, temporal
logic, aksiyomatic logic, first order logic, vb adlarla anılan , ortak ve farklı
yanları olan değişik logic sistemler yaratılmıştır ve üzerlerinde aktif
çalışmalar yapılmaktadır. Mantık ve yapay us matematiğin aktif dallarından
birisi haline gelmiştir.
Bu gün mantıksal programlama diye bilinen bilgisayar
dil(ler)inin ortaya çıkmasında Colmerauer, Warren ve Kowalski'nin çalışmaları
önemli rol oynamıştır. Çoğu problemin çözümünde, uygun logic terimler
kullanılarak bir algoritma kurulabileceği ortaya konulmuştur. Kowalski'nin
deyimiyle
Algoritma = logic + kontrol
formülü bir çok
problem için geçerlidir. Bütün sorun, bu algoritmayı kurmaktadır. Ondan
sonrasını bilgisayar yapacaktır. Peki, ama burada kullanacağımız
logic
hangisidir? Düşünen makina için yeni bir logic mi
gerekecektir? ([6], [19], [20]).
Fuzzy Mantığı
Doğa olaylarını açıklamak için kullandığımız
matematiksel yöntemlerin ve modellerin yararı, gücü ve heybeti tartışılamaz.
Ancak, matematiğin kesin deterministik niteliğinin uygulamada gerçeğe çoğunlukla
uymaması, yüzyıllar boyunca bilim adamlarını ve düşünürleri uğraştırmıştır.
Matematiksel temsiller, evrenin karmaşıklığı ve sınırsızlığı karşısında daima
yetersiz ve çok yapay kalmaktadır. Bu nedenle, doğa olaylarını açıklarken,
çoğunlukla, kesinliği (exactness - certainty) değil, belirsizliği (vagueness -
uncertainty) kullanırız.
Kesinlik (certainty), modellenen doğa olayının
matematiksel yapısının ve parametrelerinin iyi bilindiğini varsayar.
Matematiksel bir modelde doğru-yanlış, evet-hayır, iyi-kötü, ak-kara, vb
ikilemleri (dichotomy) açıklamak mümkündür.
Ama evreni ya da onun bir parçasını hangi matematik
modelle temsil etmeye muktediriz ?
Doğal diller, doğa olaylarını
açıklamakta çoğunlukla iki-değerli mantığa dayalı matematiksel modellerden daha
etkilidir. Örneğin, “bu gün hava güzeldir –
değildir” ikilemi, hemen her konuşma dilinde
kavurucu çöl sıcağından başlayıp, dondurucu kutup soğuğuna kadar varan
derecelendirmeyi anlatabilir.
”Bu gün hava
güzeldir” deyimi tatilini bir yaz günü plajda”
geçiren kişi için başka, bir bir kış günü kayak merkezinde geçiren kişi için
başkadır. Yer ve zamana bağlı olarak farklı anlamlara sahip olan bu deyim, hemen
hemen her söylenişinde istenen anlamı verir. İki-değerli mantığın kesinliğine
sahip olmayan doğal dil, bir doğa olayını ondan daha iyi anlatabilmektedir.
Bu olgu, mantığı ve matematiği yeni arayışlara
itmektedir. Fuzzy Kümeleri ve onun doğal yoldaşı olan Fuzzy Mantığı bu
arayışlardan birisidir.
Geleneksel matematikteki kesinlik (certainty) deyimi
yerine, Fuzzy mantığında belirsizlik (vagueness-uncertainty-imprecision)
deyiminin konulması, belki doğal bir talihsizliktir. Gerçekte Fuzzy Kümelerinde
belirsiz (fuzzy-bulanık) olan hiç bir şey yoktur. O, belirsizliği, bulanıklığı
inceleme peşindedir.
Kısa zamanda hızlı bir gelişim gösteren Fuzzy
Kuramının gelecekte nelere muktedir olacağını bilmiyoruz. Evreni açıklamakta
yeterli bir araç olduğunu ummak hayal kırıklığı yaratabilir. Ama o yönde atılmış
yeni bir adım olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır ([2], [10], [21]).
Fuzzy Mantığı Üzerinde Harmonik Analiz
Cebirsel yapılar ve o yapılardaki işlemler bize
iki-değerli mantığın istediği sağlamlığı ve kesinliği vermektedir. Ama, doğa
olaylarını açıklamak için daima matematik analizi kullandık. İki-değerli mantığa
dayalı düşünce sistemimize göre belirsizlik doğduğunda, onu aşmak için
başvurduğumuz olasılık yöntemleri aslında matematik analize dayalıdır.
Dolayısıyla, soruna doğrudan yaklaşıp, mantığa matematiksel analiz yöntemlerini
katmak, matematiksel mantıkta yeni ve belki de zorunlu bir aşamadır.
Verilen bir önermeler kümesinden
hareketle o kümeyi bir topolojik gruba genişletip, onun üzerinde harmonik analiz
yapmak mümkün olmaktadır. Harmonik analiz, matematiğin en güçlü aletlerinden
birisidir([9], [16], [18]). Bu aleti kullanarak, iki-değerli mantıkta bulanık
görünen bir önermeyi, bir Hilbert uzayında sonsuz bileşenleri yardımıyla ifade
etmek mümkün olmaktadır. Cebir, Fonksiyonel Analiz ve Topoloji’nin ileri
yöntemlerini kullanan bu yöntemi açıklamak, bu yazının kapsamı içine giremez (
[13], [14]).
KAYNAKLAR
[1] Aczel, J –
Daroczy, Z. (1975), On
Measures of Information and Their Caharacterizations, New York, Academic
Press.
[2] Albert, P.
(1978), “The Algebra of fuzzy Logic.” Fuzzy Sets and Systems, 1, pp.203-230.
[3] Alsina. C. –
Trillas, E. – Valverde, L. (1983), “On Some Logical connectives for Fuzzy set
theory.” J. Of Math. Analysis
and Applications, 93, pp.
15-26.
[4] Ash, R.B.
(1965), Information
Theory, New York,
Interscience.
[5] Ashby, W.R.
(1965), “Measuring the internal informational exchange in a
system.”
Cybernetica, 1, pp.
5-22.
[6] Baldwin, J.F.
(1979), “A model of fuzzy reasoning through multi-valued logic and set theory.”
Intern. J. Of Man-Machine
Studies, 11, pp.351-380.
[7] Campbell, J.
(1982), Grammatical Man:
Information, Entropy, Language, and Life, New York, Simon and
Schuster.
[8] Gougen, J.A.
(1968), “The logic of inexact concepts.” Synthese, 19,
pp.325-373.
[9] Hewitt, E -
Ross, K.A. (1970), Abstract
Harmonic Analysis I-II,
Berlin, Springer-Verlag.
[10] Höhle, U.-
Stout, L.N. (1991), “Foundations of fuzzy sets.” Fuzzy Sets and Systems, 40, pp. 57-296.
[11] Jalinek, F.
(1968), Probabilistic
Information Theory: Discrete and Memoryless Models, New York, McGraw-Hill.
[12]
Karaçay-Çoker-Özer-Bilge-Akıncı-Azcan (1998), Mantık, Eskişehir, Anadolu
ÜniversitesiYayınları, No:942.
[13] Karaçay, T. (1997a),
“Fourier Analysis On Fuzzy Sets (Part One).” BUSEFAL-Bulletin for Studies and Exchanges on Fuzziness and its
Applications, N.70, Toulouse – France.
[14] Karaçay, T. (1997b),
“Fourier Analysis On Fuzzy Sets (Part Two).” BUSEFAL-Bulletin for Studies and Exchanges on Fuzziness and its
Application, N.71, Toulouse – France.
[15] Katz, A.
(1967), Principles of
Statistical Mechanics: The Information Theory Approach, San Francisco, W.H.Freeman.
[16] Loomis, L.H.
(1953), An Introduction to
Abstract Harmonic Analysis,
New York, Van Nostrand.
[17] Pryce, J.D.
(1973), Basic Methods of
Linear Functional Analysis,
London, Hutchinson & Co. Ltd.
[18] Rudin, W.
(1962), Fourier Analysis on
Group, New York,
Interscience.
[19] Whalen, T. – B.
Schott (1985), “Alternative logics for approximate reasoning in expert systems:
a comparative study.” Intern.J. of Man-Machine Studies, 22, pp. 327-346.
[20] Yager, R.R.
(1980), “Aspects of possibilistic uncertainty.” Intern. J. Of Man-Machine
Studies, 12,
pp.283-298.
[21] Zadeh, L.A.
(1965), “Fuzzy Sets.” Information and Control, 8, pp.338-353.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder