Ameller
niyetlere göredir.” 1 “Niyet bir rûhtur. O rûhun rûhu da ihlâstır." 2 “Ve
keza, nazarla niyet mâhiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha
kalb eder. Evet, niyet âdi bir hareketi ibâdete çevirir. Ve gösteriş için
yapılan bir ibâdeti günaha kalb eder."3
Niyet; azîm,
kasıt, kesin irâde; kalbin bir şeyi bilmesi; kalbin bir şeye karar verip, o
işin niçin yapıldığını bilmesi anlamında bir kavramdır. Niyet kalbin
yönelmesidir. Bir arzu ve duygudur. Kalbdeki mânâların veya tesirât-ı
hâriciyeden tevellüd eden temâyüllerin yönünü belirlemede başlayan ve o
müyûlâtın seyrinin devamında veya fiil hâline gelmesinden önceki arzu ve
istektir. O fiil boyunca niyet devam eder. İhlâs ile o niyet hem kıymet
kazanır, hem de Allah’ın rızasına ulaşır.
Bedîüzzamân
Hazretleri niyet için şu izahatları yapar. ”Evet, niyet öyle bir hâsiyete
mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibâdete çeviren pek acîp bir iksir ve bir
mâyedir. Ve keza, niyet ölü ve meyyit olan hâletleri ihyâ eden ve canlı,
hayatlı ibâdetlere çeviren bir rûhtur. Ve keza, niyette öyle bir hâsiyet vardır
ki, seyyiâtı hasenâta ve hasenâtı seyyiâta tahvil eder. Demek, niyet bir
rûhtur. O rûhun rûhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, halâs, ancak ihlâsladır. İşte
bu hâsiyete binaendir ki, az bir zamanda çok ameller husûle gelir. Buna
binaendir ki, az bir ömürde Cennet, bütün lezâiz ve mehâsiniyle kazanılır. Ve
niyetle insan daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.”4
Yine
Mesnevî-i Nuriye’de gelen şu ifâdeler de niyeti izah etmektedir: “Hayrat ve
hasenâtın hayatı niyetledir. Fesadı da ucub, riyâ ve gösterişledir. Ve fıtrî
olarak vicdanda şuurla bizzat hissedilen vicdaniyâtın esası, ikinci bir şuur ve
niyetle inkıtâ bulur. Nasıl ki amellerin hayatı niyetledir. Onun gibi, niyet
bir cihetle fıtrî ahvâlin ölümüdür. Meselâ, tevâzua niyet onu ifsad eder; tekebbüre
niyet onu izâle eder; feraha niyet onu uçurur; gam ve kedere niyet onu tahfif
eder. Ve hâkezâ, kıyas et.”5
Niyetin
ihlâs ile bir iksir ve mâye oluşu ne kadar mânidardır. Basit bir âdeti sünnet
niyeti ile yapan kişi âdetini ibâdete çevirmiş olur. Niyet bir rûh ise o rûhun
da rûhu ve özü ihlâstır ki ölü mânâları hayattar ve canlı hâle getiriyor ve
nûrlandırıyor. Niyet ihlâs ile kıvama geliyor ve bizi Rabbimizin rızasına
kavuşturuyor. Allah’ın rızası niyetin rûhu olan ihlâs hakîkati ile taçlanıyor
ve kalbî ve fiilî ameli semeredâr hasenâta kavuşturuyor.
Risâle-i Nûr
Külliyatının hiçbir bölümünün girişinde “On beş günde bir okunmalıdır” ihtarı
yapılmadığı halde İhlâs Risâlesi’nin girişinde “Bu Lem’a lâakal her on beş
günde bir defa okunmalı” diye çok önemli bir ihtar ve uyarı yapılmıştır. Çünkü
ihlâs bütün amelleri hem nûrlandırıyor, hem canlandırıyor hem de hayattar
yapıyor. Bir nevî amellerdeki niyetlerin rûhunu ubûdiyetin rıza makamına
çıkarıyor. Böylece ameller hayattar bir mânâ kazanıyor ve kul kalbî mi'raclarla
evc-i âlâya doğru uruc ediyor.
Üstad
Bedîüzzamân On Yedinci Lem’a’da “Medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır.
İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis
olmayana müreccahtır. İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i
İlâhî ve neticesi rıza-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazîfe-i İlâhiyeye
karışmamalı."6 şeklinde mükemmel bir tesbit yaparak ihlâs hakîkatini izah
etmiştir. Böylece kurtuluşun sadece ihlâsla olduğunu, ihlâsı kazanmanın,
muhâfaza etmenin ve mânilerini def etmenin çarelerini ise İhlâs Risâlesi’nde
ayrıntıları ile açıkladığını görüyoruz.
Bir fiillin
bidayetinde müyûlat-ı kalbîye, tesirât-ı hâriciye ve niyet vardır. Ancak o
müyûlat-ı kalbîye ve niyetin amel boyutunda Allah’ın rızasına kavuşmasının şartı
ihlâs iledir. Çünkü ihlâs şartsız Allah’ın razı oluşuna bakar. Ya’nî ön şartsız
olarak niyet edilen fiilin Allah’ın rızası aranarak yapılması ihlâs iledir.
Yoksa o fiilin rûhu söner ve o niyette Allah rızası kaçar, nefsî ve dünyevî bir
niyet ve amel olmuş olur.
İhlâs
karşılıksız olarak Allah’ın rızası için yapılan davranıştır. Sadece Allah’ın
razı oluşuna yönelmek ve sadece O'ndan (cc) istemek ve rızası dairesinde itikad
ve duruş yapmaktır. Bu duruş ve tavırdan sonra neticeyi düşünmemek hatta ve
hatta amelini Allah’ın vazîfesine bina etmeden yapmaktır.
Peygamber
hayatlarında ve kıssalarında hep bu duruş ve niyetin ihlâs izdüşümlerini
görürüz.
Hz. İbrahim
(as) ateşe atılırken Allah (cc) Cebrail'i (as) gönderip “Kulum İbrahim’e söyle
benden bir isteği var mı?” Dediğinde Hz. İbrahim’in (as) duruşu ve sözü yine
ihlâs sırrının zirvesini taşımaktadır. “Allah bize yeter; O ne güzel
vekildir."7 sırrı ile Allah’ın rızasına göre duruş yapmak ve sadece O’ndan
(cc) istemek ve sebeplerin de Allah’ın emri altında olduğunu bilmek ve öyle bir
teslimiyet ve ihlâs ile kulluğun zirvesine çıkmak. Böylece eşyanın esmâ ile
olan ilişkisini ve âlemlerin Rabbine olan îmân ve teslimiyetin sırrını aralamak
ve anlamak.
Yine Hz.
İsmail’in (as) bıçak karşısında duruşu ve teslimiyetinde de aynı sırla
karşılaşırız. Ön şartsız bir teslimiyet, îmân ve ihlâs sırrı ile zahirde kesen
bıçak kesmez olur. O îmân ve ihlâs karşısında Yüce Allah kulu İsmail’i korumuş
ve kesen bıçağa bu îmân ve ihlâslı duruşun karşısında kesmemesini emretmiştir.
Böylece eşyanın emir ile şekil aldığı ve Allah’ın kudretine boyun eğdiği
hakîkati zahir olarak ortaya çıkmış oluyor.
Demek ki
ihlâs öyle bir iksir ve rûh ki ateşin yakmamasına ve bıçağın kesmemesine giden
yolun mukaddimesi olabiliyor. Çünkü bütün sır âlemlerin Rabbini razı edici
duruşlar yapabilmekte ve öyle davranabilmekte. Ön şartsız bir îmân ve
teslimiyet sırrı sanırım ihlâs hakîkatinde yatıyor. Ya’nî, Allah’ı razı edici
duruşlar ve ameller yapabilmek.
İnsanın
aklı, kalbi, vicdanı ve rûhu mutmain olmak için kalbin ameli olan ihlâs sırrına
muhtaçtır. Çünkü yapılan ameller Allah rızası için sırr-ı ihlâs ile mayalanıyor
ve netice veriyor. Böylece aklın marifetullah mertebeleri, kalbin muhabbetullah
neticeleri ve rûhun hayattan mânevî gıdaları ihlâs sırrı ile iksirleniyor ve
latîfe-i rabbâniyemiz tam gıdalarını almış oluyor.
Dipnotlar:
1- Buharî,
Bed’ü’l-Vahy: 1.
2- Mesnevî-i
Nuriye, 2006, s: 112.
3- Mesnevî-i
Nuriye, 2006, s: 84.
4- Mesnevî-i
Nuriye, 2006, s: 112.
5- Mesnevî-i
Nuriye, 2006, s: 318.
6- Lem’alar,
2005, 323.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder