Niyet, bir kasd ve teveccüh, bir azim ve şuur olmakla birlikte,
kişinin bir işi yapmaya karar verip, kalbinde o işi neden yapacağı
düşüncesinin belirmesidir. Niyet sâyesinde insan, nereye yöneldiğini ve
ne istediğini bilme şuuruna ulaşır.
Niyet, insanın iyiliklerine ve kötülüklerine bakan yönüyle oldukça
ehemmiyet arzetmektedir. Bu açıdan niyet, bir iksir ve şifa olabileceği
gibi, davranışların semere ve neticelerini alıp götüren bir tufan ve bir
kasırga şekline de dönüşebilir. Kulun elde ettiği sevaplar, ya kalbiyle
ya diliyle ya da cevahiri (uzuvları) iledir. Niyetin makamı ise
kalptir.
Dolayısıyla kalpteki niyet sevapların başında gelir. Çünkü
niyet tüm ibadetlerde gerekli olduğu gibi, bazen de o olmadan ibadetler
gerçekleşemez. Özellikle teyemmümde niyetin farz olması, hadesin
izalesinin toprakla değil, niyetle gerçekleştiğini göstermektedir. Bir
hadiste şöyle buyrulmaktadır: “İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır.
Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün
ceset bozulur. Dikkat edin o, kalptir.”1
Şu halde insandaki kalb safiyeti çok önemlidir.
Bir gün Davud (a.s.) Hz. Lokman’dan bir koyun kesip en iyi yerinden
iki parça getirmesini istemiş. Hz. Lokman da kestiği hayvanın “dilini ve kalbini” getirmişti. Birkaç gün sonra Dâvud (a.s.) bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça getirmesini isteyince, O yine “dili ve kalbi”
getirmiş. Bu defa Davud (a.s) Hz. Lokman’a bunun sebebini sormuş, O da:
“Bu iki uzuv iyi olursa bunlardan daha iyisi; kötü olursa bunlardan
daha kötüsü olmaz” şeklinde cevap vermiştir.2
Bir düşüncenin ve hareketin iyilik olarak değerlendirilmesi için onu
yapmaya niyet etmek şarttır. Şayet insan düşünüp yapmaya niyet ettiği o
güzel hareketi yapacak olursa, bu takdirde mükâfâtı on mislinden başlar,
700 misline kadar çıkar.3 Ancak nice dağ büyüklüğünde himmet ve
gayretler de vardır ki, kötü niyet yüzünden semeresiz ve güdük
kalmaktadır.
Mesela Huneyn gazasında müslümanların safında herkesin dikkatini çekerek, takdirini celbedecek kadar kahramanca savaşan Kuzman, pek
çok müşriği öldürmesine rağmen aldığı bir yaradan dolayı intihar
etmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz: “İnsanlardan bazıları vardır ki,
halkın görüşüne göre cennet ehline yaraşan hayırlı işler yaparlar.
Halbuki onlar o işlerini yaparken taşıdıkları niyetleri sebebiyle
cehennemliktir”4 buyurmuşlardır.
Rivayet edilir ki sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla
evlenmek ister. Fakat Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi düşündüğünden,
bu kişiye, niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmesini ve orada evlenmeyi
teklif eder. Bunun üzerine o kişi Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla
Medine’ye mecburen hicret etmek zorunda kalır.
Bu durumu bilen
sahâbîler, Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında o kişiye “Muhâciru Ümmü Kays”
diye isim vermişlerdir. İşte o zaman Peygamber Efendimiz: “Ameller
niyete göredir. Herkesin niyeti ne ise eline geçecek de ancak odur”5
buyurarak, herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtmişlerdir.
Demek ki, Yaradanı hoşnud etmek yolunda insan, hem işlediği şeyler,
hem de terk ettiği şeylerle yükselir ve «ahsen-i takvîm»e mazhar olur.
O’nun hoşnutluğu dışındaki ameller ise hiçbir işe yaramaz. Nice
savaşlarda kahramanlık göstermelerine karşılık, ölüp gayyaya
yuvarlananlar olduğu gibi, samimi bir imanla şehit olup hiç ibadeti
olmadan cennetlere gidenler de bulunmaktadır.
Amr b. Sâbit, Uhud günü iman edip, silahını kuşanarak namaz
kılmaya vakit bulamadan savaş meydanına gitmiş ve orada şehit olmuştur.
Peygamberimiz onun hakkında: “Az amel işledi, fakat çok kazandı”6
buyurarak, samimi bir iman ve niyetin karşılığının Allah katındaki
değerini haber vermiştir.
Peygamberimiz (s.a.v) “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.
Münafığın ameli de niyetinden hayırlıdır.”7 buyurarak, mü’min kişi ne
kadar gayret ederse etsin, niyetindeki sevabı ameli ile
yakalayamayacağına işaret etmektedir. Böylece mü’minin niyetinin ona
kazandırdığı sevaplar, yapamadıklarından daha fazla olmaktadır. Yoksa bu
müjde tembellikten dolayı niyetini amele çevirmeyenler için geçerli
değildir. İşte bu yönüyle mü’minin samimi niyeti amelinden hayırlıdır.
Münafıklarda ise tam tersinedir. Niyeti gösteriş de olsa yaptığı veya
vesile olduğu güzel işlerden sevap alamasa da insanlar onlardan istifade
edebilir. Bu durumda onun da ameli niyetinden hayırlıdır.
Niyet, bu mahdut ve muvakkat dünya hayatında, sınırsızlığa kapı ve
pencere açan esrarlı bir anahtardır. Bu anahtarı güzel kullanan
insanlar, dünya ve ahiret saadetinin kapılarını rahatlıkla açabilirler.
Zîrâ, günlük, haftalık, aylık vazîfeler, samimiyetle edâ edildikçe, o
vazîfelere terettüb eden fazîlet ve sevâb, sadece vazifenin edâ edildiği
zamana münhasır kalmayacaktır. Böylece bütün bir hayatın sâniye ve
dakikaları bereketlenecektir.
Cihâda hâzır bir asker, fiilen cihâdda bulunmadığı zamanlarda dahî,
mücahidlerin hissesine düşen sevâbı alacak, kışlada nöbet saatinin
gelmesini bekleyen bir er de, nöbet bekliyor gibi hasenâtı elde
edecektir. İşte bu sırdandır ki, inanan insan, muvakkat bir hayatta
ebedi saadet ve ölümsüzlüğe erdiği gibi; inkâr eden insan da ebedî
şekâvet ve talihsizliğe düşecektir.
Yoksa zâhiri adâletin iktizâsına
göre, herkes kendi ibâdet ve fazîleti kadar lütûf ve ihsâna veya rezâlet
ve denâeti miktarınca, kahır ve azâba dûçâr olması uygun düşerdi. O da,
iyilerin cennette kalacakları sürenin, iyi insan olarak yaşadıkları
süre kadar, kötülerin de cehennemde kalacakları sürenin, kötülükleri
kadar olmasını gerektirecekti. Halbuki, bitmeyen bir saâdet veya tükenip
yok olmayan bir azâb insanın niyeti sebebiyle tahakkuk etmektedir.
Demek ki ebedî iman ve istikâmet düşüncesi, ebedî saâdete vesile olacağı
gibi, ebedî küfran ve inhiraf düşüncesi de, ebedî talihsizlik
neticesini vermektedir.
Aslında şeytan, kötülüğü telkin etmesiyle insanın bir kısım istidat
ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmesine de hizmet etmektedir. Ancak bu
hizmetler mikroplara karşı vücudun teyakkuza geçmesi (antibiyotik) gibi
düşünülmelidir. Şeytan haramlara ve günahlara karşı insanı teşvik
ederken, insanın gaflete düşmemesi, haramlara yaklaşmaması kişinin Allah
ile olan irtibatına bağlıdır.
Allah ile irtibatı kuvvetli olan mü’min
şeytandan uzak olur. Zira şeytan, bu güzîde insanları, mücâhede ve
mücâdeleye sevk edip, onlara pâyeler kazandırmasına mukâbil, kendisi
için hiçbir mükâfat elde edememektedir. Çünkü o, yaptığı bu şeyleri, Hak
dostları yücelsin diye yapmıyor. Bilakis, onları günahlara sokmak ve
yıkmak için yapıyor. Demek ki, şeytanın hem niyeti bozuk, hem de ameli.
Netice itibariyle niyet mü’minin hayatında herşeydir. Sınırlı bir
dünya hayatında, ebedî saadete bakan bütün kapı ve pencereleri açan
niyet olduğu gibi, ebedî talihsizliği ve ebedî hüsrânı hazırlayan da
odur. Dolayısıyla dünyevi ve uhrevi amellerimizin, fiillerimizin ve
düşüncelerimizin karşılığını sevap ve mükâfat olarak bulmak istiyorsak,
yaptığımız tüm işlerde mutlaka samimi, ihlaslı ve iyi niyetli olmalıyız.
Dipnotlar:
1 Buhârî, İman, 39.
2 Bkz. Zemahşerî, Keşşâf an hakâiki’t-tenzil,
Beyrut, trs. III, 231
3 Bkz. Buhari, Rikak, 31.
4 Müslim, İman, 179.
5
Buhârî, Bedü’l-vahyi, 1.
6 Buhârî, Cihad, 13; Ebû Dâvûd, Cihad, 39.
7
Suyûtî, Fethu’l-Kebîr, III, 265. (Taberânî’den)
www.altinoluk.com © 2011 - Ocak, Sayı: 299, Sayfa: 016
http://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yazarlar&yazar_no=988&MakaleNo=d299s016m1&AdBasHarf=M&limit=0-15 internet sayfasından alınmıştır.
HER ARAYANA HİKMET NASİP OLMAZMIŞ, ANCAK HİKMETE ERENLER DE ONU ARAYANLARMIŞ. HİKMETİ ARAYIŞTA KAİNAT KİTABINI OKUMALI, OLMUYORSA "OKUYABİLENİ OKUMA" İLE MESAFE ALINMALI. GÜZELİ FARKETMENİN ÖLÇÜSÜDÜR, BAŞKALARI İLE PAYLAŞMA İSTEĞİ. GÜZEL BULDUĞUM OKUMALARI PAYLAŞIYORUM...
Popüler Yayınlar
-
konsept Konsept dilimize Fransızcadan geçmiş bir kelimedir. Anlamı kavram demektir . Konseptualizm ise kavramcılık demektir 1 ...
-
1. Kavram ve terimin tanımı: Kavram, bir nesnenin zihindeki tasarımıdır. Terim ise, kavramın dille ifade edilmesidir. Kavramı hayal...
9 Mart 2013 Cumartesi
NİYET VE AMEL - DR. M. Selim ARIK
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder